• Sonuç bulunamadı

B. SEZAİ KARAKOÇ’UN ŞİİRLERİNDE DİN VE METAFİZİK ALGISI

5. Tasavvuf Ve Mistisizm

Daha önce Sezai Karakoç üzerine doktora tezi hazırlayan Münire Kevser Baş ise tez çalışmasının ardından yayınladığı Sezai Karakoç Şiirinde Metafizik Vurgu adlı kitabın kaleme alma ve yazma sebebini şöyle açıklar:

54

Tezin çerçevesini oluştururken onun şiirlerini dışarıda tutmayı uygun görmüştük. Çünkü şiir, yorum alanı bambaşka olmaya müsait bir tür gibi algılanır genelde. Ancak şimdi anlıyoruz ki, Sezai Karakoç için bu algılama neredeyse söylenemez. Şüphesiz şiir yaşanan, hissedilen, algılanan gerçekliğin en yoğun, en kapsamlı, en dolaysız, en veciz ifade edilme biçimidir. Sezai Karakoç için ise bu duruma eklenmesi gereken bir şey daha olduğu kanaatindeyiz. Sezai Karakoç için şiir, rüyası görülen bir gerçekliğin eskiz alanıdır. … Karakoç, düşünce ve yazılarında dile getirdiği, açıklamaya çalıştığı kavramsal bütünlük ve ahengi, şiirlerinde yerleşik kılmıştır (Baş, 2011: 8).

Buradan hareketle Karakoç’un Poetika’sında metafizik unsurları ortaya koyarken çalışmamızda yaptığımız gibi yazılarının yanı sıra şiirlerine de yer vererek konuya açıklık getirmesi bakımından daha tercih edilir bir yöntem olarak karşımıza çıkmaktadır.

Karakoç’un düşünce dünyasında, medeniyet kavramının öncelikle vurgulandığı yaygın bir görüştür. Bu kanaat doğru fakat eksiktir. Karakoç’un tüm eserlerinde kanaatimizce asıl vurgu metafizik kavramınadır. O, bir medeniyet dirilişi umuduyla yola çıkmıştır. Bu medeniyetin en temel en ayırt edici, en vazgeçilmez niteliği güçlü ve özgün bir metafizik vurgusuna sahip olmasıdır. Karakoç’un medeniyete kendi ürünü olarak sunduğu şiirinin de en belirgin özelliği işte bu metafizik vurgunun belirleyici konumudur (Baş, 2011: 13).

Diriliş düşüncesi, Karakoç’taki metafizik kavramının bir nüvesidir, meyvesidir. Ondaki bütün kavramlar, metafizik kavramın bir sonucudur.

Karakoç’un şiirleri çok güçlü ve yüksek bir metafizik duyarlığı bünyesinde taşır. Bu şiirin böyle bir nitelemeyi haklı kılacak iki temel özelliği vardır. Öncelikle Karakoç şiirinin atmosferi, bu şiirlerin şairinin bireysel iç dünyasının bu türden bir eğiliminin olduğu daima kendini hissettirir. Hatta bu durum bir eğilimden daha öte bilinçli bir kabulleniş ve sonsuz bir teslimiyet şeklindedir. Karakoç’un şiir dünyasına son derece güçlü, dingin ve huzurlu bir zemin sağladığı da ortadadır.

İkinci nokta ise, Karakoç’un imgeleminde ciddi bir yer tutan metafizik ögelerdir. Şairin yetkin kalemi, onun gelenekten beslenmekle birlikte rahatlıkla modern diyebileceğimiz şiir diline, çağdaşlarından çok farklı imge ve kavramları yerleştirmiştir. Muhyiddin Arabi, Mevlana ve Yunus Emre’yi üstat bildiğini açıkça belirttiğine göre metafiziksel olarak nitelendirdiğimiz kavramların yoğun olarak tasavvufi mahiyette olduklarını söylemek yanlış bir tespit olmasa gerektir. Ancak şu da var ki, Sezai Karakoç şiirine tamamen tasavvufi şiirdir demekten sakınmak gerektiği kanaatindeyiz.

55

Karakoç’un, şiirlerinde tasavvufi ögeleri kullanır fakat bu ögeler kadar Batıdan da imgeler kullanmıştır. İlk okunduğu günden beri popülerliğini ve güncelliğini kaybetmeyen ünlü şiiri Monna Rosa bunun en güzel örneğidir. Hatıralarında bu şiirin çokça gündeme gelmesinden rahatsız olduğunu ve Monna

Rosa Şairi diye anılmaktan korkar olduğunu anlatır.

Sezai Karakoç’u Monna Rosa ya da Tasavvuf alanına çerçevelemek yanlış olur. Onun şiir çizgisinde metafizik içeriğini göz önünde bulundurarak daha çok evrensel imgeleri kullandığını söylemek onun şiirini için doğru bir ifade olur.

Karakoç metafizik değerleri, insanın bir parçası olarak görür ve bu yönüyle de metafizik içerikli diğer şairlerden ayrılır.

