• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2:KURAMSAL YAPI

2.5. Kent

Kent kavramı, “kentleĢme” ve “kentlileĢme” kavramlarıyla birlikte anılmaktadır. Kent kavramını daha iyi açıklamak ve tanımlamak için bu iki kavrama kısaca değinmekte fayda vardır.

KentleĢme, dar anlamda; kent sayısının ve kentlerde yaĢayan nüfusun artmasıdır (KeleĢ, 2000, s.19). Nüfus artıĢına bağlı iki geliĢme ortaya çıkar. Birincisi geliĢme; nüfus miktarındaki artıĢa koĢut olarak birçok kırsal yerleĢme kentsel yerleĢmeler arasına katılır. Ġkinci geliĢme ise, mevcut kentlerin nüfusundaki artıĢ sonucu “Metropol”,

59

“Megapol” ve “Ecumanopolis” olarak adlandırılan kent (kademeleri) türleri ortaya çıkar (Ünsal, 1984, s.194).

Dar anlamda kentleĢme bir nüfus hareketiyken, geniĢ anlamda kentleĢme ekonomik ve toplum yapısındaki değiĢmelerdir. KeleĢ'e göre; “sanayileĢmeye ve ekonomik geliĢmeye koĢut olarak kent sayısının artması ve bugünkü kentlerin büyümesi sonucunu doğuran, toplum yapısında, artan oranda örgütleĢme, iĢbölümü ve uzmanlaĢma yaratan, insan davranıĢ ve iliĢkilerinde kentlere özgü değiĢikliklere yol açan bir nüfus birikimi süreci “ geniĢ anlamda kentleĢmedir. Diğer bir ifade ile kentleĢme süreci; kırsal yerleĢme biçiminden kentsel yerleĢme biçimine; cemaat topluluğundan kent toplumuna doğru bir dönüĢümdür. Tanımdan anlaĢılacağı üzere kentleĢmenin iki yönü vardır.

KentleĢmenin birinci yönü; kent yerleĢme sayısında ve büyüklüğündeki artıĢtır. Ġkinci yönü ise; cemaat topluluğu niteliğinin yerini kentsel toplum niteliğinin alması, böylece; Ġnsanların hayat biçimlerinde, davranıĢ kalıbı ve değer sisteminde değiĢmenin ortaya çıkmasıdır. KentleĢmenin bu ikinci yönüne, “kentlileĢme” denmektedir (Göymen, 1991, s.1). Bu açıklama ve tanımlardan kent kavramının kentleĢme süreci içerisinde yer alan bir olgu olduğu kolayca anlaĢılır.

Osmanlıca'da; Ģehir, Ġngilizce'de; City, Fransızca'da; Ville ve Almanca'da; Stadt olarak adlandırılan kent kavramı bir yerleĢme biçimi ve topluluk türüdür (Suher, 1991, s.2). Kent olgusu, günümüzde yaygın bir yerleĢme ve topluluk tipi olma eğilimindedir. Köy tanımında olduğu gibi kent tanımı da değiĢik kriterler kullanılmasından ötürü çeĢitlilik arzetmektedir. Bu çeĢitlilik toplumdan topluma ve bilim adamlarının ilgi alanlarına göre değiĢmektedir. Diğer yerleĢme biçimlerinde olduğu gibi, kent olgusu da demografik ölçüt, yasal ölçüt, iĢlevsel ya da ekonomik ölçüt ve toplumsal iliĢki olmak üzere baĢlıca dört kriterden biri ve/veya birkaçı ile tanımlanmaktır. Burada, bazı kriterlere ağırlık veren tanımlardan hareketle, kent tanımı üzerinde bir senteze ulaĢılmaya çalıĢılacaktır. Ancak, her Ģeyden önce kent yerleĢmesinin fizyolojik yapısından bahsetmek gerekir.

Kentlerin coğrafık konumlarını inceleyen Cooley' e göre; kentlerin konumunu belirleyen birincil neden ulaĢım faktörüdür. Bundan dolayı kentler nehirlerin ağız kısımları ya da

60

kilit noktaları, ovalarla tepelerin buluĢma noktaları ve benzeri yerlerde kurulmuĢlardır (Martindalle, 2000, s.43). UlaĢım faktörü, kentlerin kurulup geliĢmesinde halen önemini sürdürmektedir. Nitekim bir yerleĢme yerinin sanayi kurulmasında ulaĢım kolaylığının çok önemli etken olduğu bilinmektedir. Ancak, maden bölgesine yakınlık ve hammaddeye yakınlık vb. faktörlerinin de kentleĢme sürecine etki ettikleri gözardı edilemez.

