• Sonuç bulunamadı

2.2. Kabul ve Ret Açısından Kur’ân’da Mecaza Yaklaşımlar

3.1.4. Tasavvuf Alanında

İbn Teymiyye’nin tasavvuf anlayışını konu alan çalışmalarda onun tasavvuf karşıtı hatta tasavvuf düşmanı ya da kendisine özgü bir tasavvuf felsefesinin olduğu ve tasavvufu benimsediği şeklinde iki farklı tez ortaya atılmaktadır. İbn Teymiyye’nin eserlerinde bu iki karşıt görüşü de destekleyen bir hayli malzeme bulmak mümkündür.

İbn Teymiyye, sufîler hakkında öne çıkan yaklaşımları ikiye ayırmaktadır. Buna göre; tasavvufa karşı olan bir grup vardır ki onların nazarında sufîler, dinin özünde bulunmayan pek çok şeyi ihdas ettikleri için bid’atçı ve sünnetmuhalifidirler. Diğer bir grup ise sufîlerin peygamberlerden sonra insanların en hayırlıları olduklarını söyleyecek kadar ileri gitmişlerdir. İbn Teymiyye birinci görüşü dışlayıcı, ikinci görüşü aşırı yüceltmeci ve mutlak bularak her ikisini de reddetmekte ve sûfîler hakkında “doğru” olarak nitelendirdiği kendi görüşünü söylemektedir.473

Buna göre sûfîler; “Diğer taat ehlinin yaptığı gibi Allah’a itaat etmek için gayret sarfeden insanlardır. Bunların içerisinde çabası nisbetinde Allah’a yaklaşan (mukarreb) ve kullukta önde gidenler (sâbık) olduğu gibi, ashâbü’l-yemînden olup orta bir yol tutanlar da vardır. Bu iki grup içerisinde hata eden de günah işleyen de bulunabilir.”474

Bu niteliklere sahip olan sûfîleri hakikat ehli (sûfîyyetü’l-hakâik) olarak niteleyen İbn Teymiyye, tasavvuftan geçim temin edenleri sûfîyyetü’l-erzâk; sûfî elbisesi giymek ve

470

İbn Abdülhâdî, el-Ukûdü’d-dürriyye, s. 322-324; İbn Receb, ez-Zeyl, IV, 523-524; Kermî, el-Kevâkibü’d-

dürriyye, 141-145. 471

İbn Receb, ez-Zeyl, IV, 505.

472

İbn Abdülhâdî, el-Ukûdü’d-dürriyye, s. 322-324.

473

İbn Teymiyye, Mecmû, XI, 13-14.

474

birtakım tasavvufî gelenekleri yerine getirmekle yetinenleri sûfîyyetü’r-resm (şekilci sûfîler) diye adlandırmaktadır.475

İbn Teymiyye tasavvuf geleneğinde önemli bir yeri olan velayet, sekr ve cezbe gibi tecrübeleri kabul etmekle birlikte tüm bu tasavvufî kavramları Kur’ân ve sünnet çizgisine çekmekte ve bu iki kaynaktan beslenerek kavramların içini doldurmaya özen göstermektedir. Bu bağlamda mesela veli olmak, toplumun belirli bir kesiminne özgü değildir. Bid'at ehli ve günahkâr olmadığı müddetçe, ilim ehli, mücahit, tüccar, çiftçi gibi herkes veli olabilir. Nitekim Selef, din ve ilim ehli için kurrâ tabirini kullanmış ve bu grubun içine hem ulema hem de zahidler dahil olmuştur. Burada ölçü tasavvufa mensup olmak değil, Kur’ân’ın ifadesiyle476 takva ehli olmaktır.477 Velinin gönlüne birtakım ilhamlar gelebilir. Bu durumda veliye düşen görev, bu ilhamlardan Kur’ân ve sünnete uygun olanlara itibar edip muhalif olanları kabul etmemektir.478

İbn Teymiyye’ye göre Allah’ın azametini, celal ve cemalini müşahede eden müminin kalbi buna dayanamayıp bazen bayılabilir. Sekr halindeyken bazı yanlış şeyler de söylemiş olabilir. Bu durumda mazurdur. Ancak aklı başına geldikten sonra bu sözlerinin doğru olmadığını ifade etmez ve itikat haline getirirse işte bu durumda sapıtmış olur.479

İbn Teymiyye sufilerin büyük önem atfettiği bâtın ilmini de kabul etmektedir. Ancak dinle ilgili zahîrî ilimler Hz. Peygamber (s.a.v) den öğrenildiği gibi, batınî ilimler de ondan öğrenilir. Onun dışında başka bir kaynaktan alınabileceğini, bu noktada peygambere ihtiyaç olmadığını iddia etmek, dinin bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr etmek anlamına gelir.480

Bir kimse zühdü en yüksek dercede temsil edecek şekilde gece gündüz Allah’ı zikredip ibadet ve taatta bulunsa bile Kur’ân’a tabi olmadığı sürece şeytanın dostlarından birisidir. İster gökte uçsun isterse suda yürüsün fark etmez.481

İbn Teymiyye, Ebû Süleyman ed-Dârânî (215/830), Cüneyd el-Bağdâdî (297/909) gibi sûfiyyenin önde gelen isimlerinin de tıpkı kendisinin yaptığı gibi Kur’ân ve sünnetmerkezli bir tasavuf anlayışına sahip olduklarını, bu iki kaynağın olumsuz şehadette bulunduğu her

475

İbn Teymiyye, Mecmû, XI, 13-14.

