• Sonuç bulunamadı

SEZAİ KARAKOÇ’UN POETİKASINDA SANATÇI

Edebiyat Yazıları I isimli eserinde Karakoç’un sanatçı ve onun ortaya

koyduğu eseri hakkındaki görüşlerini anlattığı yazılarını şu şekilde sıralayabiliriz:

Kavramlar ve İlkeler, Fizikötesi ve Sanatçı, Sanatçı ve Realizm, Şair, Şair Ahlakı, Şairin Tragedyası, Şairin Yeniden Doğuşu, Pergünt Üçgeni.

Kavramlar ve İlkeler adlı yazısında, metafizik, soyut ve diriliş somutlaması

kavramlarına yüklediği anlamı ve özgün bakışını görmekteyiz. Sanatçı, sanat eserini oluştururken bazı evrelerden geçer. Karakoç, bu evreleri çok açık bir şekilde ifade eder. Karakoç’a göre öncelikle sanatçının işi bir yaratış işi olmakla beraber, onun işi yoktan var etmek değildir. Sanatçı, üretkenlik konusunda Tanrı ile yarışmaz. Çünkü onun işi yoktan var etmek değil, var olandan yeni bir şey üretmektir. Bunu yaparken de Tanrıdan izin alarak, büyük bir alçakgönüllülükle yapar. Alçakgönüllü bir şekilde haddini bilirse, eşyayı teslim alması da kolay olacaktır. Tanrıya teslim olmayan

eşyayı teslim alamaz (Karakoç, 2012a: 13).

Sanat eserinin ortaya çıkması için birinci evre, sanatçının modelini doğadan koparmasıyla başlar. Doğadan koparılırsa modelin direnişi kırılabilir ve ancak o şekilde sanatçının vereceği şekle girebilir. Model, sanatçının son üfüreceği soluğu kabul edip bir oluşum gösterir ve sanat eseri doğar böylece. Bir cam ustasının cam fanus yapmak için doğadan aldığı bir tutam kumu işlemden geçirip son merhalede ona üfleyip nihaî şeklini vermesi gibi. İşte o son üfleyiştir cama son şeklini veren.

Karakoç, bir ölü yıkayıcısına benzetir sanatçıyı. Sanatçı, ölünün masada yatışı gibi eşyayı tamamen doğadan koparıp onu teslim alır, sonra ona kendi ruhundan üfleyerek işleme tâbî tutar. Ama onun işi öldürmek değil, diriltmektir. Dolayısıyla Sezai Karakoç’un sanat ve yaşam felsefesinin özünü oluşturan Diriliş düşüncesine götüren, kendi sanatçı kimliğidir. Diriliş düşüncesinin özünde ise değişim ve yeniden varoluş yatar.

Böylece sanatçının elinde şekillenen sanat eseri âdeta dirilmiş ve yepyeni bir kimliğe bürünmüştür. Öyleyse nedir sanat eseri? Karakoç’un ifadesiyle:

28

Bence sanat eseri; öyle bir varlık ve yaratıktır ki, bir açıdan insanı metafiziğin yüksek fırınlarına sokup çıkarırken, öte yandan tek başına bulutsuz ve sakin, zeytin dalı, çam kokusu ve güvercin dolu yaz göklerinde; yüksek heyecanlarda dolaştırır (Karakoç, 2012a: 45).

Sanat anlayışını tarif ederken, dünya görüşüyle olan güçlü bağına da vurgu yapar:

Sanat tutumum, genel dünya görüşümün bir bölümünden başka bir şey değildir. Onu bir sesin, yeni bir sesin sırtına yüklemekten ibarettir. Benim şiirim, aşk, hürriyet, yaşayış ve ölüm gibi var olmanın dinamitlendiği noktalardaki trajik espriyi, irrasyonele ve absürde bulanmış (mutlak)ı zapt etmektir (Karakoç, 2012b: 44).

Karakoç, metafizik kavramların, sanatın özünü oluşturduğuna inanır. Hayatımızı yöneten ilkenin sadece zekâdan ibaret olmadığını, gönlün akıldan daha üstün olduğunu, hepsinden önemli ve güçlü olanın ise ruhumuz olduğunu söyler. Sanatçının fizikötesi ve soyutlamayla bağı kurulmuş olur bu anlayışta. Sanatın

amentüsünde, metafizik ve soyut, biri insanüstünün ve doğaüstünün, öteki zaman ve şartlar üstünün kapılarını aralar (Karakoç, 2012a: 12). Soyutlama noktasında

fotoğrafla resim arasındaki farkın fotoğrafçının kamerasını ressamın fırçası gibi kullandığı zaman ortadan kalkacağını savunur.

Karakoç, Fizikötesi ve Sanatçı adlı yazısında da sanatçıyı şöyle tarif eder:

Sanatçı, adeta, bilmediğimiz bir dünyadan, bir kaza sonucu, dünyamıza düşmüş bir yaratıktır. Yani, fizikötesi yaşantılı bir kazazede… ...Düpedüz yabancıdır o. Yabancı gelmiştir ve yabancıdır. Ona düşen, bu yabancılığı ortadan kaldırmak, şu dünyaya alışmaktır (Karakoç, 2012a:

13).

Böylece sanatçının farklılığını ortaya koyar Karakoç. Ayrıca sanatçının bu farklılıktan ne kadar ıstırap duyduğunu dünyalı olma çabası ve çilesini ifade eder. Ne kadar uğraşsa da fizikötesinden taşıdığı izler bir şekilde eserine, sözlerine yansıyacak ve kendini ele verecektir. Necip Fazıl da Çile adlı eserinde sanatçının kendini arayışını etkin dizelerle anlatır:

Gaiplerden bir ses geldi: Bu adam, Gezdirsin boşluğu ense kökünde!