Jefferson'a göre; bir yerleĢmenin, kent sayılıp sayılmamasının bazı ön Ģartları vardır (Koenig, 2000, s.87): Bunlar; 1) Fiziksel donanım Ģartı: aydınlatma, beslenme ve yaya kaldırımı, 2) Güvenlik donanım Ģartı: polis ve itfaiye, 3) Sanatsal ve kültürel donanım Ģartı: müzeler ve kütüphaneler.

Kent tanımında kullanılan kriterlerden birisi yasal statüdür. Yasal açıdan kent, belirli bir idari örgüt biriminin sınırları içinde kalan yere denir. Köy Kanunu' nun 1. Maddesi' ne göre; nüfusu 20 bin' den çok olan yerleĢmelere kent denir. Köy kanunu, yaptığı bu tanımla yerleĢmeleri nüfus miktarına göre ayrıĢtırmaktadır. Ancak Köy Kanunun 1. Maddesi, Ġmar Kanunu ve Belediye Kanunu nüfusları ne olursa olsun il ve ilçe merkezi konumundaki yerleĢmeleri kent saymaktadır (Suher, 1991, s.2-3). Sıradan bir gözlemle, il ve ilçe merkezlerinden birçoğunun kent karakterinde olmadığı anlaĢılabilir. Belediye kurulurken yerleĢmenin kentleĢme düzeyi pek dikkate alınmaz. Ne var ki; kentleĢme durumu dikkate alınmadan; çok değiĢik tercihlerle il ya da ilçe merkezi konumuna getirilen yerleĢim birimlerinin kent olarak nitelendirilmesinin bilimselliği tartıĢmalıdır. Kent tanımında kullanılan ikinci kriter, demografik kriterdir. Özellikle fiziksel coğrafya ve kentbilimciler, kenti, belirli bir nüfus büyüklüğüne eriĢmiĢ yerleĢmeler olarak nitelendirirler. Fakat nüfus kriterine göre yapılan tanımlar ülkeden ülkeye değiĢmektedir. Türkiye'de, kent yerleĢmelerini diğer yerleĢmelerden ayırmak için 10 bin nüfus sının Ģimdiye kadar ileri sürülen çeĢitli nüfus miktarları arasında en uygun olanıdır. Çünkü bazı kentsel iĢlevler (ziraat iĢlevi, toplumsal iliĢki iĢlevi vb) nüfusu 10 bin'i aĢmıĢ bulunan yerleĢmelerde göze çarpmaktadır. Nitekim Tümertekin, 1965'te yaptığı araĢtırmayla 10 bin 'den az nüfuslu kır yerleĢmelerinin % 90,2 'inde ziraat iĢlevinin egemen olduğunu tespit etmiĢtir (Tümertekin, 1965, s.1-2). Nüfus kriteri, miktarsal kullanımının yanısıra, milkareye düĢen “nüfus miktarı” yanı; “nüfus

61 yoğunluğu” olarak da kullanılmaktadır.

Bir yerleĢmenin kent sayılabilnıesi için mil kareye düĢen nüfus miktarı Willcox'a göre; bin, JefFerson'a göre; 10 bin olmalıdır (Koenig, 2000, s.187). 1990 sayımlarına göre Ġstanbul 'da nüfus yoğunluğu 1330 gibi oldukça yüksek bir rakam çıkmıĢtır. Kent kavramını sadece nüfus kriteri temel alınarak yapılan tanımlamalar yetersiz kalmaktadır. Kent kavramını tanımlamak ve açıklamakta kullanılan üçüncü kriterimiz, ekonomik iĢlev kriteridir. Buna göre; bir yere kent adı verilebilmesi, o yerdeki nüfusun belli bir çoğunluğunun tarım dıĢı iĢ güç çeĢitleriyle uğraĢması gerekir. Max Weber, “Kent” adlı eserinde; ekonomik iĢlev açısından kenti, “...sakinlerinin geçimlerini tarımdan ziyade ticaret yoluyla sağladıkları bir yerleĢim birimi..” olarak tanımlamıĢtır. Ancak, O'na göre; Kentten, burada yaĢayan nüfusun gündelik ihtiyaçlarının ekonomik açıdan önemli bir bölümünü yerel pazarda ve gözle görülür ölçüde oraya en yakın hinterlant halkının satmak için ürettiği ürünlerle karĢıladıkları durumlarda bahsedilebilir. Buradaki anlamıyla kent adeta bir “Pazar yerleĢimi” dir. Ne var ki bu, tek baĢına, herhangi bir kentin biricik ayırdedici özelliği değildir (Weber, 2000, s.102). Weber, genel metodolojisine uygun olarak kent açıklamasını ekonomik determinizme oturmaktan kaçınmıĢtır.

