• Sonuç bulunamadı

156

mücadeleyi kaybetmesinin ardından medya alanından da silinmişlerdir. Yükselişi ve düşüşü oldukça trajik olan bu medya guruplarına çalışmanın ilerleyen bölümlerinde ayrıntılı bir şekilde değinileceği için sözü şimdilik burada bırakmak uygun olacaktır.

157

taktik, çelişki ve gerilimlerden oluşan bir bütündür. Bu bütünü oluşturan parçalar birbirleriyle sürekli ve etkileşim hâlinde devinim göstermektedirler.

Çalışma bu karmaşık bütünlüğü, sadece metodolojik olarak ayırırken gerçek hayatta medyayı fethetme stratejisinin, zapt etme stratejisinden, bu ikisinin ise teşkil etme stratejisinden ayrı olmadığının altını çizmektedir. Bize göre tüm bu stratejiler bir bütünün birbirlerini etkileyen parçacıklarıdır. İkinci dönemde İslamcı burjuvazinin itkisi ve karşısındaki yerleşik tarihsel blokun gerilemesiyle beraber medya politikalarında da diğer alanlardaki politikalarında olduğu gibi agresifleşen AKP, medya ortamının hem mülkiyet ve kontrol ilişkilerini, hem de bu ortamın iktidarla olan ilişkilerini bambaşka bir boyuta taşımıştır.

Bu alanda yeni yazarlar, “aydınlar”, patronlar görüldüğü gibi, İslamcı konfederasyonlara bağlı yeni sendikalar, televizyon kanalları, gazeteler ve 2010’da kurulan Medya Derneği gibi AKP yanlısı sivil toplum kuruluşları, meslek örgütleri de medya ortamının kadrajına girer olmuştur.

Sabah gazetesine çizdiği karikatürlerle iktidar yanlısı olduğu kamuoyu tarafından bilinen ve eşi 23. dönem AKP İstanbul milletvekili seçilen Salih Memecan’ın genel başkanlığını yaptığı Medya Derneği’ni, medya alanında ortaya çıkan İslamcı burjuvazi ve yine İslamcı sendikalarla birlikte düşündüğümüzde AKP’nin bu alana hâkimiyeti konusunda fikir edinebiliriz.

2000’li yılların başında Uzan Grubu’nun tasfiyesi ile başlayan medyadaki süreç, ATV-Sabah’ın Çalık Grubu’na devredilmesiyle devam etmiş, Çukurova Grubu’nun elindeki medya organlarının iktidar yanlısı Ethem Sancak ve iktidarla ilişkilerinde oldukça “itidalli” davranan Ciner Grubu’na devredilmesiyle derinleşmiştir. 2013 sonuna gelindiğinde, Doğan Grubu ve Çukurova Grubu zayıflatılmış, gittikçe iktidar güdümüne giren Doğuş Grubu ve Ciner Grubu genişleme olanağı yakalamışlardır.

158

Bu dönemin sonunda AKP yanlısı medya organlarını sıralayacak olursak: AKP-Gülen Cemaatinin iyi giden ilişkilerine bağlı olarak cemaat medyasında, Zaman, Today’s Zaman ve Bugün; Samanyolu TV, Mehtap TV, Yumurcak TV, Bugün TV, Kanaltürk, Cihan Haber Ajansı, Aksiyon, Turkish Rewiev gibi iktidarı destekleyen yayın organları bulunmaktadır.

Hayat Görsel Yayıncılık’a bağlı Kanal 7, Radyo 7, Haber7.com ve 2008 yılında kurulan Ülke TV; yine muhafazakâr medya kuruluşlarındandır. Albayraklar Grubu’nun elinde bulunan Yeni Şafak gazetesi, 2005’te kurulan TVNET (Çam ve Şanlıer-Yüksel;

2015:78) düşünüldüğünde ve bunlara AKP ile birlikte yayınlarıyla ciddi anlamda iktidarı destekleyen Akit gazetesi eklendiğinde bu alandaki muhafazakârlaşma ve iktidar yandaşlığı ortaya çıkmaktadır.

