• Sonuç bulunamadı

C) TEKNOLOJİ

2. Teknolojinin İktisadi Düşüncedeki Evrimi

Teknolojinin evrimi aslında insanlığın var olmaya başlaması kadar eski bir süreçtir. İnsanoğlu çetin hayat şartlarında yaşamlarını idame ettirebilmek için çaba sarf ederken farkında olmadan bir teknik gelişim sürecini de başlatmıştır. Vahşi hayvanlardan korunmak için yapılan ilkel silahlar bu dönüşüm sürecinin ilk ürünleridir. İ.Ö. 600.000’den önce Hominit’lerin Afrika’da taştan gereçler üretmesi teknik gelişimin ilk adımını oluşturmaktadır (Tez, 2005: 11). Daha sonraki süreçte, özellikle Yontma Taş Devrinin en üst kültürlerini oluşturan Homo-Sapiens’ler daha gelişmiş alet ve av düzenleri kullanmaya başlamışlardır (Türkcan, 1981: 6). Tarım toplumuna geçilmesi insanoğlunun yerleşik düzene geçmesini zorunlu hale getirmiştir ki bu durum teknik gelişim açısından önemli bir dönüm noktası oluşturmaktadır. Bu gelişim süreci

insanoğlunun istek ve ihtiyaçlarının çeşitlenmesiyle paralel olarak sürmüştür. İnsanların ihtiyaçlarının çeşitlenmeye başlaması ve hayat kalitelerindeki artış, küreselleşmenin de yaşanmaya başlaması ile teknolojik gelişime ivme kazandırmıştır. Özellikle 1980’li ve 1990’lı yıllar teknolojik gelişim hızının oldukça yüksek olduğu yıllardır. Bu gelişim sürecinde ve teknolojinin yayınımında Çok Uluslu Şirketlerin (ÇUŞ) gelişimi önemli bir unsurdur.

Teknoloji, farklı iktisadi düşünce okullarınca farklı şekillerde ele alınmakta ve değerlendirilmektedir. Klasik iktisatçılara göre teknoloji, işbölümüdür (Türkcan, 1981: 30). Marxist kuram, teknolojiyi ve ekonomiye olan etkilerini sınıf ilişkileri temelinde ele almaktadır (Ansal, 2004: 43). Evrimci-Schumpeterci kuram, teknolojiye içsel bir unsur olarak yaklaşmakta ve ‘belirsizlik’ özelliği üzerinde durmaktadır. Neo-Klasik iktisat kuramı ise teknolojiyi dışsal bir değişken olarak ele almakta ve kamusal mal niteliği taşıdığını vurgulamaktadır. Gelişme İktisadı, teknolojiyi kalkınmanın ve uluslararası rekabet üstünlüğü kazanmanın anahtarı olarak kabul etmektedir.

a) Klasik Kuramda Teknolojinin Yeri ve Önemi

Ekonomi kuramlarının teorik çalışmalarla modellenmeye başlamasıyla birlikte teknik ilerleme de bir şekilde ekonominin modellenmesinde yer almış ve etkileri tartışılmaya başlanmıştır. Teknolojiyi yok saymak mümkün değildir. Bu nedenle ekonomi kuramların ortaya çıktığı günden bu yana teknoloji, ekonomi üzerinde az ya da çok kabul görmüş ve ekonomik faaliyetleri etkilemiştir

Klasikler, ekonomik büyümenin üretim faktörleri stokunun büyümesi ve

teknolojik gelişme faktörlerine bağlı olduğunu savunmaktadırlar (Yıldırım ve

Kahraman, 2003: 114). Klasik iktisatçıların teknolojiye bakışı Smith’in düşünceleri ile başlamaktadır. Adam Smith ekonomik büyümeyi incelerken ‘işbölümü’ olgusundan yola çıkmıştır. Teknolojik yenilikler ise işbölümü sonucunda ortaya çıkan türev sonuçlar şeklinde kabul edilmiştir (Gürak, 2004: 64). A.Smith, teknik ilerleme denilen olgunun “iş bölümü biçiminde ortaya çıktığını ve bu olgunun, niteliği gereği tarımda değil büyük ölçekli imalatta görülebileceğini” ifade etmiştir (Türkcan, 1981: 30). A. Smith’e (1997: 22-23) göre “işi bu ölçüde kolaylaştırıp kısaltan (tüm bu) makineler aslında işbölümü sonucunda icat edilmiştir.” Smith, ‘Ulusların Zenginliği’ adlı eserinde

işbölümü ve uzmanlaşmanın insanların tüm dikkatlerini bir amaca yönelttikleri zaman herhangi bir amaca ulaşmak için daha kolay ve kestirme yollar bulmaya, çok sayıda değişik şey arasında dikkatleri dağıldığı zamandan daha çok yatkındırlar. Özetle Smith, uzmanlaşma ve işbölümünün kaçınılmaz olarak teknik bir gelişimi beraberinde getireceğini vurgulamaktadır.