G.Simmel'e göre; kent, para ekonomisinin olduğu yerdir. Para ve ekonomik alıĢ-veriĢin yoğunlaĢması tamamen kentlere özgüdür (Simmel, 2000, s.169).

Boran'a göre; kent, “...geçimi ... ziraatten gayri istihsal ve iktisadi faaliyetlerdir; bu “ziraatten gayri” faaliyetler bilhassa ticaret ve senayıdır”. Yine Boran'a göre; bir yerleĢmenin nüfusu kalabalık ta olsa, geçim kaynağı ticaret ve sanayi değilse o yerleĢme kent değildir (Boran, 1945, s.19). Bu yaklaĢım hem deterministtir hem de hizmet sektörünün nereye koyulduğu belli değildir. Bu açıdan bakıldığında, Tümertekin'in açıklaması daha somuttur.

Tümertekin, kentleri iĢlevlerine göre sınıflandırdığı bir çalıĢmasında (Tümertekin, 1965), bir yerleĢmenin kent sayılması için; faal nüfusunun en iri kesimini hangi sektörün oluĢturduğuna bakılması gerekir demektedir (GeniĢ bilgi için bkz. bu çalıĢmanın “YerleĢme Biçimleri”). Böyle olunca, faal nüfusun; örneğin, diğer sektörler

62

tek tek bu rakamı geçmemek Ģartıyla % 10 gibi düĢük bir oran sanayi sektöründe çalıĢıyorsa bu yerleĢme sanayi kenti grubunda yer alabilmektedir. Çünkü Tümertekin hizmet sektörünü, ticareti ve belirsiz meslekleri ayrı kategori olarak kabul etmemektedir. Daha net ve öz bir tanım Darkot tarafından yapılmıĢtır. Darkot'a göre; “yerleĢe noktasında yaĢayanlar içinde faal nüfusun tamamı, yahut büyük kısmı, hiç değilse yarıdan fazlası geçimini ... endüstri, ticaret, serbest meslek ve hizmetlerle sağlıyorsa yerleĢme noktası kentsel bir yerleĢmedir (Darkot, 1967, s.4).” Darkot, faal nüfusun iĢlevsel dağılımı ne kadar olması gerektiğini makul bir Ģekilde somutlaĢtırmıĢtır. Darkot, ayrıca, “ziraattan gayri” faaliyet alanlarının ne olduğunu açıkça saymıĢtır.

ĠĢlevsel veya ekonomik kriterden hareket edenler; kenti, uğraĢılan iĢ veya sahip olunan iĢleve göre tanımlamakta ve doğal olarak da bazı yanılgılara düĢmektedirler. Çünkü, onlara göre, bir yerleĢmenin kent sayılması için aktif nüfusun çoğunluğunun ticaret ve sanayi ile meĢgul olması gerekir. Böyle bir kabul ziraat ve daha çok hizmet sektöründe iĢtigal eden geleneksel ve geliĢmekte olan ülke kentlerini boĢlukta bırakmaktadır. Esasen yukarıda zikrettiğimiz kadim tanımlamalar, modern sanayi kent olgusunu esas almaktadırlar.

“Kentsel ekolojistlerin modern sanayi kenti analizinden farklı olarak, sanayileĢmenin girmediği toplumlarda kentlerin yapısal niteliklerini belirlemeyi amaçlayan Sjoberg, kentleri, “sanayi öncesi kentler”, “geçiĢ halindeki kentler” ve “sanayi kentler” olarak ayırmaktadır. Bu üç kentten ilki sanayi öncesi toplumun, ikincisi geliĢmekte olan toplumun, üçüncüsü ise sanayileĢmiĢ toplum kentleridir (Aslanoğlu, 2000, s.32-33).”

“Sjoberg'e paralel olarak birçok sosyal bilimci, bilhassa doğuda, nüfusunun önemli bir kısmının ziraatle meĢgul olduğu yerleĢme birimlerini “ziraat kentler” olarak kent kategorisi içine almak gerektiğini savunmaktadırlar. Bu düĢünceye koĢut olarak Almagia, kentleri, fonksiyonlarına göre “ziraat kentleri”, “sanayi kentleri”, “ticaret kentleri”, “maden kentleri”, “balıkçılık kentleri” gibi türlere ayırır (Tümertekin, 1965, s. 5-7).

