• Sonuç bulunamadı

İman-Amel İlişkisi Bağlamında Mecaza Bakışı

3.2. İbn Teymiyye’nin Mecaz Anlayışı

3.2.3. İman-Amel İlişkisi Bağlamında Mecaza Bakışı

İbn Teymiyye mecaz konusuna; Mürcie, Cehmiye, Kerrâmiye ve ameli imandan bir cüz olarak kabul etmeyen diğer grupların, imanı; kalbin tasdiki anlamında hakikat, amelleri kapsaması anlamında mecaz olarak değerlendirdiklerini söylerek giriş yapmakta ve özellikle Mürcie’nin iman-amel ilişkisine yaklaşımını mecaz üzerinden eleştirmektedir.529 Burada İbn Teymiyye’nin iman-amel ilişkisi bağlamında mecazı hangi çerçevede ele aldığını ortaya koyabilmek için, Mürcie’nin konuyla ilgili görüşüne kısaca temas etmek gerekmektedir.

Mürcie’ye göre iman; kalbin, inanç esaslarını tasdik etmesi anlamında hakikat, amelleri içine alması anlamında mecazdır. Bu sebeple ameller imandan bir cüz değildir ve kalp ile tasdik eden kişinin imanı tamdır.530 Naslarda imandan olduğu söylenen ya da imanın şubeleri olarak zikredilen ibadetler; bizzat imanın kendisini değil, iman eden kişinin yerine getirmesi gereken sorumlulukları ifade etmektedir. Dolayısıyla ibadetler, mecazen imandan sayılmıştır. Aynı zamanda ibadetler, kişinin inanç esaslarını tasdik ettiğini gösteren ve onun imanına delalet eden birer alamettir.531

Mürcie’nin namaz, oruç, zekat gibi ibadetleri imanın dışında ayrı birer dini emir olarak kabul etmelerine temel teşkil eden delillerden birisi, “iman” lafzının sözlük anlamı itibarıyla

528

Abdullah Sa’d, Delâlâtü’l-elfâz I, 57-58.

529

İbn Teymiyye, Mecmû, VII, 59-60.

530

Kâdı Ebû Yalâ, Muhammed b. Hüsayin b. Muhammed, Mesâilü’l-îmân, thk., Suûd b. Muhammed b. el-Halef, Dâru’l-âsıme, Riyad, 1990, s. 159-161.

531

“tasdik” manasını ifade etmesidir.532

Diğer delilleri ise “İman edip de salih amel işleyenler var ya…”533

şeklinde formüle edilip iman ve amelin ayrı ayrı zikredildiği ayetlerdir. Allah bu ayetlerde salih ameli ‘vav’ harfiyle imana atfetmek suretiyle ikisinin farklı şeyler olduğunu ifade etmiştir. Eğer ameller imandan bir cüz olsaydı ikisinin arası atıf harfiyle ayrılmazdı.534

Mürcie kamil bir imana sahip olmak için amelin şart koşulmasının doğru olmadığını aklî açıdan şöyle açıklamaktadır: “Eğer ibadetler, iman olarak kabul edilseydi hiçbir beşer kamil iman sahibi olamazdı. Çünkü peygamberler bile ibadetlerin tamamını yerine getirememiştir. Ayrıca kamil iman için amel şart olsaydı, küçük günah işleyenler bile böyle bir imana sahip olamazdı.”535

İbn Teymiyye’ye göre, Mürcie’nin imanı tasdikten ibaret görüp amelleri mecaz olarak kabul etmek suretiyle hata yapmasının nedeni, iman lafzını salt dilsel veriler ışığında değerlendirmiş olmasıdır. Bu sebeple onlar, Hz. Peygamber (s.a.v)’in insanlara Arap diliyle hitap ettiğini ve bu dilde iman lafzının tasdik anlamına geldiğini ileri sürmüşlerdir. 536 Halbuki naslarda geçen lafızların ne anlama geldiği, eğer Hz. Peygamber (s.a.v) tarafından izah edilmişse artık burada dilcilerin söyledikleri sözler dikkate alınmaz. “Salât”, “zekât”, “hac” gibi kavramların dinî terminolojide hangi anlamda kullanıldığı Hz. Peygamber (s.a.v) tarafından beyan edildiği gibi, bunlardan çok daha önemli olan iman kavramı da yine onun tarafından beyan edilmiştir.537

