• Sonuç bulunamadı

SEZAİ KARAKOÇ’UN POETİKASINDA ŞAİR

Karakoç, Dişimizin Zarı yazısında Necip Fazıl, Ahmet Hamdi ve Ahmet Kutsî’nin şiirinden bahsederken kendi şair gerçeğini ortaya koyar; Şair, öbür

kişilerden farklı üstün bir kişiydi. Günlük yaşamların üstünde, yüce duygu ve düşünceler onu ilgilendiriyordu. Ölüm, aşk vs. olağanlıklarını terk ediyorlardı şiire girerken. Şehvet bile uğranılan bir kader haliydi (Karakoç, 2012b: 28).

Şair, öbür kişilerden farklı üstün bir kişiydi derken şairi sıradan insandan ayırdığını ve ona üstün bir kimlik verdiğini anlıyoruz. Çünkü şair, olaylara gündelik yaşamların çok üstünde yüce duygularla bakar ve onun üstün sezgi kabiliyeti olayların iç yüzünü gösterir. Bu sezgi gücü ve üstün kişiliğiyle topluma önder olacak bir yaratılıştadır. Şair, kelimeler ülkesinin sultanıdır.

Bu yazıdan şairin misyonunun kendi olağanüstü duyarlılığını bütün şiddetiyle kelimelere yüklemek olduğunu anlıyoruz. Diriliş Partisini ve bu partinin kapatılmasının ardından Yüce Diriliş Partisi’ni kurmasını bu düşünceden hareketle izah edebiliriz. Parti kurmakla, şairlerin de siyasette söz sahibi olabileceğini gösterir. Parti kurması bir çok çevre tarafından eleştirilmiştir.

Metapoetik alanda söz söyleyen şairin toplum tarafından yadırgandığını ifade eden ‘Şair Ahlakı’ başlıklı yazısında serzenişini dile getirir. Şairliğini ve şiirini alkışlayan toplum, ona bir toplum önderi olma hakkını tanımak istemez ve şairi sürekli gama gömülmüş olarak görmek ister. Siyasetle şairin içli dışlı oluşuna örnek olarak da kendisine üç şairi seçmiştir. Bunlar, Fuzûlî, Nef’î ve Yahya Kemâl’dir. Bu şairlerin yaşadıkları dönemdeki bozuk düzene sessiz kalmayarak kalemlerini bir kılıç gibi kullandıklarını tarihi gerçeklerle anlatır. Evet, şair, milletinin sözcüsü,

yorumcusu ve gerekirse yol gösterenidir. Şair, milletinin kalbidir. Atan nabzı, çarpan yüreğidir (Karakoç, 2012a: 54).

Peygamberimiz döneminde de şairler dini yaymakta büyük rol oynamışlardır. Peygambere Kureyş’in, şair demesinin bir aşağılama olmadığını tam aksine O’ndaki yüceliği sezerek bu ismi verdiklerini savunur Karakoç. (Karakoç, 2012a: 48) Kur’an- ı Kerim, bu iddiaları şiddetle reddeder. Kur’an, indiği toplumda inançtan, yaşantı ve

32

alışkanlıklara varana kadar köklü yenilikler yapmış çoğu cahiliye âdetini kaldırmıştır. Ne var ki şiire dokunmamış bilakis şiiri dinin tebliğinde bir araç olarak kullanmıştır. Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et. Onlarla mücadeleni

en güzel metotla yap (Nahl Suresi: 125).

