• Sonuç bulunamadı

2. ALLAH'IN VARLIĞI VE VARLIĞININ DELĠLLERĠ

2.2. Allah'ın Varlığının Delilleri

2.2.1. Alem

2.2.1.3. Mülk Alemi

2.2.1.3.1. Tecellî-/Zuhûr

Nevai'ye göre, cilve ve zuhuruna bir had/sınır olmayan Allah'ın hüsnü, kemal bulmak istemektedir. Bunun için de baĢka varlık alanlarına, baĢka aynalara ihtiyaç vardır. Bu ikinci tecellî Ģekline (birinci tecellî olayı gayb aleminde gerçekleĢmiĢti) Allah'ın kendi zatı dıĢında, diğer varlıklar vasıtasıyla kendisini tanımak istemesi denilebilir. Burada ayna metaforu esasi konuma sahiptir. Nevai, selefleri gibi bu metaforu Yaratan ile yaratılan arasındaki iliĢkiyi tesis etmek ve tecellî düĢüncesine bir temel oluĢturmak için kullanmaktadır.228

ġairimiz Nevai'nin ele aldığı ikinci tecellî olayı da farklı Ģekillerde tatbik edilmektedir. Bunlardan ikisi ayna metaforuyla anlatılmaktadır. Bu ayna, ya bizzat Allah'ın zatına veya da mümkinâtın vücuduna karĢılık gelmektedir. Birinci manaya göre ayna, Allah'ın zatı veya mazâhir/tecelligâh makamı olup onda cilve eden, yansıyan sûretler ise mümkinâttır. Bu Ģekilde mevcudat vücuda gelmektedir. Nevai beytin devamında yaratma olayını baĢka bir metaforik anlatım Ģekliyle de dile getirir. Buna göre varlık dünyası, Zat denizinin cünbüş ayân etmesi sonucu peyda olmuĢtur. Yani Zat'ın hareketi nedeniyle emvâc/dalgalar ve bu dalgalar vasıtasıyla da kainat

pedîd/aĢikar olmuĢtur:

Bolub zât-ı rehşende mir'ât anga. Güvâh uşbu de'vîde zerrât anga. Çü bir cünbiş etti ıyân bahr-i zât, Pedîd oldı emvâcidin kâinât.

"Zat denizi bir cünbüĢ ayan etti ve onun dalgasından kainat ortaya çıktı. Parlak zat, mir'ât/ayna oldu ona. Bu iddiaya zerreler tanıktır."229

Burada her iki Ģekilde de (Zat'ın tecelligâh makamı olma ve ilk cünbüĢ etme sürecinde) kainatın veya varlıkların vücuda geliĢinde Allah'ın zatının müsebbip veya

ilk cünbüş eden/muharrik iĢlevini ifa ettiğini söyleyebiliriz. Nevai'nin, Zat'ın

228 Bkz. Uluç, İbn Arabî'de Sembolizm, s. 123-124. 229 Nevai, Sedd-i İskenderî, I. BĢk. s. 48-50.

cünbüĢüyle kainatın ortaya çıktığını ileri sürdüğü görüĢü, Tanrı'dan ayrılmayı çağırıĢtırması yönüyle islam felsefecilerinin sudur nazariyesine benzemetedir. Geçtiğimiz vücut ve nur baĢlıkları altında da gördüğümüz üzere, mümkin varlıklar vücudunu Vücud-i Mutlak feyezaniyle veya Nûrânî Varlık'ın kıvılcımlar Ģeklinde saçtığı ıĢıklar vasıtasıyla almaktaydı.

Ancak ikinci anlama göre ayna metaforu konum değiĢtirecektir. Nevai, bu aynayı bu sefer mümkin varlıklar olarak kabul eder ve onlarda akseden sûretleri ise Allah'ın kendisi, isim ve sıfatları olarak görür. ġairimiz bunu Ģu Ģekillerde dile getirmektedir: Cilve ve zuhuruna bir had/sınır olmayan Allah'ın hüsnü, kemal bulmak istemektedir. Bunun gerçekleĢmesi için sayısız derecede ayna gerek olmuĢtur. Allah Teala kainatı yaratarak her bir zerresini (tecellî edebilmesi için) gerçek birer ayna kılmıĢtır:

Lîkin uşal çehre-i uşşâk sûz, Kim anga her le'm'adur âfâk-sûz. Kıldı mazâhirde hayâl-i zuhûr, tabkalı ol hüsn kemâl-i zuhûr.

Cilve-i hüsnünge çü yok erdi had, Közgü kirek boldı anga bî-aded. Açtı bu gülşenni ki rengîn erur, Hergül anga âyine-i çin erur.

Cilve-i hüsn olgalı zâhir anga, boldı bu mir‟ât mazâhir anga. Vasıta bu erdi ki kıldıng tamam, Kökni tokuz levha-i âyine fâm.