Türkiye’de bulunan ana akım medyanın iktidarın değişik stratejileriyle parçalanmasının ardından önce Çalık Grubu’na devredilen daha sonra Zirve Holding’e satılan Sabah-ATV, Takvim, Yeni Asır, Yeni Asır TV, A Haber; Ethem Sancak’a devredilen Akşam, Star ve Güneş gazeteleri, Kanal 24 ve SKY Türk; Demirören’in sahip olduğu Milliyet ve Vatan gazeteleri her kritik siyasi süreçte iktidara destek veren yayınlar yapmışlardır. Bu organların yanına kamu kurumu olan; ancak yayınlarıyla iktidarın politik çizgisinde yer alan TRT ve AA’yı eklediğimizde iktidarın sivil toplumun medya alanında kurmuş olduğu hâkimiyet ortaya çıkmaktadır.

Doğan Grubu’na verilen vergi cezası ise hem Doğan Grubu’nun elindeki medya organlarına yansımış hem de Doğuş Grubu’na ait NTV, CNBC-E, Star TV’nin yayınlarını etkilemiştir. Ciner Medya Grubu’nun yönetimine 2012’de Mehmet Fatih Saraç’ın girmesi ise bu guruba ait Habertürk gazetesi, Habertürk TV, Bloomberg HT TV’nin nasıl bir yayın politikasına sahip olacağına dair fikir vermektedir.

159

Görüldüğü gibi AKP’nin ikinci döneminde, yeni tarihsel blokun kurulma aşamasında, sivil toplumda bu tarihsel bloka uygun bir medya ortamı AKP’nin izlediği politikalarla mümkün hâle gelmiştir. Medya bu dönemde Türkiye tarihinde hiç olmadığı kadar çok sesliliğini yitirmiş, gazetecilik ise tüm bu gelişmelerin sonucunda mesleki açıdan erozyona uğramıştır. Bu erozyonun boyutlarını mevcut çalışmanın dördüncü bölümünde göstermeye çalışacağız.

160

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

KURULMAKTA OLAN TARİHSEL BLOKUN BUNALIM DÖNEMİNDE İKTİDARIN

2013-2018 YILLARI ARASINDAKİ MEDYA POLİTİKALARI

2013-2018 yılları arası iktidar-medya ilişkilerinin değerlendirileceği bu bölüm, çalışma açısından AKP’nin yeni bir tarihsel blok inşa etme sürecinin bunalım uğrağı olarak ele alınacaktır. Hegemonya bunalımı olarak da değerlendireceğimiz bu süreç, AKP’nin hegemonyadan tahakküm politikalarına geçişi olarak okunabilir. Gramsci’nin analizlerinde başlıca iki tip hegemonya bunalımı kavramsallaştırması bulunmaktadır:

Birinci bunalım tipi, temel yapıyla ilişkilendirilen hegemonyanın organik bunalımıdır.

Bu tip bunalım, yapı bunalımını yansıtır ve bu bunalımın evrimini izler. Hegemonyanın organik bunalımı on yıllarca süren bir özellik taşımaktadır (Portelli, 1982; Yetiş, 2009;

Macciocchi, 1977). Gramsci, kalıcı olan ve temel yapı ve sınıfları yakından ilgilendiren bu bunalımı Defterler’de şöyle özetlemiştir:

Bazen on yıllarca süren bir kriz vardır. Yani yapı dahilinde onarılamaz çelişkiler açığa çıkar ve bizzat yapıyı korumak için olumlu yönde çalışan siyasi güçler, bu çelişkileri belli sınırlar içerisinde gidermeye çalışmaktadırlar (Gramsci, 1996:177).

Yukarıdaki alıntıda görüldüğü üzere, hegemonyanın organik bunalımı temel yapıyla ilişkilidir ve bu bunalım tarihsel blokun sona ermesine neden olabilecek denli ciddi sonuçlar üretebilir. Gramsci’de organik bunalım daha çok kapitalist toplumsal formasyonun krizi ve onun aşılmasıyla ilgilidir. Yani daha soyut anlamda üretim ilişkilerinin ve biçiminin krizine işaret eder. Gramsci’nin analiz ettiği ikinci bunalım türü ise hegemonyanın konjonktürel krizidir. Bu bunalım türünün de elbette temel yapıyla ilgisi vardır; ancak bu bunalım, siyasal eleştirilere yol açarken, daha çok sınırlı bir yönetici çevresi ve doğrudan doğruya iktidardan sorumlu olan kişileri ilgilendirir

161

(Macciocchi, 1977:61). Bu haliyle konjonktürel kriz, tarihsel blokun daha çok üstyapılarıyla ilgilidir ve burada kapitalist üretim ilişkilerinin ve biçiminin aşılması/dönüştürülmesi söz konusu değildir. Bu krizin ayırt edici bir başka özelliği, bunalımın egemen sınıf içindeki çelişkilerden de ortaya çıkabilme durumudur ki, yönetici sınıf çoğu zaman heterojen bir yapıya sahiptir (Portelli, 1982). Yani eleştiriler tabi sınıflardan geldiği gibi, egemenler içinden de gelebilir. Bu da bunalımın, hegemonik sistemin kendi içinde oluşan temel sınıflar arasındaki fraksiyonların kavgaya tutuşmasının sonucu olabileceğini gösterir.

