• Sonuç bulunamadı

2.2. Kabul ve Ret Açısından Kur’ân’da Mecaza Yaklaşımlar

3.1.1. Akaid-Kelam Alanında

İbn Teymiyye’nin girdiği tartışmalarda önemli bir yeri olan ve onun Ahmed b. Hanbel (ö.241/855)’den sonra Selefî çizginin temsilcisi olarak kabul edilmesinde etkisi bulunan hususların başında akıl- nakil ilişkisine yaklaşımı gelmektedir.

Nasların anlaşılması ve yorumlanmasında aklın mı yoksa naklin mi önce geldiği, öteden beri İslam âlimleri tarafından tartışılagelmiştir. Dinin temelini teşkil eden itikadî konularda Kitap ve sünnette yer alan ve Selef âlimleri tarafından benimsenen, naslara dayalı dinî akılcılık metodunu tercih etmek gerektiğini düşününen İbn Teymiyye;422

akılla naklin çatışması durumunda naklin öncelenmesinin zorunlu olduğunu düşünmektedir. Çünkü akıl; öncelikle Hz. Peygamber (s.a.v)’den geldiği sabit olan bütün haberleri kabul etmenin vacip olduğunu söyler. Eğer biz nakli ortadan kaldırırsak aynı zamanda aklın bu delaletini ortadan

422

kaldırmış oluruz. 423

Akıl-nakil çatışmasında aklı öne almak, nakli öne almamız gerektiği sonucunu doğurmaktadır. Zira öne aldığımız akıl bize, naklin öncelikli olduğunu ifade eder.424

Öte yandan İbn Teymiyye’ye göre, sahih nakil ile sarih aklın birbiriyle çelişmesi düşünülemez. Hz. Peygamber (s.a.v)’in bildirdiği ve bize sahih yolla ulaşan haberlerin hiç birisinde aklî ya da sem‘î delille çatışan bir şeye rastlamak mümkün değildir. Eğer böyle bir çatışmanın varlığından söz ediliyorsa bu, nakli anlamaya çalışan aklın sarih bir akıl olmadığından kaynaklanır. Zira akıl, Hz. Peygamber (s.a.v)’den gelen herhangi bir haberle çelişen şeylerin batıl olduğuna hükmeder.425

Nitekim Selef de aklî delilleri ve aklın doğru olarak kabul ettiği şeyleri reddetmemiş, ancak aklın Kur’ân ve Sünnet’le çelişen sonuçlara ulaşabileceği iddiasına karşı çıkmıştır. 426

Aklın, Allah’ın zatı ve sıfatlarının mahiyetini kavrayamayacağını söyleyen İbn Teymiyye, naslarda geçen bütün isimlerin ve sıfatların Selef’in yaptığı gibi teşbih ve tecsime düşmeksizin Allah’ın şanına layık olduğu şekliyle kabul edilmesi gerektiğine inanmaktadır.427 Ona göre, nasların Allah’ın sıfatları hakkında teşbîhî bir dil kullandığını gerekçe göstererek tevile gitmek doru değildir. Bu çerçevede Mu’tezile’nin Allah’a cisim olma gibi bir nitelik isnat etmeksizin Âlim ve Kâdir olduğunu kabul etmelerine karşın; el, yüz ve istivâ gibi diğer sıfatlarını Allah’ı mahlûkata benzetme endişesinden dolayı tevil etmeleri yanlıştır. Çünkü bu durumda Allah’a ait sıfatlar ikiye ayrılmış ve bir kısmı tevil edilmiş olmaktadır. Halbuki aynı endişe, tevil edilmeyen diğer sıfatlar için de söz konusudur.428

İbn Teymiyye’ye göre kelamcıların kelam ilmini usûlü’d-dîn olarak adlandırmaları doğru değildir. Çünkü usûlü’d-dîn; tevhit, sıfatlar, kader, nübüvvet ve ahiret gibi inanılması zorunlu olan hususlar ile bunları ispatlayan deliller olmak üzere iki ana bölümden oluşur. Usûlü’d-dîn’in bu her iki bölümü de Kur’ân ve sünnet tarafından hiçbir eksiklik bırakmayacak şekilde açıklığa kavuşturulmuştur.429

Bu noktada kelamcıların ve filozofların Kur’ân ve sünnetmetinlerini usûlü’d-dîn konularını haber veren ve fakat bu haberlerin anlaşılmasının ancak aklî istidlal ve yorumlar neticesinde mümkün olacağını ön gören bir düşünce ekseninde ürettikleri kelam metodu, İbn Teymiyye’ye göre usûlü’d-dîn olamaz. Zira Selef imamlarının da benimsediği üzere Allah;

423

İbn Teymiyye, Der’u teâruz, I, 170.

