• Sonuç bulunamadı

2I.1.2 İSLAMCILIĞIN ORTAYA ÇIKIŞI VE KRONOLOJİSİ

3. TÜRKİYE’DE SAĞ’IN ORTAYA ÇIKIŞI VE GEÇİRDİĞİ AŞAMALAR

3.1. İLK BELİRTİLER

Türkiye’de sağ denilince şüphesiz akla muhafazakarlık, (Bkz. Mert, 1997: 57). İslamcılık ve milliyetçilik kavramları gelir. (Bkz. Bora, 1998: 7). Bunun yanında başka kavramlar da var olsa bile ağırlıklı olarak bu üç kavram Türk Sağ’ının temel direkleridir. Bundan dolayı bundan sonra bu üç kavrama ağırlıklı vurgu yapılacaktır. Zaman zaman sağ kavramı yerine milliyetçilik, İslamcılık veya muhafazakarlık kavramları kullanılacaktır.

İbn Haldun, devletlerin ömrünün insanların ömrüne benzediğini söyler. Dolaysıyla devletler ve medeniyetler de ortaya çıkar, yaşar ve yıkılır. (Bkz. İbn Haldun, 1988: 480-484). Bir devlet tarih sahnesinden çekilince yerini başka devletler alır. (Bkz. Eliaçık, 1996: 20).

Osmanlı devleti de belli bir tarihte ortaya çıktı, yaşadı ve yıkıldı. Bu büyük imparatorluğun yerine pek çok devlet kuruldu. Türkiye Cumhuriyeti de bunlardan biridir. Bu topraklarda her ne kadar yüz yıllar boyu Osmanlı hüküm sürse de yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetinin yönetim şekli, Osmanlı’ya hiç de benzememektedir. Zira, Osmanlı hükümdarlık ile yönetilirken, yeni kurulan devletin yönetim şekli, “Cumhuriyet” idi.

Demokratik rejimin işlemesi siyasi partileri ortaya çıkarmıştır. Her siyasi partinin de yönetim konusunda kendine göre siyasal düşüncesi olmuştur. Sağcılık ve solculuk bu düşüncelerin sistemleşmiş şeklidir.

Türk sağ'ı özellikle Osmanlı'dan Türkiye Cumhuriyet'ine geçildiği yıllarda gündelik ilgi ve yönelişlerin siyasal dile aktarılmış reaksiyonunu ifade etmektedir. (Bkz. Akgül, 2004: 112)

Anadolu'nun işgale uğramasıyla başlatılan Milli mücadeleye, devlet ricali karşı çıkmasına karşın Anadolu’daki diğer insanlar gibi muhafazakar insanlar (imam, müftü gibi din adamları) da destek verdiler hatta bazı yerlerde işgale karşı halkı bu insanlar örgütledi. Kuvay-ı Milliye ise sık sık hilafet ve saltanatın korunması, İslam unsurlarının birleşmesi ve Batı'ya karşı mücadele edilmesi gerektiğini söylüyordu. Bu söylem özellikle muhafazakâr insanların ilgisini çekmiş ve desteğini almıştı. Bu dönemde İslamcılık anti-emperyalist bir güç olarak kendini gösterdi. Bu mücadele esnasında milliyetçilik ve dinsel faktörlerin büyük işlevi olmuştur. Bu durumun farkında olan M. Kemal İslamcılık düşüncesiyle çatışmaya girmemiştir. 23 Nisan 1920'de açılan birinci TBMM'de ulemadan temsilcilerde vardı. Bu meclisin % 20’si ulemadandı. Hatta milletvekillerinin 8'i şeyhti. Bu ittifak Kurtuluş Savaşının bitimine kadar devam etti. Ancak saltanat ve hilafetin kaldırılmasıyla muhafazakâr kesimle devrimci kadronun arası açıldı. Bu devrimler İslam'ın kurumsal gücüne darbe olarak algılandı. Ayrıca devletin yönü daha yakın bir zamana kadar “gavur” diye adlandırılan Batı'ya çevrilmişti. Dinden sapma olarak kabul edilen bu değişiklikler muhafazakâr kesimi devrimci kadroya muhalefete itti. Ancak Şeyh Sait İsyanı gibi bazı olaylar bu kadroları takrir-i sükûn yasasını çıkarmaya, İstiklal Mahkemelerini kurmaya itti. Böylece muhafazakâr muhalefet tasfiye edildi. Bu tecrübe özellikle sonraki yıllarda sağ muhalefetin tepkisini de belirledi. Artık mevcut yönetime yıkıcı şekilde muhalefet edilmeyecek, demokratik tepki verilecekti. Bu hal zamanla sağ'ın tipik muhafazakâr refleksine dönüştü. (Bkz. Duman, 1999: 20-21).

