• Sonuç bulunamadı

3.2.5. Tasarım İlkeleri

3.2.6.6. Biçim

Sanat eserinde her zaman bir biçimlendirme ve şekil verme endişesi bulunmaktadır. Objelerin kenarları belirtildiğinde, burada oluşan şekillerin kendi aralarında ve çevreyle bir birlikteliği vardır. Her bir objenin bütün konturlarını içine alan bir çizgi çizildiğinde, bu çizginin meydana getirdiği, çevresini dolaştığı alan bir biçim oluşturmaktadır (Odabaşı, 2002).

Biçimler arasında büyük farklar vardır. Bir kısmı geometrik bir düzen içinde oldukları halde diğer birçokları tamamen serbest görünmektedirler. Bu nedenle, biçimlerin birbiriyle bağıntısını kurabilmek güçleşmektedir, yine de onları bir dönüşüm çemberi etrafında toplamak ve birbirleriyle kıyaslamak mümkündür. Geniş açılı bir üçgen ile bir daire ele alınırsa biri sivri köşeleri, farklı uzunlukta kenarları ile ne derece ele batıcı olursa, diğeride pürüzsüz ve yuvarlak çevresi ile o kadar ele yatkın görünmektedir. Aynı his üç boyutlu olarak küre ve üçgen piramit

49

için de geçerlidir. Bu biçimler birbirinin zıttı olarak kabul edilirse, bunlar arasında geçiş sağlayacak diğer biçim kademeleri meydana getirmek zor olmayacaktır (Güngör, 1972). Sanat biçim oluşturma isteği olarak tanımlanabilir. Böyle olunca salt zihnin kullanıldığı bir çalışma değil, bütünüyle içgüdülere bağlı bir çalışma yapılması amaçlanmaktadır. Çünkü sanattaki biçim sorunlarını ilgilendiren yasaların, doğa yasalarından farkı yoktur ve yalnız bu yasaların uygulama biçimlerinin sanatçıdan sanatçıya, dönemden döneme değiştiği, eskiden olduğu gibi çağımızda da geçerliliğini kaybetmiştir. Çeşitli dönemlerdeki farklı güzellik anlayışı ve farklı yorumlamalar yapılmış olan sanatta değişmemiş olan bu ortak yasa, sanat yapıtına uygun biçimler, dönemlerinden çok ötelerde de insanlığı mutluluğa götürebilecektir. Bu nedenle de pirimitif sanatın, Yunan sanatından daha aşağı bir güzelliğe sahip olduğu söylenemez. Daha aşağı ve eski bir uygarlık katında olsa bile aynı derecede belki daha da güzel bir biçim yaratma içgüdüsünden doğmuş olabilir. Biçim onu yaratan içgüdüden soyutlanarak değerlendirilemez. Evrenin yasaları değişmedikçe yaşamdan kaynaklanan sanatı da aynı yasalar oluşturacaktır (Cantürk, 1992).

Biçim ve form ayrımı hakkındaki görüşlerini özetlersek; biçim, formun karşısında daha canlıdır. Biçim, canlı varlığa, formda cansız varlığa (Nature-Morte) eşittir. Tasarımcılar, “biçim” ile “form” arasında böyle yapısal bir farklılık gözlemlemektedirler. Aslında bu ayrım, Alman psikolog Gestalt’ındır. Gestalt; “Temelinde daha çok bir canlılık bulunan, biçimdir” der. Bir Bauhaus 27 izleyicisi olan Amerikalı Lee F. Hodgden’de “Biçim; yaratıcı eylemin zihinde canlandırdığı şey, form ise kuvvetli konturları olan şekildir.” diye tanımlama yapmaktadır. O halde “form” ile “biçim” arasındaki ilgi-fark nedir? Her varoluş, kendi iç ve dış şartlarına göre sınırları olan bir bütündür. İşte genel olarak her varoluşun-sentezin “dış görünüşü”, onun “şeklini” (formunu) oluşturur. Yani, bir bütünün karakteristik tüm özelliklerini taşıyan genel görünüş formdur. Fakat zaman gibi, dış ve iç koşullardaki değişiklikler ve hareket gibi faktörler, her bütünün genel görünüşünü daha değişik bir hale, görünüşe, pozisyona getirebilir. İşte herhangi bir cismin, varlığın bir anlık “pozisyonu”, o formun o anlık “biçimi” olur. Şöyle örnekleyebiliriz; insanın genel bir şekli-formu vardır. Fakat herhangi bir anda, bu genel form daha değişik bir görünüme girebilir. Oturmak, zıplamak, eğilmek, yuvarlanmak, koşmak vs. gibi pek çok davranış türlerinde, genel insan formunun aldığı, farklı bir anlık görünüm, insanın o anki “biçimidir” (Atalayer, 1994, s.162).