424 İbn Teymiyye, a.g.e., I, 170. 425 İbn Teymiyye, a.g.e., I, 172. 426 İbn Teymiyye, a.g.e., I, 194. 427

İbn Teymiyye, Mecmû, VI, 54.

428

İbn Teymiyye, a.g.e., VI, 29-31.

429

Usûlü’d-dîn’den olan bütün konuların bilgisine ulaşmak için gerekli olan aklî delilleri başka bir yönteme ihtiyaç bırakmayacak şekilde Kur’ân’da beyan etmiştir.430

Bu çerçevede mesela kelmacıların Allah’ın varlığını ispat için ortaya koyduğu ve eşyanın bir cisim olarak var olmasını sağlayan arazların hâdis olması ve her hâdisin bir muhdise ihitiyaç duyması esasına dayanan hudüs delili, İbn Teymiyye’ye göre Allah’ın varlığını ispat edememektedir. Zira bu delili oluşturan öncüller, pek çok tafsilat içermesi sebebiyle Allahın varlığını isbat edememekte ve işi daha da zorlaştırmaktadır. Öte yandan Hz. Peygamber (s.a.v) insanları Allah’ın varlığına davet ederken bu türlü delileri kullanmamış, muhakkik kelamcılar ile Selef âlimleri de isbât-ı vâcip için bu delillerin kullanılmasını doğru bulmamıştır.431

İbn Teymiyye’ye göre, Haricîler ve Mutezile gibi bid’at ehli fırkalar her ne kadar inkar etse de Hz. Peygamber (s.a.v) şefaat edecek ve onun şefaati sayasinde şefaat ettiği kişinin sevabı artacak ve derecesi yükselecektir. Bu konuda sahabe, tâbiîn ve dört mezhep imamı ittifak etmiştir.432

Şefaati inkar edenlerin delil gösterdiği ayetleri433 ehli sünnetâlimleri iki şekilde yorumlamıştır: a) Bu ayetler, şefaatin müşriklere hiçbir fayda sağlamayacağını anlatmaktadır. b) Ya da bu ayetler, müşriklerin ve şefaat konusunda onlar gibi düşünen bid’at ehlinin anladığı manada bir şefaatin olmayacağını ifade etmektedir. Çünkü onlar meleklerin, peygamberlerin ve salihlerin Allah’ın izni olmaksızın şefaat etme yetkisinin olduğuna inanmaktadır. Halbuki Kur’ân’daki pek çok ayet, şefaatin Allah’ın iznine bağlı olarak gerçekleşeceğini434

ve O’nun izni olmaksızın kimsenin şefaat edemeyeceğini ifade etmektedir.435

İbn Teymiyye’nin Hz. Peygamber (s.a.v)’in şefaati ile tevessül inancı arasında bir ilişki kurduğu görülmektedir. Ona göre tevessülün üç anlamı vardır: a) Hz. Peygamber (s.a.v)’e iman ve itaat ile tevessülde bulunmak ki bu tevessül, İslam’ın ve imanın aslını oluşturur. b) Hz. Peygamber (s.a.v)’in duasını ve şefaatini talep etmek suretiyle tevessül. c) Hz. Peygamber (s.a.v)’in zatı adına yemin etmek ve onun zatıyla bir talepte bulunmak.436 İlk iki tevessül şeklinin caiz olduğuna dair Müslümanların icması vardır. Ancak Hz. Peygamber (s.a.v)’in duası ve şefaatini isteyerek değil de zatını aracı kılma şeklinde gerçekleşen üçüncü

430

İbn Teymiyye, Der’u teâruz, I, 27-28. Mesela bk. İsra, 17/99; Yasin, 36/81; Ahkaf, 46/33.

431

İbn Teymiyye, Mecmû, III, 183-184; a.g.e., I, 39.

432

.İbn Teymiyye, Kâide celîle fi’t-tevessül ve’l-vesîle, nşr. Abdülkadir el-Arnaût, Mektebetü’l-melik, Riyat,

1999, s. 30; Der’u teâruz, I, 113.

433

Mesela bk. Bakara, 1/47, 123, 254; Ğafir, 40/18; Müddesir, 74/48.