Şiirden bir kısmı şüphesiz ki hikmettir (Buhari, 1973: 154) buyuran

Peygamberimizin şiire bakışı manidardır. Burada bir kısmı diye tecrit edilen şiir şüphesiz ki insanlığa yol gösterici kılavuzluk yapan şiirdir. Şiir bir araçtır. Hangi amaca hizmet ettiği önem arz eder. Aynı aracı tersten okursak bu sefer insanlar için bir fesat aracı olarak da kullanılmaya müsait olduğu görülür. Hassan bin Sabit şiirleriyle müşrikleri hicvetme emrini bizzat Hz. Peygamberden alır: Onları hicvet,

Cibril seninle beraberdir (Buhari, 1972: c.2: 396). Cihadın sanatla da yapılacağı

örneğini görüyoruz bu hadiste. Vahiy meleği Cibril’in de şairle beraber oluşu vahiy ve ilham kardeşliğini ilan eder niteliktedir. Peygamberimiz dönemindeki şairler arasında İbn-i Abbas’ı da anan Karakoç, onun deve üzerinde Hz. Peygamber’e şiirler okuduğundan bahseder, Şair başlıklı yazısında. Bu örnekte görüyoruz ki, Hz. Peygamber, şaire önem verdiği gibi şiir dinlemeye de önem vermiş ve bizzat dinlemeye vakit ayırmıştır.

Vahiy ve şiir, ilişkisine de bir açıklık getiren Karakoç, İslam şiirinin kendine özgü yeni bir şiir doğurduğunu söyler:

Bu rahmani ilhama dayalı şiirdir. Vahyin aydınlık izindeki şiir. Unutmayalım ki, şiir, alnı vahiy ve kıyamet günü ürpertisiyle aşılı hikmetten yanadır; şeytanın dil sürçmesi değildir şiir; o özgürlüğü sever; ama bu özgürlük, iğvanın ve iğfalin özgürlüğü değildir (Karakoç, 2012a: 51).

Mevlâna ve Muhyiddîn-i Arabî’yi veli şairler olarak nitelendiren Karakoç’un, aynı kategoriye koyduğu şairler arasında Yunus Emre, Su Kasidesi ve Leyla ve

Mecnun’la Fuzûlî, Hüsn-ü Aşk’la Şeyh Gâlip de yer alır.

Dünya şiir tarihinde kalıcı izler bırakan, unutulmaz isimleri tek tek sıralar Karakoç:

Maârrîler, Mütenebbihler, Ebu Nüvaslar, Faridler, Bûsirîler, Harîrîler, Endülüs devri şairleri, Peygamberler çağı şairleriyle, hatta Muallaka şairleriyle tarih içinde bir bütün oluşturarak, olumlu olumsuz yanlarıyla, çöl ve şehir, bedevilik ve uygarlık yanlarıyla, büyük bir şiiri, Arap şiirini anıtların

33

zengin sergisiyle ortaya koymuştur. İslam uygarlığının şiir ve edebiyat alanıdır bu. Sonra İslam’ın uygarlıktaki ve sanattaki atılım gücü, Acem şiiri denen büyük vak’ayı doğurmuştur. Senâi, Attar, Mevlâna, Firdevsî, Hafız, Sâ’dî, Hayyam, Nizâmî, Câmî, Tuğrâî, Rûdegî, Sâib, Şevket, Nasır-ı Hüsrev gibi büyük şairler, her biri ayrı bir vadide şiir evreninin bir başka samanyolunu çizmişlerdir. Atılım burada da durmamış, bir yandan Hint, öte yandan Türk medeniyet atılımlarında, bu yeni dillerde ve çağlarda da şiir yaratımları kuvvetle sürdürülmüştür. Ali Şir Nevai, Nesimi, Necati, Fuzuli, Baki, Hayali, Yahya, Nev’i, Nef’i, Nâilî Kadim, Azmi Zâde Haletî, Hâmi, Nedim, Nâbî, Şeyh Galip, Türk şiirinin dünya ölçüleriyle adeta ölümsüzleşmiş abidelerini sanat ve şiir sitesinde yüceltmişlerdir

(Karakoç, 2012a: 50).

Şairin Trajedyası adlı yazısında şairi etraflıca tanımlamıştır Karakoç.

Bilhassa güzel sanat dallarıyla ilintiler. Şairi bir arı gibi algılar ve her çiçekten aldığı özü kendi bünyesinde hazmederek insanlığa sunan bir sentezci olarak ifade eder.