İbn Teymiyye, Mürcie’nin hata olarak kabul ettiği duruma düşmesini şu şekilde izah etmektedir: “Kur’ân ayetlerini ve hadisleri yorumlarken, lafızların Allah ve Rasûlü’nün muradına delalet yönünün mutlaka bilinmesi gerekir. Kendisi ile bize hitap edilen dili ve bu dile ait lafızların hangi manalara delalet ettiğini bilmek, onların muradını anlamamıza yardımcı olan hususlardandır. Bid'at ehlinin büyük çoğunluğunun dalalete düşme sebebi; Allah ve Rasûl (s.a.v)’ünün sözlerini, kendilerinin iddia ettiği anlamlarda yorumlamalarıdır. Onlar kendi yorumlarını hakikat, nasların ifade ettiği anlamları mecaz olarak kabul etmişlerdir. Nitekim Mürcie de böyle yaparak “iman” lafzını salt kalbin tasdiki anlamında hakikat, amelleri içine alması anlamında mecaz olarak değerlendirmiştir.”538

İbn Teymiyye’ye göre Mürcie, “iman”ın sözlük anlamını “tasdik” olarak belirlerken de doğru bir tespitte bulunamamıştır. Çünkü iman, ne lafzen ne de manen tasdikle eş anlamlı

532

Kâdı Ebû Yalâ, Mesâilü’l-îmân, s. 249.

533

Ankebut, 29/9.

534

Kâdı Ebû Yalâ, a.g.e., s. 241.

535

Kâdı Ebû Yalâ, a.g.e., s. 250.

536

İbn Teymiyye, Mecmû, VII, 182.

537

İbn Teymiyye, a.g.e., VII, 180.

538

değildir. Tasdik her türlü haber için kullanılır. Şöyleki; “Bir, ikinin yarısıdır.” ya da “Sema yerin üstündedir.” gibi herkesin bildiği ve görünür aleme dair olaylardan haber veren bir kişiye “Seni tasdik ettim.” denir, “Sana iman ettim.” denmez.539

Verilen haber eğer bunlar gibi görünen aleme değil de görünmeyen (gayb) aleme dair ise ancak bu durumda “Sana iman ettim.” denir.540

İman lafzının gaybî alanlar için kullanılması, bu tür haberlerin, muhatabın zihninde şüphe uyandırması dolayısıyladır. Görünmeyen aleme dair bir haberi duyan kişi, bu şüpheleri iç dünyasında bertaraf ettikten sonra haberi ikrar eder ve “İman ettim.” der. Bu açıdan imanı “ikrar” ile izah etmek, tasdikle izah etmekten daha doğru bir tercihtir. Diğer taraftan imanın, tasdikten farklı olarak iltizamî bir boyutu da vardır. Yani tasdik eden, tasdik ettiği haberin gereğini yerine getirmeyebilir. Ancak gaybî bir habere iman eden kişi, bu imanın gereklerini ifa eder.541

İbn Teymiyye iman lafzının tasdikten ayrı, iltizâmî bir boyutunun bulunması sebebiyle, amelleri imanın gereği olarak değerlendirmektedir. Böylelikle o, Mürcie’nin amelleri mecaz kapsamında yorumlamasının iman lafzının sözlük anlamıyla da bağdaşmadığını ifade etmiş olmaktadır.