Mevcut çalışma özellikle 2013 yılından itibaren belirginleşen iktidarın hegemonya bunalımını yukarıda ana hatlarıyla serimlenen kriz türlerinden konjonktürel hegemonya bunalımına daha yakın bulmaktadır. Çalışmaya göre, AKP’nin hegemonya krizi, temel yapıdan ziyade, politik toplum kökenli sarsıntılarla ilişkilidir. 17/25 Aralık Yolsuzluk Operasyonları ve 15 Temmuz 2016’da gerçekleşen başarısız darbe girişimi, politik toplum kaynaklı krizlere örnek gösterilebilir.94 Konjonktürel hegemonya bunalımı, politik toplumdan sivil topluma ve temel yapıya da sirayet etmiştir. AKP ise bu krizin üstesinden toplumun tüm parçalarına uyguladığı tahakküm politikalarıyla gelmeye çalışmıştır. Dolayısıyla ortada ciddi bir hegemonya krizi mevcuttur.

Toparlayacak olursak, AKP, başlangıcı 2013 öncesine uzanan; ancak 2013’ten itibaren gün yüzüne çıkan birçok sarsıntıyı, ele alacağımız bu dönemde geçirmiştir.

Yıllar içinde politik toplum, sivil toplum ve temel yapıda biriken çelişki ve gerilimler, 2013 yılından sonra iktidarı sarsacak ve neredeyse devirecek bir etkiye ulaşmış halde Türkiye kamuoyunun gündemine oturmuştur. Tarihsel blokun her üç uğrağında birbirinden farklı yapıların/oluşumların/grupların farklı zamanlarda ve biçimlerde harekete geçerek birleşik bir güç oluşturmaksızın iktidar karşıtı eylemlere geçmesi,

94 Politik toplum merkezli olarak saydığımız krizlerin elbette temel yapı ile de bağı vardır. Cemaat sermayesinin her iki krizin, özellikle 15 Temmuz’un ardından tasfiye edilmesi meselenin bu boyutunu ortaya koymaktadır.

162

AKP’nin sarsıntıları atlatmasını sağlamış; ancak yine de iktidarın ilk ve ikinci döneminde içeride ve dışarıda kazandığı toplumsal desteği aşamalı olarak ve kısmen kaybetmeye başlamasının zemini hazırlamıştır.

İktidarın, üçüncü döneminde farklı merkezlerden gelen krizleri aşabilmesinin en önemli yöntemlerinden biri, baskı ve zoru ön plana çıkaran tahakküm politikalarını devreye sokmak olmuştur. İlk ve ikinci dönemle kıyaslandığında baskı ve zor kullanımı daha da artmış ve bu durum AKP’nin üçüncü döneminin belirleyici bir özelliği haline gelmiştir. Bu özellik, iktidarın inşa sürecinde olduğu tarihsel blokun bunalım dönemine girmesinin bir başka nedenidir. Buradan hareketle şöyle de diyebiliriz; tarihsel bloku bunalıma iten her ne kadar geçirmiş olduğu sarsıntılar olarak görülse de, iktidarın bu sarsıntılar karşısında aldığı sert tutum da bir o kadar bunalıma giden yolda belirleyici olmuştur. Özlüce tarihsel blok içinde yaşanan sarsıntılar ve bu sarsıntılar karşısında iktidarın aldığı tutum, tarihsel bloku konjonktürel hegemonya bunalımına itmiştir.

AKP, baskıya yöneldikçe iktidarını anlık korumayı başarabilmiş; ancak kendisini iktidara taşıyan dış ve iç destekten yoksun kalmaya başlamıştır. İktidarın bu dönemle beraber uyguladığı politikaları ve bu politikaların geleceğine yansımasını, Lev Tolstoy’un 1869’da yayımlanan Savaş ve Barış adlı büyük eserini andırmaktadır.