29 (Kısakürek, 2012: 16)

Derken bu ağır yüke işaret eder. Yaşadığı fikir çilesini anlattığı başka şiirleri de vardır:

Bir fikir ki, sıcak yarada kezzap, Bir fikir ki, beyin zarında sülük. Selâm, selâm sana haşmetli azap; Yandıkça gelişen tılsımlı kütük. (Kısakürek, 2012: 18)

Peygamberler ve sanatçılar arasında da bir ilgi kuran Karakoç, aradaki farkın peygamberin gönderilmiş olduğunu bilmesi ama sanatçının bunun farkında olmaması olarak açıklar. Yitik beni arıyordur sanki sanatçı; öz benini arıyordur (Karakoç, 2012a: 25).

Şair Karakoç eserlerini adeta, insanlık adına bir kurtuluş vesikası, bir aydınlanış rehberi şeklinde metafizik bir duyarlılıkla oluşturur. Ama bunu içgüdüsel olarak metafizik dürtülerle yapar. Doğrusu dünyaya yabancılığı onu öyle acıtır ki bütün çabası bu acıya son vermektir. Bunu yaparken insanlığa da bir kurtuluş reçetesi sunduğunun, onları ötelere yönlendirdiğinin farkında değildir. Metafizik bir arayış içindedir sürekli. Bu arayışı eserlerinde görmek mümkündür.

Fizikötesi ve Sanatçı başlıklı yazısında “Sanat, kaçsa da, inkar etse de, Tanrı’ya doğrudur hep” derken dünyadaki sanatçıları da aynı potada

değerlendirmiştir. Karakoç’a göre: Kafka, Tolstoy, Dante, Oscar Wilde, Claudel, Valery, Rilke, Dostoyevski, Gide, Beckett, Rimbout, Eliot, Maeterlinck, Camus gibi sanatçılar metafizikle öyle ya da böyle örüntülüdür (Karakoç, 2012a: 28).

Yine Müslüman sanatçılardan Yunus Emre, Mevlâna, Attar, Câmi aynı metafizik örüntüyü taşıyan sanatçılardır. Eserlerinde ruhaniliğin esintileri açık bir şekilde hissedilir. Hatta Divan şairlerimize bile bu mistik hava sinmiştir. Bunu,

30

Nesîmî, Fuzûlî, Nâbi, Nef’i, Şeyh Gâlip, Bâkî ve Nedim’de açıkça görürüz (Karakoç, 2012a: 29).

Sanatçı yaşadığı çevreden ne ölçüde etkilenir? Sadece yetenekle doğmuş olması onu hak ettiği sonuca ulaştırır mı, zirveye taşır mı? gibi sorulara açıklık getirmek için bu konudaki yazılarına bakmak gerekir. Karakoç’un, Edebiyat Yazıları

II kitabının başına aldığı Sanat ve İmkân başlıklı yazısından sanatçının oluşumunun

sadece yeteneğe bağlı olmadığını anlıyoruz. Yaratılışta var olan yetenek ancak uygun bir ortamda filizlenip yeşerebilir. Uygun ortamı tarif ederken de ipekböceği örneğini verir. İpekböceğinin koza örmesi için dutluğa ihtiyacı vardır. Kanuni, kazandığı onca başarısı varken yegâne övündüğü asıl başarısının Bâkî’yi keşfetmek ve Mimar Sinan’la aynı çağda yaşamak olarak vurgular. Mimar Sinan’ın ve Bâkî’nin Kanûnî devrinde yaşamasının bir rastlantı olamayacağını iddia eder Karakoç. Aynı şekilde Hüseyin Baykara da, Ali Şir Nevâî’ye uygun ortam ve imkân vermiştir. Firdevsî ve Gazneli Mahmut eşleşmelerini vererek tezini güçlendirir. Gazneli Mahmut, ülkenin tüm kütüphanelerini Firdevsî’nin emrine vermiştir. Dünyadan verdiği örnek ise Goethe’ye Weimar’da sağlanan imkânların Faust’un ortaya çıkışında önemli bir payı olduğudur (Karakoç, 2012b: 9).

Psikolojide çokça tartışılan ‘sanatçı doğulur mu? Sanatçı olunur mu?’ sorusuna Karakoç, açıklık getirir. Yetenekle doğan kişi öncü olabilir fakat zirve olabilmesi için uygun bir ortamda neşvünema bulmalıdır der. Osmanlı İmparatorluğu döneminde zirve olan insanların yaşadıkları yerlerden İstanbul’a göç ederek cemiyete faydalı hale geldiklerini söylerken kendisinin de aynı duygularla göç ettiğini itiraf eder. Babıalide Sabah, 29.04.1968 tarihli Tayf başlıklı yazısında Ergani gibi küçük tarihi bir kasabadan İstanbul’a gelişinin sebebini anlatır. Kutsal görevinin, topluma karşı ödevi olarak gördüğü doğruları söylemek olduğunu bunu gerçekleştirmenin yolunun da ancak büyük nehirlerin kıyısından büyük şehirlerin ortasına bir ’tayf‘ gibi inerek gerçekleşebileceğini ifade eder.

Bütün bunlardan yola çıkarak Karakoç’un sanatçı portresini şöyle özetleyebiliriz: Sanatçı; fizikötesi yaşantılı üstün bir insan olmakla birlikte, acı çeken, bu acılarını eserlerine yansıtarak insanlığa öteleri işaret eden, milletin geleceğini ve ufkunu belirleyen bir öncü niteliğini taşımaktadır, diyebiliriz.

31