İbn Teymiyye’ye göre, Mürcie’nin iman-amel ilişkisine yaklaşımı yakından incelendiğinde onların bu konuda söyledikleri, Hz. Peygamber (s.a.v)’in farklı bağlamlarda zikrettiği kamil imanın keyfiyetine dair beyanlarıyla çelişmektedir. Çünkü onların izahlarına göre; Hz. Peygamber (s.a.v)’in getirdiklerini kalbi ile tasdik edip diliyle ikrar ettiği halde ona itaat etmeyen, namaz, oruç, hac gibi salih emelleri yerine getirmeyen, bunun da ötesinde içki içmek ve zina etmek gibi haram olan fiilleri işleyenler kamil bir imana sahip olmaktadır.542

Öte yandan İbn Teymiyye’ye göre Mürcie, tam ve kamil bir imana sahip olmak için kalbin tasdikini yeterli gördüğünden, amelleri imanın bir gereği olarak değil, onun meyvesi olarak kabul etmektedir. Bu açıdan onlar; bir kerecik olsun secde etmeyen, oruç tutmayan, kardeşi ve annesi ile zina eden kişinin imanı ile Hz. Ebû Bekir (r.a) ve Hz. Ömer (r.a)’in imanını eşit görmekte ve o kişiyi, imanı tam olan bir mümin olarak kabul etmektedir. Halbuki kalbin tam bir imana sahip olması için ibadetlerin yerine getirilmesi gerektiğinde hiçbir tereddüt bulunmamaktadır.543

Burada İbn Teymiyye’nin iman amel ilişkisine yaklaşımıyla alakalı olarak önemli bir noktanın aydınlatılması gerekmektedir. İbn Teymiyye, amelin imandan bir cüz olduğunu iddia

539

İbn Teymiyye, Mecmû, VII, 324-325.

540

İbn Teymiyye, a.g.e., VII, 183.

541

İbn Teymiyye, a.g.e., VII, 325.

542

İbn Teymiyye, a.g.e., VII, 181.

543

etmemektedir. Onun karşı çıktığı şey, tutarlı hiçbir gerekçe yokken Mürcie’nin tam ve kamil imana sahip olmak için tasdiki yeterli görüp amelleri mecaz olarak değerlendirmesidir. Nitekim İbn Teymiyye, açıkça ifade etmektedir ki Hz. Peygamber; (s.a.v) içki içen, zina eden, namuslu kadına iftira atan ve hırsızlık yapanları mürted ilan edip katlini vacip görmemiştir. Eğer amel imandan bir cüz olsaydı, bu fiilleri işleyenler dinden çıkmış olacaklarından dolayı mürtede uygulanması gereken cezayı onlara da uygulardı.544

İbn Teymiyye’ye göre burada vurgulanması gereken husus; nasların, kamil iman için tasdiki yeterli görüp amelleri mecaz olarak değerlendiren Mürcie’nin aksine, ameli imanın bir gereği olarak takdim ediyor olmasıdır.545

Ameli imandan bir cüz olarak kabul ettiğini açıkça ifade etmese de imanın bir gereği (lazımı) olduğunu söyleyen İbn Teymiyye’nin,546

iman-amel ilişkisi konusunda Mürcie başta olmak üzere; fikir ayrılığına düştüğü çevrelerin temel hareket noktalarından birisinin mecaz olduğunu vurgulaması, onun mecaza yaklaşımını tespit etme açısından önem arzetmektedir. Zira onun bu tavrı; mecaza karşı sergilediği eleştirel tutumun sebeplerinden birisinin de karşı tarafın argümanını devre dışı bırakmak olduğu şeklinde değerlendirilebilir. Burada son söz olarak şunu ifade etmek gerekir ki İbn Teymiyye, iman lafzının Kur’ân’da ve hadislerde hem kalbin tasdikini hem de amelleri içeren bir kavram olarak kullanıldığını, amellerin ifasının ise imanın bir gereği olduğunu ifade etmektedir. Bu sebeple O, kamil bir iman için tasdikin yeterli olduğunu söylemek adına amellerin mecaz olarak kabul edilmesine karşı çıkmaktadır. Çünkü ne naslarda ne de Selef’in değerlendirmelerinde, amellerin mecaz olarak yorumlanmasını gerekli kılacak bir delil bulunmamaktır.