• Sonuç bulunamadı

2. KURAMSAL TEMELLER

2.4 Tarihi Kent Merkezleri ve Koruma Sorunları

Avrupa Kültürel İşbirliği Konseyi’nin “Avrupa Kültürel Mirası Envanteri” çalışmasında tarihi çevre, doğal olarak oluşmuş ya da insan etkisi ile oluşturulmuş, bütünlüğü ve sahip olduğu tarihsel, görsel, bilimsel ve efsanevi değerleri ile korunarak yaşatılması gereken alanlar şeklinde tanımlanmaktadır. Tarihi çevre, ulusal veya uluslararası öneme sahip olayların gerçekleştiği alanlar olabileceği gibi, belirli bir toplumun bir zaman dilimine ait izlerini taşıyan çevreler de olabilmektedir (Çelik 2004). Başka bir ifade ile tarihi çevre, tek başına anıt özelliği taşımayan, ancak tarihi, kültürel, görsel ve

26

geleneksel değerleri barındıran yerleşim alanlarının kendilerine özgü kimlik değerlerini oluşturan tüm unsurların bir bütün olarak değerlendirilmesidir (Yazgan ve Erdoğan, 1992).

Tarihi çevreler, tarih öncesi ve tarihi dönem yerleşmeleri olarak önemli bir tarihi olayın geçtiği tarihi alanlar, tarihi kent merkezleri, tarihi ticaret merkezleri, tarihi konut dokuları ve arkeolojik yerleşmeler olarak gruplandırılmaktadır. Tarihi çevreler belirli bir zaman diliminde insanlar tarafından oluşturulan alanlar olarak tanımlanırken, tanımın zaman ile ilişkili olması vurgulanmaktadır. Yapılanmış çevrenin tüm unsurları zaman dilimi ne olursa olsun bir yerleşim ve toplumun özelliklerini dolayısıyla kimliğini yansıtmaktadırlar ( Özcan ve Dündar, 2005).

Tarihi alanlar, izlerini taşıdıkları dönemlerin kültürel, sosyal ve ekonomik durumlarını, toplumların doğa- yapı- insan ilişkilerini ve günlük alışkanlıklarını anlayabilmek açısından önemli bir mirastır. Tarihi çevreler içinde barındırdıkları zenginlik ve çeşitlilik ile bugüne katkı sağlamakta, öğretmekte ve gelişimini yönlendirebilmektedirler. Sahip oldukları arkeolojik, tarihi, estetik değerlerin yanı sıra, folklorik ve kültürel değerleri ile tarihi çevreler büyük önem taşıyan alanlardır (Hatami, 2013).

Anadolu kentleri incelendiğinde, binlerce yıllık mimarinin, geleneğin ve birikimin izlerini görmek mümkündür. Uzun bir süre Türkiye’de yapılan planlama çalışmalarında öncelikli olarak müdahale edilmesi gereken alanlar olarak değerlendirilmeyen tarihi alanları, çoğu zaman doğal, kültürel, tarihi veya arkeolojik özellikleri ile korunması gereken alanlar ile iç içe bulunmaktadır. Tarihi çevre korumanın önem kazanması ile birlikte, tarihi kent merkezlerinin kentin bir parçası olduğu, tarihi kent dokusunun kente kimlik kazandırdığı, kent genelinde alınan kararların tarihi kent merkezlerini de kapsadığı ve tarihi kent merkezlerinin öncelikli planlanması gereken alanlar olduğu düşünceleri yaygınlaşmıştır (Tunçer, 1998).

27

Anadolu topraklarında bulunan pek çok kent, çok eski çağlar ve eski medeniyetlerden miras kalan sayısız tarihi alana sahiptir. Bu tarihi alanlar dönem, medeniyet, mimari, teknik, işlev ve kültür gibi etkenler ile farklı özelliklere sahiptir. Tek bir sınıflama ile tarihi alanlar olarak ele alınan bu alanların yapısal durumları, konumları, kent ile ilişkileri, potansiyelleri ve sorunları birbirinden farklı olabilmektedir. Bu sebeple kent içindeki tarihi alanların kendi özellikleri ile ele alınarak değerlendirilmesi gerekmektedir.