Marshall ise teknolojinin kaynağı olan ‘bilgi’yi ekonomideki gelişmenin motoru olarak tanımlamaktadır (Freeman ve Soete, 2003: 3). Marshall eğitim için kaynak ayrılırken uzun vadeli düşünmek gerektiğini ve eğitimin uzun vadede doğrudan ve dolaylı birçok avantaj sağlayacağını savunmaktadır. Özetle Marshall’a göre içsel ve sürekli teknolojik yeniliklerden bahsetmek mümkündür ve büyümede eğitimin dolayısıyla nitelikli emeğin önemi çok büyüktür (Gürak, 2003: 72-73).

David Ricardo, sanayide rekabet nedeniyle yeni teknolojik buluşlar olduğuna inanmış ve fakat artan verimlerin tarımda geçerli olmadığını, uzun dönemde “azalan verimler yasasının” geçerli olacağını savunmuştur. Ricardo, eninde sonunda ekonomik büyümenin duracağını iddia ederek teknolojik yeniliklerin etkisini küçümsemiştir (Gürak, 2004: 68).

b) Marxist Kuramda Teknolojinin Yeri ve Önemi

Karl Marx, kapitalist ekonomi modeli ile sermaye mallarında teknolojik yeniliklere merkezi bir rol atfetmekte, sınıf ilişkileri temelinde “burjuvazi, üretim araçlarında sürekli bir devrim yapmadıkça yaşayamaz” görüşünü savunmaktadır (Freeman ve Soete, 2003: 2-3). Teknoloji ile ilgili olarak Marx’ın üzerinde durduğu nokta emeğin verimliliğini yani artı değeri arttırmaktı. Yeni teknoloji verimlilik artışına neden olmakta ancak Marx “yeni teknoloji” ile “nitelikli emek” arasında bir ilişki kurmadığı için bu iki önemli unsurun hem ekonomik büyümeye hem de metaların değerine katkısını göz ardı ediyordu (Gürak, 2004: 69).

Kapitalist emek sürecinin tarihi boyunca üretim tekniklerinin sermaye-emek çatışmasının dinamiğinde belirlenmesi, kapitalist üretim ilişkileri ile teknoloji arasındaki etkileşimden kaynaklanmaktadır ve bu çelişki içinde tarafların göreli güçleri teknolojinin gelişme yönünü belirlerken geliştirilen teknoloji de tarafların göreli, konumlarını etkileyerek üretim ilişkilerini yeniden düzenlemektedir (Ansal, 1985: 24).

K. Marx “yeni teknoloji”nin var olduğuna ve rekabet sonucu “içsel” bir gelişme olduğuna inanmakla birlikte “yeni teknoloji”nin sömürü oranını arttırdığına inanıyordu (Gürak, 2004: 69). Karl Marx, teknolojiyi üretim ve sınıf ilişkileri temelinde ele almış ve sömürü oranını arttırdığını ifade etmiştir.

c) Neo-Klasik Kuramda Teknolojinin Yeri ve Önemi

Neo-Klasik İktisat Kuramı, teknolojiyi neo-klasik üretimin devamı ve bir parçası olarak algılamaktadır. Neo-Klasik kurama göre teknolojik gelişim, ekonomiye üretimin daha az girdi ile yapılması şeklinde, başka bir ifadeyle verimlilik artışı olarak yansımaktadır (Ansal, 2004: 40). Bu kuram teknolojiyi girdi ile çıktılar arasındaki ilişkiyi gösteren ‘üretim fonksiyonu’ ile tanımlamakta ve modelin işlevsel olabilmesi için üretim fonksiyonunun ikame edilebilirlik, azalan marjinal hasıla gibi özelliklere sahip olduğu varsayılmaktadır (Taymaz, 2001: 6). Belirtilen bu noktalara bağlı olarak teknolojik gelişmenin söz konusu olması, üretim fonksiyonunun yukarıya doğru, eş ürün eğrilerinin ise orijine doğru yaklaşmasını ifade etmektedir (Yıldırım, 1973: 8-9).