Osmanlı'nın son zamanlarında modern aydın, iktidarı ele geçirmek, siyasal yapıyı yönetmek için uğraşmamıştır. Bu ilk dönemde daha çok sadaret ve yüksek bürokraside bazı değişiklikler yaparak yönetime dolaylı müdahil olma ile yetinmiştir. Zamanla Batı'daki siyasal cereyanlarında etkisiyle modern aydında fikri anlamda siyasal farklılaşmalar net bir şekilde açığa çıkmaya başlamıştır. Bu kimseler Batıda eğitim alan sonrada ülkesine dönen kimselerdi. Meşrutiyetle birlikte bu kimseler yönetime itiraz etmeye başladılar. Böylece iktidarı bizzat kullanmak isteyen bir grup

ortaya çıktı. O zamana kadar kimse saltanatı ve hilafeti sorgulamamış, varlığını ortadan kaldırmaya teşebbüs etmemişti. Ama bu olayla birlikte Osmanlı monarşisine karşı itiraz sesleri yükselmeye başladı. Bu, değişimin ilk adımlarıydı. Anayasa, meclis, hürriyet gibi kavramlar bu tarihten sonra çok sık dillendirilmeye başladı. Bu aydınlar, Batı'dan kitaplar tercüme ediyor, gazete ve dergiler çıkarıyor böylece diğer aydınları ve halkı bu konuda bilinçlendiriyorlardı. Meşrutiyet talepleri insanların Batılı tarzda yönetim istediklerinin en önemli göstergesiydi.

“Meşruti bir yönetimi Batıcı aydınlar kadar, İslamcı aydınlar da istemektedir.

Bu süreçte merkezin dışında olmaya başlayan muhafazakâr tavrı siyasal merkeze bağlayan unsurlardan biri olan 'saltanat kurumu' çeşitli tartışmalara konu olarak, meşruiyeti tartışılır durumu gelmiştir. Buna İslamcı çevrelerde katılmıştır.” (Akgül,

2004: 118).

1908’den sonra anayasa işlerlik kazanmış, dernek kurma, gösteri yapma, işçi grevi gibi Batılı siyasal felsefelerden esinlenerek bir takım uygulamalar hayata geçirilmiştir. Bu tarihten sonra halkla iktidar arasındaki ilişkiyi anayasa kurmaya başlamıştır.

Bütün bunların yanı sıra Cumhuriyet yönetiminin yaptığı bazı inkılap hareketleri halkın bir kısmının kendini dışlanmış, kenara itilmiş gibi hissetmesine neden olmuştur. Osmanlı zamanında Batı'nın meydan okumalarına cevap veren yapı, yeni değişimle birlikte içine kapanmış ve iç tepkilere cevap vermeye caba harcamıştır. (Bkz. Akgül, 2004: 117-119). “Bu noktada Osmanlıdan devralınan 'dini

ve kültürel miras'a karşı aidiyet duygusu soyut simgeler ve gizli ritüellerle canlı tutulmaya çalışılır.” (Akgül, 2004: 119)

Yeni yönetimin yaptığı inkılâplar muhafazakar -sağ- kesim tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır: “Tek parti döneminde özellikle dini

dünya görüşünü çağrıştıracak bütün simgeseller ortadan kaldırılmaya çalışılmış, halkın dini inanç ve hayatını ilgilendiren ve yüzlerce yıldır bir süreklilik arz eden

değer ve kurumlara karşı alışılmışın dışında sert tavırlar alınmış, bunların yerine sert kurumlar ihdas eden pek çok kanun yürürlüğe girmiştir: 1 Kasım 1922, Saltanatın kaldırılışı; 3 Kasım 1924, Hilafet ile Şer'iye Mahkemeleri'nin kapatılması; 25 Kasım 1925, Şapka iktisaı hakkında kanun çıkarılması; 4 Ekim 1926, Medeni Kanun'un ve takvimde Batılı standarda riayet hakkında kanunun kabulü; 10 Nisan 1928, İslamlık ve Şeriat hakkındaki hükümlerin mer'i hukuk sisteminde çıkarılması; Haziran 1928, İslam ibadetlerinde (Türkçe İbadet) reform teşebbüsü; Şubat 1932, Ezanın minarelerde Türkçe kıraatle okunması; 1933, Üniversite Reformu Kanunu ve Dar'ul-Fünun İlahiyat Fakültesi'nin kapatılması; 1935, Cuma yerine Pazar gününün resmi tatil ilan edilmesi; 1 Şubat 1935, Ayasofya ile ihtiyaç dışı ve cemaatsiz olduğuna kanaat getirilen camilerin kapatılması ve bir kısmının müze haline getirilmesi, bir kısmınında askeri hizmetlere tahsis edilmesi; CHP'nin 1935 Kongresi'nde kadınların peçe giymesinin yasaklanması ve uygulamanın belediyelerin yetkisine devredilmesi; 5 Şubat 1937” (Akgül, 2004: 119-120).

Burada devletin modernleşmesinden ziyade toplumun öz değerlerinin değiştirildiği savunulmuştur. Bu kitleler öz değerlerin muhafaza edilmesinden yana olmuşlardır. (Bkz. Akgül, 2004: 119).

Benzer Belgeler