Koruma, kent bilimleri sözlüğünde kentlerin belirli bölümlerinde bulunan mimari ve tarih özellikleri ile bugün bir miras olarak değerlendirilen yapıtların ve doğal oluşumların gelecek kuşakların da yararlanabilmesi amacıyla oluşabilecek tüm yıkıcı ve zararlı faaliyetlere karşı güvence altına alınması şeklinde tanımlanmaktadır (Hatami, 2013).

Koruma kavramı, insanların tarihi süreç içindeki sosyal ve ekonomik durumlarını, kültürel değerlerini gösteren fiziksel yapının, bugünün ekonomik ve sosyal koşulları etkisinde yok olmasına engel olmak ve tarihi yapının değişen kentle işlevsel olarak bütünlüğünü sağlamak, tarihi alanları bir müze kenti halinde korumaya çalışmak yerine yaşama entegre etmektir (Gülersoy, 2006). Kentsel alanlarda koruma kavramı ilk kez 1931 tarihli Atina Tüzüğü’nde “ortak miras” ve “tarihi çevre” konularıyla ilgili olarak ortaya çıkmıştır. Eski yapıların onarımı ve korunması ile ilgili doğru yöntemleri tespit etmek ve bu yöntemleri uluslararası bir temele dayandırmak için Venedik’te 25-31 Mayıs 1964 tarihlerinde bir araya gelen II. Uluslar arası Tarihi Anıtlar Mimar ve Teknisyenleri Kongresi “Venedik Tüzüğü” olarak bilinen kararları almıştır. Tüzükte;

koruma çalışmalarının devamlılığının sağlanması, anıtların çağdaş teknolojiden faydalanma, çevre düzenleme ve arkeolojik sit alanlarında yapılacak onarımlar konuları üzerinde durulmuştur. 16 maddesi bulunan Venedik Tüzüğü, tanım, amaç, koruma, onarım, tarihi yerler, kazılar ve yayın alt başlıklarından oluşmaktadır. Hem teknik hem de kavramsal konuları kapsayan tüzüğün diğer restorasyon adına yapılan çalışmalardan farkı, konuya soyut ve somut yönden bakan içeriğinde saklıdır. Mimari mirasın korunması düşüncesi genel olarak Avrupa uygarlığının bir ürünü ve anlayışı olarak kabul edilmektedir. Venedik Tüzüğü ile birlikte korunması gereken yalnızca mimari

28

eser değildir. “Bir uygarlığın, önemli bir gelişmenin, tarihi bir olayın tanıklığını yapan kentsel ya da kırsal bir yerleşme” de aynı derecede korunma gerektirir. Görülmektedir ki, korunması gerekenin tanımının genişlemiş, daha fazla kapsayıcılık kazanmıştır. Bu içeriğiyle Venedik Tüzüğü tarihî anıt ve çevrelerinin korunması konusunda çağdaş düşünceleri bir araya getirmektedir. 1964 Venedik Tüzüğü’nün Atina Bildirgesini temel alarak korumaya ilişkin getirdiği ilkeler:

Anıtsal eserler ile tarihi, kültürel ya da doğal öneme sahip ve miras niteliği taşıyan tüm eserler değerlendirilerek koruma statüsüne alınmalıdır.

Tarihi alanlar taşıdıkları niteliklerin yanı sıra belli bir dönem ve toplum için tarihi belge olma özelliği taşımaktadır.

Tarihi anıtlar tek yapı/yapı grubu olarak korunmak yerine yakın çevresi ile bir bütün olarak değerlendirilerek korunmalıdır.

Korunması gereken alanlar üzerinde olumsuz etkilere sebep olmayacak bir işlev yüklenerek, çevresi ile birlikte korunması sağlanmalıdır.

Özel durumlar olmadığı sürece, anıtların tüm özellikleri ile beraber bulundukları alanlarda korunması gerekir.

Koruma amaçlı yapılan tüm müdahale ve onarımlar bilimsel bir temele dayanmalıdır.

