• Sonuç bulunamadı

3.4 1960-1970 TARİHLERİ ARASINDA SAĞ

1920 Türkiye’sinden 1950 Türkiye’sine gelindiğinde kentli ve eğitimli insan sayısında zamanın şartlarına göre artış olmuş, iktidarın seçim yoluyla belirlenmesi gerektiği, daha başka bir ifadeyle çok partili hayatın gerekliliği savunulmaya başlanmıştır. DP iktidarıyla birlikte ise, seçkinciler değil gelenekçiler, asker değil sivil zihniyet iktidar olmuştur. Cumhuriyet’in seçkinleri böylece yönetim dışında kaldı. Ayakların baş olduğu iddiasıyla CHP demokrasiyi kurtarma çabasına girdi. İlk adımı ise Eylül 1957’de 13. CHP kurultayında okunan “Hürriyet andı” ile attı. Benzer adımlar daha sonraki yıllarda da atıldı. 27 Mayıs 1960 yılına gelindiğinde ise, devrim anlayışından sapma gösterdiği gerekçesiyle (Bkz. Duman, 1999: 52). ve “memleketteki kardeş kavgasına son vermek, partiler arası çatışmayı önlemek” amacıyla ordu yönetime el koydu. (Bkz. Mazıcı, 2004: 558-565).

Darbenin nedenlerine bakılacak olursa ortaya şöyle bir tablo çıkmaktadır: Menderes’in “muvazzaf subaylara büyük çapta ihtiyaç olmadığını, ordunun yedek subaylar tarafından yönetilebileceği”ni açıklaması, DP ile ordu arasındaki gerilimin ilk adımı oldu. Yine 1950 – 1960 yılları arasında parlamentodaki mesleksel dağılıma bakıldığında temsil oranı en düşük grubun askerler olduğu görülür. DP’nin asker kökenlilere çok az yer vermesi de askere karşı alınan bir tavır olarak yorumlandı. Bunun dışında CHP dönemindeki bütün savunma bakanları asker kökenli iken DP döneminde bu bakanlığa getirilen altı kişiden beşi sivildi. Askerin siyasal alandaki temsilinin azalması, askerin DP’den soğumasındaki tek neden değildir.

20 Mayıs 1950 yılında okuduğu hükümet programının hiçbir yerinde Atatürk’ten bahsetmemesi, halk evleri için, “faşist gençlik teşekkülleri” yakıştırmasını yapması, 1950 yılında genelkurmay başkanı dahil 15 general ve 150 subayı emekliye ayırması, yine TSK için “Battal Gazi Ordusu” yakıştırmasında bulunması da DP ile ordu arasındaki gerilime sebep olmuştur. Ama bu gerilim hiçbir

zaman ordu ile siyasal iktidarın ipleri koparmasına neden olmamıştı. Ta ki 27 Mayıs 1960 yılına kadar.

Aslında DP ile Ordunun arasının açılmasının gerçek nedeni: DP’nin, Milli Savunma Bakanlığı aracılığıyla orduyu kontrol altına almak istemesidir. (Bkz. Mazıcı, 2004: 556-557). “DP iktidarına değin Türkiye’de siyasayı belirlemede

askerlerin sürekli ön planda bulunması, özellikle sivil politikacı-aydın zümresinde, ordunun her zaman ve zeminde öncü rol oynaması gerektiği gibi bir kabulü yerleşmiştir.” (Mazıcı, 2004: 557). Ancak DP yönetiminin askeri yönetimin seçimle

gelen otoriteye bağlılığı konusundaki sivil zihniyeti ordu-siyasi yönetim gerginliğine neden olmuştur.