Gomulka’ya (1990: 5) göre nihai ürün ya da ürünleri üretmeye yönelik farklı üretim yöntemleri (fonksiyonları) ‘tekniği’ oluşturur ve bu tekniklerin oluşturduğu set dar anlamda işletmenin teknolojisini meydana getirir. Bu ifadeye göre ‘teknoloji’ üretim tekniklerinin oluşturduğu bir süreç olarak da tanımlanabilir.

Neo-Klasik İktisat Kuramı teknolojik gelişmeyi içerilmiş ve içerilmemiş teknolojik gelişme olarak ikiye ayırmakta ve içerilmiş teknolojik gelişmenin “yatırım yapılmasına bağlı olduğunu” iddia etmektedir. İçerilmemiş teknolojik gelişme ise, “yatırım ve birikim olgularından bağımsız olarak mevcut sermaye stoku ve işgücünün etkinliğinin zaman içinde sürekli olarak artması” olarak tanımlanmaktadır (Akyüz, 1980: 433). Teknolojik bilgi, neo-klasik kuramda ekonomi dışı olarak yorumlanmakta ve firmaların bu bilgiden yararlanabilmeleri için içerilmiş teknolojik gelişme modelinde yatırım yapmaları, içerilmemiş teknolojik gelişme modelinde ise zamanın geçmesini beklemeleri önerilmiştir (Soyak, 1995: 3-4).

Neo-Klasik İktisat Kuramına göre teknolojik yenilik faaliyetleri piyasanın aksamasına neden olur ki bunun dört nedeni vardır (Taymaz, 2001: 6-8);

− Teknolojik yenilik ve bilginin dışlanabilirlik11 ve rekabetçilik12

özelliğinin -güçlü- olmaması,

− Teknolojik yenilik faaliyetlerine ilişkin belirsizlik13,

− Arrow ikilemi14,

− Teknolojik yenilik faaliyetlerinde dışsallıklar15.

Teknolojik yeniliklerin ve bilginin kamusal mal özelliği kazanmasından ve ekonomik dışsallıklardan dolayı, bu faaliyetlere yeterli düzeyde kaynak ayrılmaması (yani eksik yatırım) ve bu faaliyetlerdeki belirsizliğin fazla olmasından dolayı, finansman maliyeti, toplumsal olarak en iyi duruma göre, daha yüksek olması Neo- Klasik Kurama göre teknolojik yeniliklerin piyasa aksamasına neden olmasının sonuçlarıdır (Taymaz, 2001: 8).

d) Schumpeteryen (Evrimci) Kuramda Teknolojinin Yeri ve Önemi

Evrimci Kuram, Schumpeter’in 1911 ve 1942 yıllarında yaptığı çalışmalara dayalı olarak oluşturulduğu için “Schumpeterci/Schumpeteryen Yaklaşım” olarak da

11 Teknolojik yenilik ve bilginin bir firmada kullanılması, diğer firmalarda kullanılmasını dışlamadığı gibi

teknolojik yenilik ve bilgi bir defa kullanıldıktan sonra tükenmemektedir.

12 Teknolojik yenilik üretimi, fiziksel mallara göre, farklı bir maliyet yapısına sahiptir. Teknolojik

yeniliğin üretilmesi için büyük yatırımlara gerek duyulmaktadır.

13 Faaliyetin teknolojik açıdan başarılı olup olamayacağına ilişkin teknolojik belirsizlik, teknolojik olarak

başarılı olan yeniliklerin kullanıcılar tarafından benimsenip benimsenmeyeceğine ilişkin piyasa

belirsizliği ve diğer üreticilerin daha iyi ve farklı yenilikler gerçekleştirerek piyasada tutunup

tutunamayacağına ilişkin ticari belirsizlik teknolojik yenilik faaliyetlerinin finansmanında sorunlar oluşturmaktadır.