"Ancak o aĢıkları yakıp kavuran ve yansımasıyla ufukları yakan çehre; zahir olduğu yerde zuhurunu ve en olgun güzelliğini bulmayı hayal etti. Hüsnünün cilvesine sınır yoktu, bu durum için sayısız közgü/ayna gerek olmuĢtu. Bu rengareng gül bahçesini açtı ve bu bahçenin her gülü O'na gerçek birer ayna oldu. Hüsnün cilvesi bu aynalarda zahir olunca bu ayna mazâhir (görünen yer) iĢlevini gördü. Sen'in Tamamladığın bu vasıta ile dokuz kat gök levhası renkli aynaya döndü."230

Bu konumda, Allah'ın sıfatlarının aynaya/kainata farklı sûretlerde aks ettiğini söylemiĢtik. Burada Nevai Allah'ın zatını, isim ve sıfatlarının mazhar olduğu, çıktığı

yer olarak anlar. Yani zat, hüsün/isim ve sıfatlar vasıtasıyla cilve eylemektedir. Buna göre bu hüsün, her an farklı bir sûrette tecellî veya zuhur etmekte, bunların göründüğü yer yani mazâhir ise kainat olmakta veya kainat bu duruma aynadarlık etmektedir. Ancak isim ve sıfatlar her an farklı bir sûrette zuhur ediyorsa, bu durum, mümkin varlıkların yaratılmasının süreklilğini de mi zorunlu kılmaktadır? denilirse, buna Ģairimiz evet cevabını verecektir. Zira ona göre, aynaların/mümkinlerin de tekrarı zarurîdir. Ġlgili beytler:

Aynı ma'şuklukda cilve-i zât, Özini körgeli tileb mir'ât.

Hüsnünge her dem özge sûret olub, Közgü tekrarı hem zerûret olub. Niçe hüsn içre cilve zâhir anga, Közgülük eyleb mazâhir anga. Hüsnüng eyleb okuş sıfât içre, Her zaman cilve kâinât içre. Belki mazhar libasıda yaşunub, Öz cemâlı zuhûrıda avunub.

Uzunga o`zni dardnok aylab, Uzni o`z husnunga-o`q halok aylab. Bark-ı hüsnüng çü her nefes saçılıb, Gayr uşul bark otıga yakılıb.

Allah "maĢukluk halinde zatının cilvesini görmek için közgü/ayna istedi. Hüsnüne her an farklı sûret meydana geliyordu, bununla aynanın tekrarı da zarûret oldu. Bir çok hüsün içinde cilve zahir oldu O'na, mazahir de aynadarlık ediyordu. (Allah'ım), hüsnün farklı sıfatlarla her an kainatta cilve eyliyor. Belki mazhar libasında gizlenerek kendi cemalının zuhuruyla avunuyorsun. Kendine kendini dert ortağı eyleyerek kendini kendi hüsnünle helak ediyorsun. Hüsnününün ĢimĢeği her nefeste saçılmakta ve gayr bu ĢimĢek ateĢinde yanmaktadır."231

Yukarıda da söylediğimiz gibi Nevai, isim ve sıfatları dıĢında mümkinlerin aynasında akseden sûretin Allah'ın kendisi olduğunu da ileri sürmektedir:

231 Nevai, Seb'a-yi Seyyâr, I. BĢk. s. 68.

Her suver içre cilveger hem sen, Cilveger demeyin suver hem sen. "Her sûret

içinde cilve eden hem sensin, sadece cilve eden değil sûretin kendisi de sensin."232

AnlaĢıldığı gibi Nevai, bu tecellî gerçeğini, Allah'ın kendi aynası veya mümkinlerin aynası üzerinde tecellî ettiğini ileri sürmekte ve mümkin varlıkları her iki Ģekilde de Allah'ın tecellîsini gerçekleĢmesini sağlayan bir vasıta olarak kabul etmektedir. Buradaki ayna metaforuna bir ad vermemiz gerekecekse, bir önceki baĢlıkta bahsettiğimiz mümkinâtın vücuda gelmeden önceki halleri, Allah ilmindeki mahiyetleri anlamındaki ayân-i sâbite diye biliriz.233

Bununla beraber Nevai'de, zat bir, tek olup isim ve sıfatların sınırsız Ģekilde zuhuru söz konusudur. Bununla, Allah Teala'nın isim ve sıfatlarının bu zatın cilvesiyle ortaya çıktığı anlaĢılmaktadır. Bunların görülen yerleri/mazharları kainat olup kainatın kendisi de bir esma tecellisi olarak ortaya çıkmaktadır. ĠĢte bu tanıma Ģeklini, Allah'ın kendi zatı dıĢında baĢka varlıklarda kendisini tanıma isteği olarak izah etmek mümkündür.

Hulasa ifade edecek olursak Nevai, mülk aleminde cereyan eden tecellî sürecini üç aĢamada veya üç farklı Ģekilde ele almıĢtır. Birinci tecellî olayında Allah'ın zatını mazâhir yani eĢyanın çıktığı yer olduğunu iddia etmiĢtir. BaĢka bir tabir ile mümkinler Allah'ın zatına karĢı cilve eyleyerek ortaya çıkmıĢtır. Ġkinci tecellî gerçeğinde ise Zat'ın cünbüĢ etmesi veya hareket göstermesiyle kainat ortaya çıkmıĢtır. Meselenin üçüncü aĢamasında ise Allah zat, isim ve sıfatlarıyla mümkinler üzerine tecellî ederek varlıkları vücuda getirmiĢtir. Buna bağlı olarak da Nevai, Allah Teala'nın, kendisini tanımak için mümkinleri bir vasıta olarak yarattığını ileri sürmüĢ ve yaratmanın da zarûri olduğunu dile getirmiĢtir. Böylece Nevai'nin, tecellî süreciyle vücuda geldiğini ileri sürdüğü varlıkla ilgili bütün görüĢleri, Allah'ın varlığının delili olarak da ortaya çıkmaktadır.

Kelam ilminde böyle bir yaratma modeli mevcut değildir. Kelam ulemasına göre Allah Teala zatının bir gereği olarak varlığı halk etmektedir. Çünkü Allah zatı itibariyle Hâlik'tir. Yine O, kudreti itibariyle "fail-i muhtâr" olduğundan, O'nun

232 Nevai, Seb'a-yi Seyyâr, II. BĢk. s. 70.

hakkında yaratmanın zorunluluğu da düĢünülemez. Ancak Nevai, buna benzer yaratma düĢüncesinden de bahseder.