476

Hucurat, 37/13.

477

İbn Teymiyye, ag.e., XI, 11.

478

İbn Teymiyye, a.g.e., XI, 115.

479

İbn Teymiyye, a.g.e, XI, 45.

480

İbn Teymiyye, a.g.e., XI, 126.

481

türlü mistik tecrübeyi batıl olarak kabul ettiklerini, onların sözlerinden nakiller yaparak ifade etmektedir.482

İlk dönem sûfîleri hakkında genellikle olumlu bir kanaate sahip olan İbn Teymiyye’nin, tasavvuf karşıtı olduğunu düşünenlere argüman oluşturacak şekilde, bazı sûfîlere sert eleştiriler yönelttiği ve hatta hakaret olarak değerlendirilebilecek ifadeler kullandığı görülmektedir. Bu çerçevede İbn Teymiyye’ye göre bid'at ehli ve zındıklardan tasavvufa intisab edenler olmuş, ancak bunlar Hallâc örneğinde olduğu gibi muhakkik tasavvuf şeyhleri tarafından kabul görmemiş ve dışlanmıştır.483

İbn Teymiyye Hallâc’ın zındık olduğundan dolayı öldürüldüğünü, söylediklerinden bir kısmının bir nevi küfür olduğunu ve katlini gerektirdiğini, bunun da ötesinde Hallâc’ın haksız yere öldürüldüğünü söyleyenin, ya inkârcı bir münafık ya da cahil bir sapık olduğunu düşünmektedir.484

İbn Teymiyye’nin takındığı bu olumsuz tavrın sebebi kuşkusuz Hallac’ın hulûl nazariyesidir. O’na göre; Allah’ı gönülden seven marifet ehli bir müminin kurbiyet makamlarına ve yakîn mertebelerine yükselmesi mümkündür. Ancak, Rab Rab’tır, kul da kuldur. Ne kulun Allah’ta ne de Allah’ın kulda bulunması söz konusu olmaz. Ayrıca marifet ehlinden hiç kimse hulûl anlayışını benimsememiştir.485

İbn Teymiyye’nin şiddetli bir şekilde eleştirdiği sûfîlerden birisi de vahdet-i vücut görüşünü ortaya atan İbn Arabî (ö. 638/1240)’dir. Ona göre vahdet-i vücutla ilgili söyledikleri her ne kadar küfür olsa da, vahdet-i vücut görüşünü benimseyenler içinde İslam’a en yakın olanı İbn Arabî’dir. Çünkü onun görüşleri içerisinde pek çok doğru söz de bulunmaktadır.486

İbn Teymiyye’ye göre, vahdet-i vücut anlayışının temelini oluşturan esaslardan birisi olan, “dış dünyada varlığı bulunmayan (ma‘dum) bir şeyin yokluk âleminde (adem) sabit olması” görüşü ilk defa Cehmiye tarafından ortaya atılmış, daha sonra Mutezile ve Râfıza gibi guruplar tarafından benimsenmiştir.487

Vahdet-i vücut; Cehmiye’nin sıfatları selb ve ta’til anlayışı ile bazı sûfîlerin sekr halinde söylediği sözler ve zındık filozofların görüşlerinden müteşekkildir.488

Sonuç olarak İbn Teymiyye; tasavvufu tamamen kabul etmek veya reddetmek yerine seçmeci bir yaklaşım sergileyerek tasavvuf ile sûfîlerin uygulamalarını birbirinden ayrı

482

İbn Teymiyye, Mecmû, XI, 118.

483

İbn Teymiyye, a.g.e., XI, 13.

484

İbn Teymiyye, Câmiu’r-resâil, nşr., Muhammed Reşat Salim, Dâru’l-medenî, Cidde, ts., I, 187.

485

İbn Teymiyye, a.g.e., XI, 45.

486

İbn Teymiyye, Mecmûatü’resâil ve’l-mesâil, nşr., Muhammed Reşit Rıza, Lecnetü’t-türâsi’l-arabî, yy., ts., IV, 6.

487

İbn Teymiyye, a.g.e, IV, 6.

488

tutmaktadır. Ona göre Kur’ân ve sünnetin onayladığı, Selef’in de benimsediği ölçüler çerçevesinde bir tasavvuf meşru ve makbuldür. İslamın Müslümanlar için öngördüğü manevi yaşantının ruhuna uygun olmayan, özden uzak ve şekli önceleyen her türlü anlayış aynı şekilde gayri meşru ve merduttur.