14 Piyasa mekanizmasının işleyebilmesi için, ekonomik aktörlerin davranışları sonucu fiyatların oluşması

ve fiyat hareketlerinin sağladığı bilgiye bağlı olarak kaynakların tahsis edilmesi gereklidir. Bu mekanizmanın çalışabilmesinin ön koşulu olan şeffaflık, yani piyasaya sürülen ürünler hakkında tam bilgi, teknolojik yenilik ve bilgi için sağlanamamaktadır, çünkü teknolojik yenilik ve bilgi piyasalarında şeffaflık olması durumunda, yani herkesin aynı bilgiye sahip olması durumunda bir bilgi alışverişi gerçekleşemez. Şeffaflık olmaması durumunda, potansiyel müşteriler, teknolojik yenilik ve bilginin kendileri için yararını değerlendiremeyecekler ve belirli bir talep oluşturamayacaklardır. Bir başka deyişle, bilginin, bilindiği zaman alınmasına gerek kalmaz, bilinmediğinde ise değeri ölçülemez. Bu durumda, teknolojik yenilikler için piyasalar sığ olacak, piyasa mekanizması etkin olarak çalışamayacaktır.

15 Bir firmanın teknolojik yenilik faaliyeti (teknolojik yenilik içeren ürünlerin kullanımı, teknolojik

yeniliğin taklit edilmesi, bu faaliyetlerde yetkinleşen personelin başka firmalar tarafından istihdam edilmesi gibi nedenlerle) diğer firmalara olumlu katkıda bulunabilmektedir. Teknolojik yeniliği yapan firma, yenilik faaliyetinin tüm faydasını elde edememekte, diğer firmalara, hatta rakiplerine de yardımcı olmaktadır. Bu durumda, teknolojik yenilik faaliyetinin özel getirisi, toplumsal getirisinden az olmakta, piyasa mekanizması teknolojik yenilik faaliyetlerine toplumsal olarak en iyi düzeyde kaynak tahsis edememektedir.

adlandırılmaktadır. Schumpeteryen Kuram, teknolojik yeniliği uzun dönemde ekonomik gelişmenin motoru olarak değerlendirmektedir ki, evrimci analizlerde teknolojik yenilik süreci merkezi bir role sahiptir. Neo-Klasik Kuramdan bu noktada ayrılarak, teknolojik yenilik ve öğrenme süreçlerine öncelik vermektedir (Taymaz, 2001: 12). Bu yaklaşım, “bilgi”yi kilit nokta olarak görmekte ve üretiminden aktarılmasına kadar olan tüm süreçlerini dikkatle incelemektedir.

Bu kuramın temelini -Neo-Klasik kuramın yanıtsız bıraktığı konulardan biri olan ‘firmalar arası teknolojik farklılıklar’ oluşturmaktadır. Firmalar arasındaki farklılık ve çeşitlilik, teknolojik yenilik yoluyla rekabetçi üstünlük ve tekelci kâr elde edilmesini sağlarken teknolojik yenilikler de bu çeşitliliği arttırmaktadır ki bu süreç Schumpeter tarafından ‘yaratıcı yıkım’16 olarak ifade edilmektedir.

Schumpeter’e (1974) göre,

tekelci firmanın taklitçiliği önleyebilmesiyle yenilikten daha fazla kâr elde etmesi ve elde ettiği bu tekelci kâr ile Ar-Ge’yi çok daha iyi finanse edebilmesi gibi nedenlerle yenilik, tekelci endüstride rekabetçi endüstriye göre daha fazladır. Büyük firmaların daha çok Ar-Ge personelini istihdam/finanse edebilmesi, beklenmedik yenilikleri daha iyi kullanabilmesi ve maliyet düşürücü yeniliklerin bölünmezliklerinin büyük firmaları daha kârlı kılabilmesi gibi nedenlerle büyük firmalar küçüklere göre daha yenilikçidir.

Taymaz’a (2001: 11-12) göre, 1980’lerden itibaren etkinliği artan Schumpeterci/evrimci iktisatçılar, neo-klasik yaklaşımın, teknolojik gelişme sürecinin anlaşılması açısından yetersiz olduğunu ve dolayısıyla, teknoloji politikalarının geliştirilmesinde yararlı olamayacağını öne sürmüşlerdir. Buna dayalı olarak Neo-klasik yaklaşıma yönelik eleştiriler dört başlık altında ele alınmıştır:

16 Kapitalist Süreç teknolojik yeniliklere dayalı olduğu için YARATICIDIR, fakat teknolojik yeniliklere

ayak uyduramayan firmalar, eski teknolojiler hatta sektörler de tasfiye edildiği için aynı zamanda YIKICIDIR. “Yaratıcı Yıkım” sürecini Schumpeter (1966: 116-123) “Yeni milli pazarların veya dış

piyasaların açılması; el sanatları atölyelerinden, yoğun ve büyük işletmelere geçiş, kapitalist sistemi durmadan, yorulmadan içinden bir ihtilal, yenilenme havasında tutmakta; bütün bu elemanlar gene devamlı olarak eski faktörleri yok etmekte, yenilerini yaratmaktadır. Bu ‘Yaratıcı Yıkım Gelişimi’ kapitalizmin esas temeldir; ister istemez her kapitalist teşebbüs er geç bu gelişime ayak uydurmak zorundadır…” şeklinde ifade etmektedir.