Metafizik değerleri anlatan Necip Fazıl ve arkadaşları insana inmezken, Cahit Sıtkı ve arkadaşları bu değerleri yaşamaya indirgemeye çalışıyorlar; fakat onun karşısında şu veya bu yolda bir davranış göstererek. Sezai Karakoç’ta ise insanla bu metafizik değerler iç içedir, insandan ayrılmazlar. Onun için Karakoç’ta bu ‘yüce yaşamaları’ ne insanın üstünde görmek ne de insana indirmek meselesi var. Mesele sadece onu ‘güzelleştirmek’ tir. Mademki bu kavramları bir veri olarak kabulleniyoruz, o halde onun karşısında böyle bir durum alışımız da tabidir. Karakoç’ta ölüm ‘güzel’, ‘uslu’, ‘yumuşak’ veya ona ‘bir şeyler katarak’ biz ‘güzelleştiririz (Özdenören, 1964: 11).

Şairin ölüme yüklediği anlamla ölümü alışılagelenin tersine bir algıyla sunarak okuyucusuna ölümü güzelleştirmesi Özdenören’in bakışını doğrular nitelikteki dizelerdir.

Senin mesleğin bir bakıma bir ölüm mesleği Bozulmuş saatleri ölümle iyi etmek

Ölümle açmak kurumuş dudakları Ölümle açmak kapanmış gözleri Öleni ölümle diriltmek

Ölümle sağ tutmak sağ olanı Ölümün ışınıyla görmek

56 Karanlık gecede

Kara taştaki

Kara karıncayı (Karakoç, 2012: 222)

İnsanoğlunun kibrini sembolize eden Tavus Kuşu’nu şiirine taşıyarak oluşturduğu imgeyle, kibirden nasıl sıyrılıp temizlendiğini ve bu temizlenişi de ak kanat olarak anlattığı dizelerde yine Özdenören’in görüşünü destekler mahiyette, metafizik değerlerin insanla iç içe olduğu görülür.

Sana tavus kuşunun içime girdiğini

Son, en son söz olarak söylemek istiyorum. İçime girdiğini, tüyünü yolduğunu

Son, en son söz olarak söylemek istiyorum. İçimde tavusların bir bir kaybolduğunu, Bana da bir çift ak kanat kaldığını

Son, en son söz olarak söylemek istiyorum.

(Karakoç, 2012: 33)

Karakoç’un şiirindeki tasavvuf ve din konusuna dair farklı açılımını Ahmet Oktay’ın değerlendirmelerinde de görmekteyiz. Karakoç’un dini ve tasavvufi konumunu belirlerken şunarı söyleyebiliriz: Onun, güncel olanla yani akıp giden hayatın sıcak anına karşılık gelen yaşantıyla, aktifleşip pratiğe dönüşen somutlukta bir din ve tasavvuf tasavvuru vardır. Bunu yaparken metafizik boyutu fiziksel yaşama taşıyıp maneviyatı canlı tuta amacı vardır. Bu amaç onu asrıyla barışık, güncelle iç içe ve çağdaş bir sanatçı yapar. Karataş’ın da bir nevi ifade ettiği budur:

57

Karakoç dinsel (dini) / tasavvufi içeriği somut olanda ve şimdiki zamanda eklemeyi istiyor. Gündelik yapıp etmelere içselleştirmek dinsel (dini) yaşantıyı ve deneyimi; gündelik pratiklerde, her türlü coşkunlukta ve dolgunlukta görünür kılmak: Amacı budur. Bu amaç, ister istemez Karakoç’u çağdaş ve çağcıl olmaya zorlar. Elbette ki bu çağdaşlık ve çağcıllık doğrudan doğruya İslam düşüncesi içinde temellenmiş, kendi özgül sorunsallarıyla biçimlenmiştir. Dünyanın ve gerçekliğin rasyonalist ve teknolojik kavranışı da toplumun örgütlenişi ve insanlar arası ilişkilerin düzenlenişi de İslami eskatologyaya (...) bağımlı kılınmıştır (Karataş, 2013: 366).

Karakoç dini kaynakları referans aldığı gibi bunları açıkça beyan etmekten de hiçbir zaman geri durmamıştır. Eserlerinde belirgin bir dindarlık ve metafizik boyut görülürken bunları sanatında kimi zaman açık ve net kimi zaman imgeli ve örtük olarak işlemiştir.

Sezai Karakoç’un şiirindeki hâkim düşüncenin dini yahut metafizik kaynaklı olduğunu özellikle belirtmek gerekir. Şöyle de söyleyebiliriz; Karakoç’un birçok şiirinin özü inançla beslenir. Din onun şiirinde bir duyarlık, bir bakış açısı, bir algılayış biçimidir. Hemen çoğu şiirinde inanç dünyasının ve bu dünyanın geçmişten bugüne oluşturduğu uygarlığın motifleri, çoğu kez girift ve soyut, yer yer açık somut bir biçimde görülür (Karataş, 2013: 366).

Karakoç’un şiirlerinin özünde din duygusu ve metafizik vardır. Bu metafizik öz sanatını parlatan aydınlık bir ışık gibidir adeta. Metafizik ruh çıkarılırsa donuk ve ölü bir kalıp kalır geriye. Sanatının can damarını metafizik oluşturur.

Din duygusunu, inancın beslediği özü, metafizik açılımı ve gerilimi Sezai Karakoç şiirinden çıkardığımızda, geriye soluk benizli, kanı canı çekilmiş bir ceset kalır nerdeyse. Karakoç şiirinin ruhunu ışıtan, parlatan, onun için büyük bir hazine olan ‘din’ dir. O bir mutasavvıf değil belki, ama İslam’a teslim olduğu aşikârdır. Şiirleri buna apaçık şahadet eder (Karataş, 2013: 367).