27 Mayıs yönetimi, düşündüğü din anlayışını yerleştirecek ve güçlendirecek bir programa sahip değildi. Bu nedenle DP’yi iktidardan uzaklaştırıp yönetimi ele geçiren asker kadro, DP’den çok farklı bir din politikası izlememiş, resmi ideoloji ile, halkı uzlaştırma çabalarını sürdürmüştür. (Bkz. Çavdar, 1983: 2089). Bu anlamda İmam – Hatip Okulları ve Kur’an Kursları yeniden düzenlendi. (Bkz. Duman, 1999: 56). 1960 – 1964yılları arasında yaklaşık altı bin yeni cami yapıldı. Bu rakam 1950’li yıllardaki cami yapım ortalamasıyla eşittir. Yine Din Dersi seçmeli olmasına rağmen, tek partili dönemle kıyaslandığında ağırlığını koruduğu görülmektedir. (Bkz. Landau, 1979: 250-251).

1923’ten 1960 yılına kadar Türkiye Cumhuriyetle yönetildi. Bunun dışında, doğrudan oy verme, seçme ve seçilme hakkı, kanun koyucularla kişisel ilişkiler, devlet dairelerine rahat erişim gibi haklar başta köylü olmak üzere alt sınıfın önemli olma ve üst sınıfla eşit olma duygularını geliştirdi. Bütün bunlar halkın demokrasiye olan bağını sağladı ve kuvvetlendirdi. Öyle ki seçimlerde gecekondu kesiminin seçime katılma oranı oldukça yüksekti. Özellikle 35 yaş üzerinde. Bununda en önemli nedeni bu kişilerin yıllarca tek partiyle yönetilmesi, seçimin demokrasi için büyük öneme sahip olduğu anlayışıdır. Sonunda 1961 yılında sivil idareye tekrar geçildi. (Bkz. Karpat, 2003: 297-298).

27 Mayıs 1960 darbesinden sonra Demokrat Partinin devamı olarak, Adalet Partisi kuruldu.

Adalet Partisini doğru anlamak için partinin kuruluş ve gelişme dönemlerini iyi anlamak gerekir. Çünkü “insanlar, çocukluklarının izini bütün hayatları boyunca

taşıdıkları gibi, partilerde köklerinin derin etkisi altında kalırlar.” (Duverger, 1974:

15).

Adalet Partisinin kuruluşunda en büyük etkiye sahip dinamik, 27 Mayıs 1960 darbesidir. Ayrıca Milli Birlik Komitesi*nin, Demokrat Partiyi Atatürk ilkelerine aykırı davranmakla ve ülkeyi kardeş kavgasına sürüklemeyle suçlaması Adalet Partisinin yolunu belirlemede etkili olan sebeplerdendir. (Demirel , 2004;23).

Şöyle ki, CHP'nin, askeri ve sivil bürokraside ittifak içinde olduğu bazı gruplar vardı. Bunların kökleri, İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne kadar uzanıyordu. Bu kesim, Osmanlı'nın yıkılmasından sonra, yeni rejimin kurulmasında, büyük görev aldı. Bunlar, çok partili hayata geçene kadar devlet aygıtını yönetip, halkı yönlendiriyordu. Toplumsal problemlerin aklın ışığında çözülebileceğine inanan bu grup, Osmanlının modernleşme çabalarının başarısızlıkla sonuçlanmasını, geleneksel-dini değerlere gereğinden fazla yer verilmesine bağlıyordu. Türkiye Cumhuriyetini muasır medeniyet seviyesine ulaştırmak için Osmanlı hanedanlığına

*

Millî Birlik Komitesi, 27 Mayıs 1960 günü, Demokrat Parti hükümetini askeri darbe ile devirerek siyasî iktidarı ele alan ve sonradan başına Orgeneral Cemal Gürsel'in getirildiği Türk Silâhlı Kuvvetleri'ne mensup 38 kişilik bir cuntadır. Org. Cemal Gürsel'in onayıyla Korgeneral Cemal Madanoğlu'nun yürüttüğü bir tasfiye sonucu, demokratik yaşama geçişe karşı çıkarak ordunun yönetimde kalmasını savunan 14 üyenin yurt dışına görevli olarak gönderilmesi ile üye sayısı 23'e düşmüştür. Bu işlem için MBK 13 Kasım 1960 tarihinde kendini feshetmiş 14 üyesini görevden af ederek yeni bir komite halinde tekrar kurulmuştur. Görevden affedilen üyeler dünyanın değişik yerlerinde iki yıllık mecburi hizmetle görevlendirilerek sürgüne gönderilmişlerdir.