Tolstoy, romanında Napolyon’un 1812 yılındaki Moskova seferini ve Moskova’nın fethini Fransızların yenilgisinin başlangıcı olarak şöyle tarif eder: “… Ağustosta Smolensk’e ulaşan Napolyon daha da ilerlemekten başka bir şey düşünmüyordu; oysa felaketine bu ilerleyişin neden olduğunu bizler şimdi biliyoruz.” Başka bir yerde Tolstoy Napolyon’un bu ilerleyişine yine benzer şekilde yaklaşmıştır: “Napolyon … durmayıp ilerledi, Ruslar geri çekildi ve böylece, Napolyon’un devrilmesini hazırlayan sürecini başlatacak noktaya varılmış oldu.” Bu satıların yazıldığı 2018 yılından tam 149 yıl önce kaleme alınan Savaş ve Barış, ilerleme-devrilme, baskı-bunalım ikiliklerine

163

dair AKP iktidarını anlamamız açısından önemli bir esin kaynağı olacaktır.

Napolyon’un güç ve baskıyla Moskova’yı fethetmesi nasıl kendi iktidarını sonlandıran adımlar olmuşsa, AKP’nin iktidarını sarsan gelişmeleri baskı ve zorla atlatması da tarihsel bloku güçlendirmemiş; bilakis onu bunalım dönemine sürüklemiştir.

2013-2018 yılları arasında iktidarın baskı ve zora dayalı politikalarının etkisi Türkiye toplumu her parçasında hissedilmiştir. Medya bu etkinin gözler önüne serildiği en önemli parçalardan biridir. AKP, bu dönemde politik toplumda yaşanan her kırılmanın ardından medya alanında mevcut politikalarını daha da sertleştirmiştir. Öyle ki, önceki bölümlerde açıklananlardan başka iktidarın medya politikalarına yeni stratejiler eklenmiştir. İkinci bölümde AKP’nin medyayı, zapt etme, fethetme ve teşkil etme stratejileri çerçevesinde dönüştürdüğünü açıklamıştık. Bu dönemde bu stratejilere, yok etme ve tahzir etme uygulamaları da eklenmiştir. Medya beşli bir stratejiyle iktidarın âdeta üzerinde yürüdüğü bir zemine dönüşmüştür. Özellikle 15 Temmuz 2016’da gerçekleşen başarısız darbe girişimi, iktidarın muhalif medyayı yok etme stratejisinin zeminini hazırlamıştır. 15 Temmuz başarısız darbe girişiminden önce çözüm sürecinin bitmesi ise, yine muhalif gazetecilere yönelik yıldırma stratejilerinin uygulandığı bir dönemin kapısını açmıştır. İlerleyen başlıklarda bu konuları ayrıntılı bir şekilde değerlendireceğimiz için burada konuya bu kadar değinmek yeterli olacaktır.

Çalışma bu bölümde, tarihsel blokun bunalım dönemini iktidarın medya politikaları üzerinden okurken diğer alanlarda yaşanan sarsıntıların da medya politikalarıyla bağını kurmayı amaçlayacaktır. Böylece bütünlüklü bir perspektif gözetilerek 2013-2018 yılları arası iktidar-medya ilişkileri ve iktidarın stratejileri doğrultusunda Türkiye medyasının dönüşümü incelenecektir. Bu kapsamda önce politik toplumda yaşanan sarsıntılar ve iktidarın bu sarsıntılara cevabı incelenecek, ardından yine sivil toplum uğrağında gerçekleşen sarsıntılar ve iktidarın bunlara cevabı ele

164

alınacaktır. Medyanın, önceki başlıklarda olduğu gibi sivil toplum uğrağında değerlendirileceği bölümde, temel yapıda gerçekleşen dönüşüm bu iki başlığın ardından serimlenecektir. Çalışmada başlıkların bu şekilde sıralanmasının belirli bir mantığı mevcuttur. Şöyle ki AKP, politik toplumda karşılaştığı sarsıntılar neticesinde sivil toplum ve temel yapıda baskı ve zor uygulamalarıyla tasfiyelere girişmiştir. Bu açıdan bakıldığında bu dönem, politik toplumda gerçekleşen gerilimlerin diğer uğraklara yansıması ve bu uğraklara yansıyan gerilimlerin tekrar politik toplumda karşılık bulmasının hikâyesidir diyebiliriz. Çalışma burada son olarak, medyanın 2013-2018 yılları arasında geçirmiş olduğu dönüşümün bilançosunu ortaya koymayı amaçlamaktadır.