Yapılacak onarım çalışmalarında geleneksel yöntemler uygulanmalıdır. Gerekli durumlarda yapılan eklerin ayırt edilebileceği modern teknikler de kullanılabilir.

Zaman içerisinde anıtlara sonradan eklenen bölümlerin gereklilikleri önemsenmeli ve bu bölümlerin de anıtla birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir.

Arkeolojik alanlarda yapılan koruma çalışmalarda yeniden inşa yapılmamalı, yeni ve eski malzemenin bütünlenmesine dikkat edilmelidir.

Yapılan koruma çalışmalarında tüm süreçler hazırlanan raporlar ve çekilen fotoğraflar ile kayıt altına alınmalıdır olarak açıklanmaktadır (Göksu, 1993).

Kültürel ve tarihi değerlerin korunması yapılan planlama çalışmaları ile sağlanabilir.

Tarihi kent merkezlerinin korunabilmesi için yapılan planlama çalışmalarında planlama

29

ve koruma kavramlarının ilişkisi ve bir bütün olarak ele alınması son derece önemlidir.

Koruma Amaçlı İmar Planları tarihi, arkeolojik, doğal vb. sit alanları için yapılan planlar “Uzun Vadeli Gelişim Planı” türü planlar ve Çevre Düzenleme Planları’nda da bu ilişki bulunmaktadır. Alınan koruma kararlarının sadece tarihi kent merkezlerini kapsamaması, kent imar planları yapım aşamasında kentin genel özellikleri göz önünde bulundurularak, kent bütünüyle etkileşim içinde olması bu alanların korunmasında önemli bir yere sahiptir. Geçmiş ile gelecek arasında bir bağ kuran tarihi alanları korumanın önemi sadece işlevsel bir yarar kazandırmak ya da hayranlık uyandıran genel görünümlerinin korunması değil, tüm bunların yanı sıra sahip oldukları kimliğin korunarak yok olmasına engel olmaktır. (Zülfikar, 2012).

Tarihi kent merkezlerinin ve geleneksel yerleşim dokularının korunmasında kullanılan yöntem tarihi çevre koruma planlarının hazırlanmasıdır. Bu koruma çalışmaları korunacak olan alanların, kentin diğer bölümlerinden farklı sosyo- kültürel özellikleri olması sebebiyle farklı meslek disiplinlerinin ortak çalışması olarak yapılmalıdır. Tarihi kent merkezlerinin korunması için yapılan planlama çalışmalarında amaç bu alanların sahip olduğu miras değerlerinin korunması, kayıt altına alınması ve geliştirilerek tüm nitelikleri ile sürekliliklerinin sağlanmasıdır (Eruzun, 1992). Tarihi çevrelerin korunmasında 3 temel amaç bulunmaktadır. Bunlar;

• Tarihi miras değeri taşıyan bu alanların gelecek kuşaklara aktarılması,

• Kültürel devamlılığın sağlanması,

• Bu çevrelerde yaşayan insanlara tarihi değer taşıyan yeni yaşam olanaklarının verilmesi olarak açıklanmaktadır (Eruzun,1987).

Tarihi çevreleri koruma aşamaları:

• Çevre ile ilgili analizlerin yapılması,

• Korunacak kültür ve doğa varlıklarının tam olarak saptanması,

• Rölöve ve tipoloji çalışmaları,

• Sağlıklaştırma, onarım, yenileme, temizleme işlemlerinin yapılması,

• Tarihi çevrede yeni yapılaşmanın çevresiyle uyumlu olarak ele alınması,

30

• Tarihi çevreleri yıpratan, kirleten işlevlerden arındırarak, kültürel işlevler gibi yeniden kullanım alternatiflerinin geliştirilmesi olarak özetlenmektedir (Ahunbay, 1996).

Tarihi alanları korumanın amacı, bu alanları tüm özellikleri ve potansiyelleri ile yok olma tehlikesinden kurtarmak, kültürel değerlerini koruyarak bugünün koşulları ile bütünleştirip yaşam kalitesini arttırmak ve kentsel baskılardan kurtarmaktır.

31

Benzer Belgeler