Millî Birlik Komitesi çıkardığı ilk kanunla birlikte 1924 Anayasası'nın birçok hükmünü değiştiren geçici bir anayasal süreç başlatmıştır. Bu süreçle beraber yeni bir anayasa düzenlenmesine dair çalışmalar da başlamıştır. Hazırlanan yeni anayasanın 9 Temmuz 1961'de kabulü ile 15 Ekim 1961'de yapılan genel seçimlerden sonra seçilen miletvekilleri ile kurulan T.B.M.M. 12. Dönem , 25 Ekim 1961'de toplanarak askerî rejime ve dolayısıyla Millî Birlik Komitesi'ne son verdi. Komite üyeleri, yeni anayasa gereği kurulan Cumhuriyet Senatosu'nun kayd-ı hayat şartıyla "tabii üye"leri oldular.

son vermek yetmiyordu. Modernlikle uyumlu laik değerlerin yerleştirilip, kökleştirilmesi gerektiğine inanıyorlardı. Bunun içinde sanattan eğitime, müzikten kılık-kıyafete pek çok alanda yenilik yapılması gerekiyordu. Halk için neyin iyi neyin kötü olduğuna, en azından halk bu bilnce gelene kadar bu elit tabaka karar verdi. Çok partili hayata geçene kadar da CHP bu grubun istekleri doğrultusunda adımlar attı. CHP'nin bu tavrı haliyle karşıtlarını da doğurdu. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Serbest Cumhuriyet Fırkası gibi. Bu partiler bir anda bu elit yöneticilere tepkinin sesi haline geldi. CHP, halkın geleneksel-dini yaşam biçimine karşın, hiç tanımadığı yabancı bir sistemi, halkına dayatan parti olma görünümünden kendini kurtaramadı. İşte çok partili hayata geçişle birlikte iktidara gelen Demokrat Parti, önceki muhalefet partilerine destek veren geniş kitlelerin bir anda desteğini sağladı. Çünkü CHP'nin kendisine “adam edilmesi gereken” biriymiş gibi muamelesinden sonra, kendisini adam yerine koyan bir parti halka sıcak gelmişti. Tabi Demokrat Partinin liberalleşme ve ekonomik büyüme adına yaptıkları da göz ardı edilmemeli. Ama Demokrat Partinin büyümesindeki en önemli sebep merkez- çevre çatışmasını kendi lehine kullanmayı bilmiş olmasıdır. (Bkz. Demirel, 2004; 23- 26).

Merkez-çevre çatışmasının farkında olan Adalet partisi 27 Mayıstan duyulan mağduriyet hissini kullanarak ve Demokrat Partinin devamı olduğunu söyleyerek kuruldu. Fakat Milli Birlik Komitesi, 1960 öncesinde yaşananların tekrar yaşanmasına müsaade edilmeyeceğini söylüyordu. Bu durum, Adalet Partisi için sıkıntı oluşturmuştu. 1965'e kadar Adalet Partisi meşruiyetini 27 Mayısçı kesime kabul ettirmek için çabaladı. 1961 seçimlerinde beklenmedik bir oranla %36.7 oy oranı ile ikinci parti oldu. (Bkz. Demirel, 2004; 23-34).