“Türkiye'deki kentler özellikle kuruluĢ aĢamalarında daha çok (devlet örgütlenmesinin sebep olduğu) hizmet iĢlevleri ağır basar niteliktedir. Bu nitelik sanayileĢmeye, geliĢmeye paralel olarak değiĢmektedir. Nitekim, 1990 yılında yayınlanan bir raporda, ülkemizde kentsel kesimlerde yer alan insanlar, daha çok sanayi ve hizmetler sektöründe çalıĢtıkları tespit zikredilmiĢtir (Kızılçelik, 1995, s.58).”

-63

kasabayı ara bir yerleĢme biçimi kabul etmek Ģartıyla- büyük hataya sebep olunmaz. Esasen, Türkiye için modern kent tipolojisinin genelliğini sarsan husus, “kentlileĢememek” tir. Bundan dolayı toplumsal iliĢki kriteri göz önünde alınmadan -ekonomik determinizme göre- yapılacak kent tanımları hep eksik kalacaktır.

Toplumbilimciler, özellikle de kent toplumbilimcileri, kenti daha çok insan iliĢkilerinin boyutları açısından değerlendirirler. Bu açıdan, Tönnies ve Simmel'e göre; kent, para ekonomisinin olduğu, toplumsal iliĢkilerin gayri Ģahsi ve standart olduğu yerleĢim birimidir (Kızılçelik, 1994, s.249). Nitekim, Tönnies, meĢhur cemaat-toplum dikotomisini cemaat benzeri iliĢki-toplum benzeri iliĢki Ģeklinde iki tür toplumsal iliĢki biçimine dayandırmıĢtır. Benzer Ģekilde, C.H.Cooley, kentsel hayatta cereyan eden toplumsal iliĢkileri “ikincil grup” kavramı içinde ele almıĢtır. Cooley'e göre; kentsel hayatta yaygın olan ikincil grupları yüz yüze ve samimi iliĢkilerin olmadığı, buna karĢın, resmi ve geçici iliĢkilerin yaygın olduğu gruplardır. Chicago Okulu'nun önde gelen temsilcilerinden R.E.Park ve L.Wirth' de, kent kavramını, toplumsal iliĢkiler açısından ele alıp incelemiĢlerdir.

Wirth'e göre; kent, nüfus yoğunluğu ve büyüklüğünün, heterojenliğin, ikincil iliĢkilerin egemen olduğu yerleĢim birimleridir. Yine Wirth'e göre; kentteki nüfus büyüklüğünün artması, aynı zamanda, kentteki insanların birbirlerini tanımalarını azaltır. Dolayısıyla kentler, yüzlerce insanın her gün yüz yüze geldikleri fakat birbirleriyle tekrar asla karĢılaĢmadıkları, hareketli ve kalabalık yerlerdir. Sık sık, tanımadığı insanlarla etkileĢime giren insanlar, bunun sonucunda zorunlu olarak gayri Ģahsi olurlar, hatta gayri Ģahsiliği bir itiyat haline getirirler. Bu bakımdan kentteki iliĢkiler yapay ve geçicidir. Yapay ve geçicicilik ise, toplumsal iliĢkilerde faydacılığın egemen olmasını salık verir. Sorokin ve Zimmerman'da kent kavramını toplumsal iliĢki temelinde toplumbilimsel bir açıklama getirmiĢlerdir.

Sosyolojik yaklaĢım, kent kavramını, toplumsal iliĢki ve ekonomik iĢlev kriterleri baĢatlığında bütün kriterleri dikkate alarak açıklamaya çalıĢmıĢtır. Çünkü kent; üretimi, tüketimi, nüfusu, ekonomisi ve toplumsal iliĢkileri ve değerleri ile bir toplumsal olgudur. Yani, her toplumsal olgu gibi kent de birden fazla öğenin ya da niteliğin bir araya getirdiği iliĢkiler, etkileĢimler bütünüdür. Bu sebeple toplumbilimin kent

64

tanımlaması en kapsamlı olanınıdır. Bu bağlamda Kızılçelik'in yaptığı tanım oldukça geniĢ ve kapsayıcıdır:

“Kent, sosyo-ekonomik ve kültürel özellikleri, yönetim durumu ve demografik açıdan köyden ve kasabadan ayırt edilen, genellikle tarımsal olmayan üretimin yapıldığı, daha önemlisi hem tarımsal hem de tarım dıĢı üretim, dağıtım ve denetim fonksiyonlarının toplandığı, teknolojik geliĢme derecelerine göre belirli bir büyüklük, heterojenlik ve bütünleĢme düzeyine varmıĢ, ikincil toplumsal iliĢkilerin, toplumsal farklılaĢma, uzmanlaĢma ve hareketliliğin yaygın olduğu yerleĢim birimidir (Kızılçelik, 1995, s.51).”