Nedir şair? Eserinin yapısını kurarken mimar, tasvirleri ve portreleriyle ressam, natürmortlarıyla ressam, dildeki çizgileri, damarları ve kelimelerin renklerini kullanırken ressam, doğadaki ve dildeki, söz ve kelimelerdeki musikilerden özel sesler yakalar ve onlardan öz sesler üretirken musiki adamı, bestekâr ve yaşarken veli, kahraman, önder, bilgin ya da sıradan adam; zanaatçı ve sanatçı. Fakat her şeyden ve hepsinden önce şair ve hep şair ve en sonda da şairdir.

Şair nedir? Kelimelerdeki hayatı bulandır. Hayattan ve tabiattan daha güçlü bir hayatı. O, hep bu hayatı ortaya koydukça yaşanan hayat ona karşı çıkacak, karşılıklı direnç, çekiş ve gerilimden, şairin trajedisi doğacaktır (Karakoç, 2012a: 70).

Üzerinde durulması gereken önemli konulardan biri de şairin sınırları ve yeterliliği konusudur. Buna şairi bina eden ilkeler olarak da bakabiliriz. Pergünt

Üçgeni adlı yazısında şairin sınırlarını belirlediği temel ilkeleri çizmiştir Sezai

Karakoç. Peer Gynt, Norveçli yazar Henrik İbsen (1828-1906)’in en ünlü oyunlarından biridir. Oyunda Pergünt’ün hayatındaki ilkeleri benimseyen Karakoç, bu ilkeleri şiire uyarlamıştır. Söz konusu ilkeler üç tanedir:

1-Şair, kendi kendisi olmalı: Çelişmeye düşmediğimi belirterek diyebilirim ki,

şairin kendi kendisi olabilmesinin biricik yolu, değişmek, başkalaşmak. Şairin durması, şiirin erken bunamasıyla birdir (Karakoç, 2012a: 91). Sanatçının kendi

kendisi olmasını, gelişmeyle doğru orantılı gören Karakoç, bunun gerçekleşmesi için sanatçının kendisini çevreleyen her şeyin sınırlarını en uç noktada zorlayarak yani durmadan, sürekli gelişerek mümkün olduğunun altını çizer.

34 2-Şair, kendine yetmeli:

Yeterlik ilkesi ırmağın ilkesidir; ırmak, çıkışı, batışıyla eşyaya bağlıdır. Ama varoluşuyla kendi kendidir, kendine yeter. Aldığı sular verdiği suları karşılar, ırmak ortada hür kalır… ...Eserinin tohumunu ve geliştirecek iklimini, şairin kendi varlığından alması anlamına gelir yeterlik ilkesi. Yani fildişi kuleyi biz dışına çeviriyoruz; evren şaire bir fildişi kule olmalı; şafakta kaybettiği güvercinleri, şair bir ikindide bulabilmeli (Karakoç, 2012a: 92).

3-Şair, kendinden memnun olmalı:

İşte en çok tehlike olan ilke. Gerçekte en sağlam olan. Bu memnunluk, bir gün geçiricinin, bir ne oldum delisinin kendinden memnunluğu olmamalı. Eserin şairini sevinçle titretmesi demek bu. Şair, eserini sevmeli. Onu okşamalı, ama yaramazlıklarına da göz yummamalı. Beğenmediği davranışlarını gücendirmeden ona anlatmalı, onu kendini düzeltmeğe kandırmalı ve bunu da inandırmalı ona. ‘Beni andırıyor, ah, beni o’ demeli (Karakoç, 2012a: 93).

Şair kendi özünden beslendiği zaman daha da üretken olacaktır. Bu da ona bir nevi yaşam enerjisi ve sevinç verecektir. Sanatçının sanatını oluşturan asıl gerçek onun çektiği acılar değildir. O acıları aşarak hakikate ermesi sonucu sevinçle ortaya çıkar eser. Dolayısıyla sanatın harcında sevinç vardır. Hakikate eren ruhun sevinci.