Her ne kadar Adalet Partisi, Demokrat Partinin devamı olduğunu söylese de iki parti arasında bazı farklar vardır. Çünkü hem seçmen tabanı hem de siyasetin parametreleri değişmekteydi. Ayrıca 1960 öncesi Türkiye ve Dünya ile 1960 sonrası Türkiye ve Dünya arasında farklar vardı. Türkiye'de köyden kente doğru bir göç

akını yaşanırken bir taraftan sanayileşmede de hatırı sayılır ilerlemeler oluyordu. Gene 1961 Anayasası düşünce ve örgütlenme özgürlüğünü genişletiyor buna bağlı olarak da işçi ve öğrenci hareketleri toplumsal bir güç haline geliyordu. Ayrıca darbenin siyasi merkeze oturttuğu orduyla, birlikte yaşamaya çalışıyordu. Dünyada ise, kapitalizm karşıtı rüzgârlar esiyordu. Adalet Partisi, değişen bu şartlara uyum sağlamaya çalışırken zorunlu olarak Demokrat Partiden farklı çizgiye kayıyordu. (Bkz. Demirel, 2004; 334-336)

1965 yılı Türkiye için dönüm noktası olmuştur. Bu tarihlerde kentleşme artmış, eğitim öğretim daha yaygın hale gelmiş, modern kurum ve kuruluşlar ihdas edilmiştir. Buna bağlı olarak hem sağ da hem de sol da bir takım değişiklikler ortaya çıkmıştır. “Eğitim-öğretim temelli sosyal ve ekonomik gelişmeler Cumhuriyet

döneminin en önemli kazanımları olup, Osmanlı'dan devralınan halk yığınlarını modern toplum olma yolunda harekete geçmiştir. Çünkü sağ olarak tanımlanan toplumsal kesimlerin Cumhuriyet'in kuruluşundan bu yana merkezden uzaklaşma sürecine bağlı olarak, Cumhuriyet'in bazı kurum ve değerlerine mesafeli duruşu, girilen süreçle gittikçe ortadan kalkmış, muhafazakâr kesimler de modern toplumsal yapı içinde kendilerine bir yer bulma imkânına kavuşmuştur. Bu yıllarda hızlanan toplumsal kalkınma ve kentleşme sürecine uygun olarak ticaret ve sanayinin gelişmesine paralel biçimde, eğitim ve öğretim, bilim, kültür ve sanat alanlarında muhafazakâr kesimlerin varlıklarını hissettirmesi, siyasal anlamda kenardan merkeze kayma, sosyolojik anlamda da köy kültüründen şehirli kültüre entegre olma sürecini hızlandırarak kendilerini yeniden üretebilme imkânını doğurmuştur. İşte 1965 sonrasında CHP'nin muhalefette sert bir duruş benimsemesinin gerisinde, sağcı kesimlerin merkeze gittikçe yaklaşmalarının yarattığı tedirginlik yatmaktadır. Çünkü onlar, sağ kesimi, radikal modernizm, benimsedikleri dönemlerde batılılaşmanın; sosyalizme kaydıkları dönemlerde ise, demokratik ve özgür bir toplum oluşturmanın önünde devamlı engel olarak göre gelmişlerdir. Değişen tek şey ideolojik tanımlama biçimi olmuştur.” (Akgül, 2004: 124).

1969 MHP ve 1970 de MNP siyaset arenasında ortaya çıkmış ve bilinen sağ anlayışa farklı anlamlar katmışlardır. Özellikle MHP ve MNP'nin kurulması sağın merkeze yaklaşmasına etki etmiştir. Aynı zamanda sağın ayrışmasına da neden olmuştur. (Akgül, 2004: 124).“1960 askeri darbesinden sonra, bütün askeri darbe ve muhtıraların sağa yönelik tepki endişelerinden kaynaklanması, siyasal merkez ile toplumsal merkezin arasındaki kapanan mesafenin, 'kurucu ilkeler' adına yeniden ayarlanması anlamına gelmektedir. 12 Mart 1971 muhtırası ile Türkiye'de siyasi dengenin yine AP aleyhine bozulması bunun göstergelerinden biridir.” (Akgül, 2004:

124).