(1) Neo-Klasik kuramın incelediği temel ekonomik sorun, verili koşullarda kaynak tahsis sürecidir. Lipsey’e (1998) göre neo-klasik kuram verili koşulların dönüştürülmesini ihmal etmektedir 17,

(2) Neo-klasik kuramda tam rekabetçi piyasalar, kaynak tahsis sürecinin değerlendirilmesinde mihenk taşı rolünü oynamaktadır. Fakat bu ölçüt teknolojik yenilik sürecinin incelenmesinde ve değerlendirilmesinde yetersiz kalmaktadır18, (3) Neo-klasik yaklaşım, teknolojik gelişme sürecini doğrusal bir süreç olarak, firmaların, ekonomik ve toplumsal aktörlerin birbiriyle etkileşim içinde olmadığını varsaymaktadır. Oysaki teknolojik yenilik süreci, firmalar ve diğer ekonomik ve toplumsal aktörler arasında piyasa ve piyasa-dışı mekanizmalar aracılığıyla kurulan yoğun bir etkileşim içerisinde gerçekleşmektedir,

(4) Neo-Klasik yaklaşımın “tarafsız” politikalara vurgu yapmasına, kuramsal varsayımları nedeniyle belirli teknolojilere/sektörlere yönelik programlara karşı çıkmasına karşın, hemen hemen hiç bir ülke bu neo-klasik tavsiyeye uymamaktadır.

e) Gelişme İktisadı Kuramında Teknolojinin Yeri ve Önemi

Gelişme iktisadı açısından ‘teknoloji’ ülkelerin kalkınma yolunda vazgeçemeyecekleri bir unsur olarak ele alınmaktadır. Teknoloji üreten, gelişmiş ülkeler teknolojiyi üstünlük aracı olarak görmekte ve hatta gelişmekte olan ülkeleri bağımlı hale getirmektedir. Bu bağımlılık süreci sanayi devriminden sonra yerli sanayilerin yıkılmasıyla başlamış ve gelişmekte olan ülkeler, gelişmiş ülkelere ticari ve teknoloji açıdan bağımlı hale gelmişlerdir. Özellikle 2. Dünya Savaşından önce ticari bağımlılık sözkonusu iken savaş sonrası dönemde teknolojik bağımlılık ön plana çıkmıştır (Şenses, 1995: 112).

17 Bu doğrultuda, teknoloji ve yenilik politikalarına ilişkin neo-klasik öneri, firmaların kaynaklarını ve

teknolojik yeteneğini veri olarak alıp, Ar-Ge vergi ertelemeleri, Ar-Ge teşvikleri, patent sistemi vb. araçlarla teknolojik yenilik yapan firmaların Ar-Ge maliyetini düşürerek veya teknolojik yeniliğin faydalarından daha fazla yararlanmasını sağlayarak bu faaliyetlerin getirisini arttırmaktır (Taymaz, 2001: 11).

18 Teknolojik yenilik sürecinin tam rekabetçi piyasalar çerçevesinde incelenmesi, firmaların teknolojik

yenilikler sonucu, en azından geçici bir süre, tekelci konumda kalarak tekelci kâr elde etme amacıyla çelişmektedir.

Gelişmekte olan ülkeler için teknoloji, aslında teknoloji transferine ve bu sürecin başarısına bağlıdır. İhtiyacı olan teknolojiyi üretebilecek kapasiteye sahip ol(a)mayan ülkeler ancak bu teknolojiyi satın almak yoluyla sahip olabilmektedir. Bu durum çok pahalı bir süreç olmakla birlikte teknolojiyi transfer eden ülkeler açısından iki farklı durum söz konusudur. Bunlardan birincisi teknolojiyi transfer eden ülkenin bu süreci başarı ile tamamlayarak içselleştirmesi19; bir diğeri ise başta teknolojik alanda olmak üzere birçok alanda teknolojinin transfer edildiği ülkeye bağımlılık oluşturmasıdır20.

Gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasındaki teknolojik açık, gelişmekte olan ülkelerin daha çabuk sanayileşmesine imkân vereceğini iddia eden “Sonradan Gelmenin Avantajı Kuramı”na göre sanayi devrimine öncülük etmiş ve günümüzün teknoloji üreten sanayileşmiş ülkeleri ile gelişmekte olan ülkeler arasındaki fark zamanla kapanacaktır. Bu kuram, geriden gelenlerin, sanayileşmiş ülkelerin katlandıkları maliyetlerin birçoğuna katlanmadan teknolojik gelişme yoluna girebildiklerini savunmaktadır. Rusya, Japonya, Güney Kore gibi ülkeler sonradan gelmenin avantajını kullanarak daha hızlı kalkınma imkânları elde eden örnek ülkelerdir.

Teknolojinin gelişim hızı, gelişmekte olan ülkelerde, gelişmiş ülkelere göre önemli farklılık göstermektedir. Bu farklılık özellikle 20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren ‘yeni teknolojiler’ olarak adlandırılan bilişim teknolojileri, telekomünikasyon, biyoteknoloji gibi alanlardaki ilerlemelerle daha belirgin hale gelmiş ve gelişmekte olan ülkeleri teknoloji konusunda daha karmaşık sorunlarla yüz yüze getirmiştir. Bu yeni teknolojinin zengin ülkelerle yoksul ülkeler arasındaki teknoloji farkını daha da arttırarak yoksul ülkelerin borç, dış ticaret dengesizliği, korumacılık, mamul madde fiyatları, sermaye birikimi, yoksulluk gibi sorunlarla başa çıkmalarını daha da güçleştirmiştir (Ansal, 2004: 49).

Gelişme İktisadı açısından teknoloji üretimi, teknoloji üretmeye yönelik teknoloji transferi sürecidir. Çünkü ülkeler için gelişimin anahtarı, teknolojiye, ister üreterek isterse transfer ederek, sahip olmaktır. Teknolojiye sahip olamayan ülkeler için

19 Geçmişte Japonya ve Almanya’nın Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere’den teknoloji transferi

gerçekleştirmiş olduğu bilinmektedir. Günümüzde bu ülkeler artık teknoloji üretebilen ülkeler haline gelmiştir.

ise gelişmenin yolu ülke şartlarına uygun teknolojinin seçildiği bir transfer sürecinden geçmektedir.

İKİNCİ BÖLÜM

ARAŞTIRMA GELİŞTİRME FAALİYETLERİ, TEKNOLOJİK YENİLİK ve EKONOMİK BÜYÜME

I. ARAŞTIRMA GELİŞTİRME FAALİYETLERİNİN YAPISI VE GELİŞİMİ

Ar-Ge faaliyetleri, firmaların yenilikçi faaliyetlerde bulunabilmelerinin temelini oluşturmaktadır. Ar-Ge çalışmalarının firma içinde, sistematik olarak yapılmaya başlaması 1800’lere dayanıyor olsa da teorik çerçevede ekonomik büyümenin belirleyicilerinden biri olarak bir model içinde ele alınmaya başlaması 1980’li yıllara, yeni içsel büyüme modellerine, rastlamaktadır.

Günümüzde küreselleşmenin ortaya koyduğu yoğun uluslararası rekabet, teknoloji odaklı üretim, dağıtım, pazarlama strateji ve politikalarının ağırlık kazanması firmaları ve ülkeleri Ar-Ge konusunda daha fazla hassas olmaya yöneltmiştir. GSYİH içinde Ar-Ge için yeteri kadar pay ayırmayan, teknolojiye yönelik altyapı çalışmaları ve yatırım yapmayan ülke uluslararası rekabet gücü kazanamayacak ve küresel rekabet ortamında bir adım geride olmaya mahkûm olacaktır. Firmaların Ar-Ge’ye eğilimleri verilen destek ve teşviklerle çok yakından ilişkilidir. Ülkenin içinde bulunduğu (teknolojik) imkânlar, sahip olduğu beşeri sermaye kaynağı, istihdam edilen bilim adamı ve mühendis sayısı, sermaye birikimi gibi temel unsurlar Ar-Ge konusundaki uygulamalarının başarısı ve sürekliliği açısından önem arz etmektedir.