434

Mesela bk. Bakara, 1/255; Enam 6/51, 94; Yunus 10/18; Taha 20/108-109; Enbiya, 21/26-28; Secde 32/4; Yasin 36/22-25; Zümer, 39/43-45; Zuhruf, 43/86; Necm, 53/26.

435

İbn Teymiyye, et-Tevessül ve’l-vesîle, s. 31-32.

436

tür tevessül, ne sahabe ne de tabiîn tarafından uygulanmıştır. Bu şekildeki tevessül, ister Hz. Peygamber (s.a.v)’in sağlığında ister vefatından sonra olsun doğru değildir.437

Daha önce İbn Teymiyye’nin Hz. Peygamber (s.a.v)’in kabrini ziyaretle ilgili verdiği fetvadan dolayı hapse atıldığını söylemiştik. Burada konuyla ilgili görüşüne değinmek yerinde olacaktır. Tevhid inancını zedeleyecek her türlü tutum ve davranıştan şiddetle kaçınılması gerektiğini düşünen İbn Teymiyye, kabir ziyaretlerini izah sadedinde ziyareti, şer‘î ve bid‘î olmak üzere ikiye ayırmaktadır. Şer‘î ziyaret, kabirdekileri selamlamak ve onlar için Allah’a dua etmekten ibarettir.438

Kabirde yatan kişi ister bir peygamber olsun isterse bir başkası, sünnetolan, ziyaret esnasında ona selam vermek ve onun için dua etmektir.439

Görüldüğü üzere İbn Teymiyye, Hz. Peygamber (s.a.v)’in kabrini ziyareti yasaklamamıştır. Ancak onun karşı çıktığı şey, kabrini ziyareti nezr ederek yolculuğa çıkmaktır. Zira mezhep imamları, Hz. Peygamber (s.a.v)’in kabrini ziyaret için yolculuğa çıkmayı nezredenin bu nezri yerine getirmesini zorunlu görmemiş hatta böyle bir nezirde bulunmayı yasaklamıştır.440

Bid‘î ziyaret ise bid’at ehlinin ve müşriklerin yaptığı gibi ölüden ihtiyaçların karşılanmasını istemek, kabri başında yapılan duanının evde ve mescidde yapılandan daha faziletli ve makbul olacağına inanmak şeklinde yapılan ziyarettir. İslamda bu ikinci ziyaret şekli yasaklanmıştır.441

Kamil Miras Tecrîd-i Sarîh Tercemesi’nde, İbn Teymiyye’nin kabir ziyareti ile ilgili görüşlerini geniş bir şekilde ele almıştır. Miras’ın bu uzun tahlilden sonra ulaştığı sonuçlar şu şekildedir. a) İb Teymiyye’nin, Hz. Peygamberin kabrini ziyaret etmeyi yasakladığına dair rivayetler doğru değildir. b) İbn Teymiyye’ye göre, üç mescidden başka mescide, Hz. Peygamber (s.a.v) ve diğer peygamberlerin kabirlerini ziyaret etmek için yolculuğa çıkmayı nezretmek yasaklanmıştır. c) Yine İbn Teymiyye’ye göre, her müminin kendi memleketindeki kabirleri ve mübarek yerleri şer‘î usüller dairesinde selam ve dua etmek suretiyle ziyaret etemesi meşrudur, müstehaptır. d) İbn Teymiyye, Hz. Peygamber (s.a.v)’in kabrini ziyaret etmenin meşru ve faziletli olduğuna kaildir. Birçokları iki noktayı, yani normal ziyaret ile nezrederek yapılan ziyaretin arasını tefrik etmeyip bilerek ya da bilmeyerek “İbn Teymiyye kabr-i saadeti ziyaretten men etmiştir.” şeklinde çirkin bir iddia ortaya atmıştır. e) Son olarak; İbn Teymiyye nezrederek ziyarette bulunan kimselerin mühimme-i diniyyeyi idrak

437

İbn Teymiyye, Mecmû, I, 222-226.

438

İbn Teymiyye, et-Tevessül ve’l-vesîle, s. 47.

439

İbn Teymiyye, Mecmû, XXVI, 82.

440

İbn Teymiyye, et-Tevessül ve’l-vesîle, s. 120.

441

edemeyerek Hz. Peygamber (s.a.v.)’in istemediği ve şiddetle men ettiği, tevhide münafî bir tehlikeye düşmelerinden dolayı nezr ile ziyaretin yasaklanmış olduğunu kabul etmiştir.442