1965 yılından sonra özellikle siyasal alanda çeşitlilik ortaya çıkmıştır. Mesela TİP 1965 seçimlerinden sonra 15 milletvekili ile Meclise girmiş böylece CHP'nin bilinen sol anlayışının yanında daha sosyalist tavır sergileyen sol yaklaşım ortaya çıkmıştır.

Bu yıllarda yasadışı sol kesim demokratik yollarla kapitalizmi yok edemeyeceğine, bu işi ancak silah zoruyla yapabileceklerine inanmaya başladı. Bunun sonucu olarak özellikle üniversiteler başta olmak üzere toplumun bütün katmanlarında anarşik olaylar yaşanmaya başladı. Aynı yıllarda Ecevit İnönü'yü yapılan kurultayda geçerek CHP'nin başına geçti. 1973 seçimlerinde ise %33 lük oy başarısı gösterdi. Bu başarıda sağdaki ayrışmanın da etkisi olmuştur. (Bkz. Akgül, 2004: 124-125).

1965’lerde CHP ortanın solu kavramını ortaya attı. “29 Temmuz 1965 günü

İsmet İnönü, CHP genel başkanı olarak Milliyet gazetesine şu açıklamayı yaptı: “CHP bünyesi itibariyle devletçi bir partidir ve bu sıfatla elbette ortanın solunda bir anlayıştadır... Adalet partisi sağcıdır. Onlara söylüyorum, siz sağı koruyun aşırılardan, ben solu koruyayım. O zaman memlekette korkuya yer kalmaz. Onların karşısında biz sol partiyiz. Bizim solumuzda da bir tehlike var; biz kendimizi onlardan koruruz.” (Mercan, 2006: 50).

Aslında İnönü “ortanın solu” değişiyle o zamanlar hızla gelişen radikal solu dengelemek, onu yavaşlatmak ve toplumsal gelişim ve değişimi klasik CHP prensipleri istikametinde yönlendirmek istiyordu. (Bkz. Kahraman, 1993: 75).

Bu kavramla ulaşılmak istenen diğer bir amaç ise, Kemalizm’i yeniden dönüştürme, zamanın şartlarına göre uygun bir sol anlam yükleyerek yeniden kurma çabasıdır. Bu değişim ihtiyacı aslında Sağ’ın liberal’i benimsemesinden sonra, ona cevap verme amacıyladır. Yine CHP’nin altı okundan birini oluşturan Halkçılık o döneme kadar istenilenden daha fazla öne çıktı. “ortanın solu” ile “Devletçilik”te ön plana çıkmaya başladı. (Bkz. Kahraman, 1993: 107).

Bu kavram aynı zamanda CHP’nin, 1950’lerden sonra Türk modernleşmesini, işçileşme, sanayileşme, ithal ikameci* toplum yapısını iyi okuduğunu ortaya koyuyor. ( Bkz.Adlı, 2006: 72).

Pek çok kişiye göre, seçkinlerin partisi olarak görülen CHP için 1965 ve 1980 yılları önemli bir yere sahiptir. Bu tarihlerde Bülent Ecevit partinin önce genel sekreteri ardından da genel başkanı oldu. “Ortanın solu” kavramını yeniden formüle eden Ecevit (Bkz. Ergül, 2000a: 37). partinin kitlelerle kaynaşmasını hızlandırdı. Ve bir ölçüde de başarılı oldu.(Bkz. Öztürk, 2006: 50). Ecevit, 1973 ve 1977 yıllarında partiyi seçimlerde birinci yapmayı başardı.

*

ithal ikameci: içe dönük sanayileşme; yurt dışından ithal edilmek durumunda olan malların yurt içinde üretilmesini sağlayarak dışarıya bağımlılıktan kurtulmak suretiyle sanayileşmeyi öngören politika. mamul mal ithalatını azaltmak için ulusal sanayinin büyümesini teşvik etmeyi amaçlayan bir stratejidir.

Benzer Belgeler