2.5.1. SanayileĢme, ModernleĢme ve Kalkınma

SanayileĢme, modernleĢme ve kalkınma, sosyal değiĢme tartıĢmalarında en çok kullanılan kavramlardır. YanlıĢ anlaĢılmayı önlemek için evvela bu kavramların hangi manalarda kullanıldığını açıklayacak olursak (Bendix, 1969, s.6);

Sanayileşme ile devamlı bir Ģekilde sürdürülen tatbiki ilmi araĢtırmaların ve enerji

kaynaklarına oturtulmuĢ bir teknolojinin sebep olduğu iktisadi değiĢmeleri kastedilmektedir (a.g.e., s.6).

Modernleşme ise -ki bazen sosyal ve siyasi değiĢme olarak da bahsedilmektedir-

sanayileĢmeyi müteakip batı medeniyeti ülkelerinde görülen sosyal ve siyasi değiĢmelerdir. Bu değiĢmeler arasında ĢehirleĢme, mesleki Ģemadaki değiĢmeler, sosyal hareketlilik (mobilite), yaygın eğitim, mutlakiyetçi siyasi düzenden çoğulcu temsili siyasi düzene ve nihayet “bırakınız yapsınlar” (laissez-fair) anlayıĢından modern “refah devleti” anlayıĢına geçiĢ sayılabilir. Özetlersek; birinci kavram, Batı Avrupa ülkelerinin yakın tarihlerinde görülen teknik-iktisadi değiĢmeyi; ikinci kavram ise, sosyo-politik değiĢmeyi ihtiva etmektedir (a.g.e., s.7).

Kalkınma kavramı, iĢte bu iki değiĢmeye aynı anda atıfta bulunmak istediğimiz zaman

kullandığımız bir kavramdır. Bu bakımdan, batı toplumlarının tarihini, kalkınma olarak vasıflandırdığımız vetire (süreç)yi anlamak için kullanmamızda bir mahzur yoktur; yeter ki, kavramın sırf bu manada kullanıldığı bilinsin. Zaten tariflerimiz açısından sanayi toplumlarının tarihi zaruri bir temel teĢkil etmektedir. Bütün zorluk “kalkınma”nın, sadece ve sadece bugünkü batı toplumlarında almıĢ olduğu Ģekil, mana ve çerçevede kabul edilme tehlikesinden doğmaktadır (a.g.e., s.7).

65

Sanayileşme kavramı ve bu kavramın eĢanlamlarıyla, türeleri sanayi-öncesi veya

geleneksel veya kalkınmamıĢ bir toplumun, sanayileĢmiĢ veya modern veya kalkınmıĢ bir toplum haline gelirken geçirdiği değiĢme vetiresini ifade ve tasvir etmektedir (a.g.e., s.8).

Buradaki değiĢme fikri, muğlakta olsa, bu vetirede birçok faktörlerin rol oynadığını ve bu faktörlerden bir veya birkaçındaki değiĢmenin bağımlı değiĢkenlerde de “değiĢmeye yol açacağını ima etmektedir. Birbiriyle irtibatlı bu tür değiĢmelerin sonunda sanayi toplumunu oluĢturacakların teorisi, sosyal düzenimizin değiĢmesi ile ilgili en yaygın kabul gören teori olduğundan faydalı olacaktır (a.g.e., s.9).

“Sosyal yapılar, Ģekiller ve davranıĢlar kolayca eriyen metal parçaları değillerdir. Bir defa vücudiyet buldular mı belki de, asırlarca devam ederler. Bu sebeple grup davranıĢlarının ve milli davranıĢ kalıplarının, üretim sürecine bakarak çıkardığımız toplum davranıĢ Ģekillerinden çok daha farklı olduğu gerçeği ile karĢılaĢıyoruz (Schumpeter, 1947, s.12).”

66