Bir tasarımda en önemli öğelerden biri biçimdir. Her tasarım tasarı haline gelirken, yani maddeleşirken belirli çevre çizgileriyle sınırlanır ve bir kalıba bürünür. Hem iki boyutlu hem de üç boyutlu cisimler için durum böyle gelişmektedir (Güngör, 1972).

50

Doğada var olan her cismin, varlığın geometrik bir formu olduğu söylenmektedir. Geometride, yüzeyler ve cisimler “iki zıt uç arasında” dizilmiştir. Bu iki zıt uçta; üçgen ve daireden oluşur. Cisimlerde ise, küre ve üçgen prizma bulunmakatadır. Tüm şekiller bu iki zıt uçlar arasında uyumlu bir silsile halinde takip ederler. Yani “yuvarlaktan köşeliye” doğru bir geçiş vardır. Köşeli-sivri (Kübik-prizmatik) şekiller ile, Yuvarlak elips (küresel) biçimler, iki zıt uç (kontrast) kabul edilmektedir. Bu ise şunu ifade eder: Şekiller, iki zıt uç arasında, bir diğerine göre farklılıklar, zıtlıklar içermektedir. Yine şekiller, salt şekil olarak kendisini oluşturan geometrik öğeleri bakımından da zıtlıkları üstlerinde taşırlar. Örneğin, kare şeklinde “eşit faktörler” çok olmasına rağmen yön, ölçü gibi zıtlıklara da sahiptir. Yine her şeklin değişik biçimleri de birbirleriyle zıtlık içermektedir. İki uç arasında, birbirine yakın durumda olan şekiller ise uygundurlar. Az çok birbirlerine benzerler. Varolan her şey, zıtlıkların birliği olduğuna göre, her tasarımda şekilsel uygunluklar ve zıtlıklar, kaçınılmaz olarak yer alacaktır. Bunlar arasında sağlanacak denge, uyum; tasarın bütünlüğünü, birliğini, güzelliğini meydana getirecektir. O halde, şekil bakımından uyumlu, dengeli, armonili ve birlik gösteren tasarım oluşturabilmek için; şekilleri yaratan geometrik zıt elemanların biçimler arasındaki zıtlıkların bilinçlice düzenlenmesi gerekmektedir. Birbirini reddeden zıt formlar “uyumsuzluk” daha açık ifadesi ile “formsal anarşi” yaratırlar. Anlamı zorlayan, işleve uymayan, ana fikri yansıtmayan formlar; bütünselliği, dengeliliği bozmaktadırlar (Atalayer, 1994).

Genişliği ve yüksekliği olan düz geometrik alanlara da form denildiği gibi genişliği, yüksekliği, derinliği taşıyan silindir, piramit ve top gibi yuvarlak boyutlu, hacimli olan boşlukta yer kaplayan eşyalar da form diye adlandırılır. İki boyutlu biçimlerin üçüncü boyutta görünmeleri ışık-gölge, çizgi, perspektif, renk ile mümkündür. Formların düzenlemelerine göre ritmi aranır. Bunun için biçim bozmaya da gidilir (Çağlarca, 1999, s.13).