• Sonuç bulunamadı

1.1.4. Aile Kurumunun Tarihsel Gelişimi

1.1.4.2. Tarım Toplumu

Tarihsel süreçte avcı ve toplayıcı toplumdan sonraki ikinci toplum türü “tarım toplumu”dur. İnsanların doğaya hâkim olmak için birçok alet üretmesi, hayvanları evcilleştirmesi, bu aletleri tarım arazilerinde kullanması, besin kaynaklarının artmasını sağlamıştır. Bu gelişmelerle birlikte insanların üretimlerinin fazlası meydana gelmiştir. Yani toplumun ürettiği ve tükettiği arasında bir fark belirmiştir. Bu üretim fazlasına erkek el koymuştur ve artık egemen güç konumuna gelmiştir. Üretim aşamasında yaşanan tüm bu değişimler başta toplumsal yapı olmak üzere başka değişikliklere de zemin hazırlamıştır. Klanlar halinde yaşayan topluluklar gitgide sayı bakımından azalırken, tüm bu değişimler bağımsız bir ekonomik birim olan ataerkil ailenin doğuşuna neden olmuştur (Kerov, 2011: 54). Emek gücünün artık erkek tarafından sağlanması ve emek gücüne duyulan ihtiyaç, avcı ve toplayıcı toplumun son kırıntıları üzerine köleci ve ataerkil toplum yapısının inşa edilmesine zemin hazırlamıştır (Aydın, 2015: 58).

Kölelik düzeninin yaygınlaşması, üretici güçlerin gelişmesiyle eş zamanlı olarak artmıştır. Köleci toplumlar, artan nüfusla birlikte yeni topraklara sahip olmak için çıkan savaşlarda ortaya çıkmıştır. Huberman’a (2009: 20) göre bu dönemin savaşçı bir dönem olmasının sebebi, gerekli olan bütün malları toprakta üretilmesi, bu yüzden de toprağın zenginliğin bir göstergesi olmasıdır. Bu savaşlar esnasında alınan

tutsaklar öldürülmeyerek tarım arazilerinde çalıştırılmak üzere köleleştirilmişlerdir (Köse, 2016: 24). Kölelerin sayısı hızla arttıkça toplumdaki sınıfsal karşıtlık (efendi- köle ilişkisi) daha da belirgin hale gelmiştir (Zubritski vd., 2011: 60). Bu durum

toplumsal ilişkileri de etkilemiş ve toplum ilk defa üretim araçlarına sahip olanlar ve bu araçlara sahip olmayanlar olmak üzere ikiye ayrılmıştır (Köse, 2016: 24).

Yerleşik tarıma geçilmesiyle birlikte toprak ve mallar özel mülkiyet haline gelmiştir. Bu malların soy aracılığıyla aktarılması için de çocukların meşruiyetini sağlamak önemli hale gelmiştir. Bu da toplulukların eskiden eşit olan üyeleri arasında servet eşitsizliğini derinleştirmiştir. Böylece erkekler zamanla kadınların üretici gücünü kontrol altına almıştır ve kadınlar anaerkil güçleri yitirmeye başlamıştır (Marshall, 1999: 22; Kerov, 2011: 55). Özel mülkiyet kavramı giderek daha çok insanın ilgisini çektikçe, soy gelişiminde kadın soy çizgisinin temel alındığı anaerkil yapı yerini erkek soy çizgisinin temel alındığı ataerkil yapıya bırakmıştır (Morgan, 1998: 85). Marshall’ a (1999: 47) göre ataerkillik, erkek aile reislerinin otoritesine bağlı olarak kurulan bir toplumsal sistemdir. Harari’ye (2016: 150) göre, hemen hemen bilinen tüm insan toplumlarında cinsiyet hiyerarşisi mevcuttur ve önemli bir yere sahiptir. İnsanlar her zaman kendilerini erkekler ve kadınlar olarak ayırmışlardır. Tarım devriminden bu yanaysa erkekler genellikle avantajlı durumda olmuştur. Bunun temel nedeni, erkeğin mülkiyeti elinde bulundurmasıdır.

Zamanla zayıflamaya başlayan köleci toplum yerini, tarıma dayalı üretimin egemen olduğu feodal topluma bırakmıştır. Bu toplum yapısında “toprak” en önemli üretim aracıdır, toprağın mutlak sahibi kraldır ve soylular kralın topraklarını işletmektedir. Toplumun en alt tabakasında bulunan serfler (köylüler) ise soylulara bağlı olarak çalışmaktadır (Huberman, 2009: 13-17). Bu hiyerarşi ilişkisi feodal düzende yer alan soyluların hem ekonomik hem ideolojik gücü ellerinde tutmalarına yol açmıştır (Gittins, 2012: 44). Huberman’a göre (2009: 11) bu feodal toplum: dua edenler (kilise sınıfı), savaşanlar ve askeri beslemek için çalışanlar (serfler) olmak üzere üç sınıftan meydana gelmektedir.

Zaman içerisinde üretim araçlarına ve buna bağlı olarak servete, siyasî güce sahip olan egemen sınıf varlığını korumak ve neslin devamını sağlamak için aile kurumunu düzenlemeye başlamıştır. Bu da, ataerkil sistemin yerini sağlamlaştıracak olan “tek eşli aileyi” ortaya çıkarmıştır (Köse, 2016: 25). Yani tek eşli ailenin oluşması

ile mal varlıklarının mirasını düzenleyen kuralların gelişmesi, birbirine koşut olarak meydana gelen durumlardır.

Zamanla üretim alternatiflerinin artması, köylülerle feodal bey arasında anlaşmazlıkları ortaya çıkarmış ve bunun sonucunda, ticaret yoluyla elinde sermaye biriktirmeye başlayan burjuva sınıfının oluşmasıyla feodal sistem çökmüştür. Artık sermaye birikimi tarımdan ticarete kaymıştır ve böylece feodal dönemde insanlığın zenginliğinin tek ölçüsü olan toprak, ticaretin yaygınlaşmasından sonra yerini yeni bir servet ölçüsü olan ‘para’ya bırakmıştır (Huberman, 2009: 47). 12. yüzyıldan itibaren Avrupa’da bir dönüşüm dönemi başlamıştır. Bu dönüşüm, ekonomik düzeyde ticaretin canlanmasına paralel olarak gelişen kent yaşamının önem kazanması, kentlerin siyasal iktidar düzeni içinde yer alması, siyasal düzen içerisinde ise krallıklara bölünmüş Avrupa’da modern devletin en önemli unsurlarından olan “ülke”nin ağırlık kazanmaya başladığı bir devlet düzeninin kurulması sonucunu doğurmuştur. Bu da kralın iradesinden bağımsızlaşarak gelişen bir sınıfın -burjuvazi- iktidardan pay arayışına, çeşitli sınıflar arasında kurumsallaşan tabakalar yönetiminin yerleşmesine neden olmuştur (Çetin, 2002: 82).

Tarım toplumunun ortaya çıkmasıyla birlikte aile kurumunda da radikal değişimler meydana gelmiştir. Avcılık ve toplayıcılık döneminin sona erip tarıma dayalı üretime geçilmesi ve insanların toprağa yerleşmesiyle baba egemenliğinin başladığı savunulur (Sayın, 1990:76). Bu geçiş aynı zamanda kadın-erkek arasındaki iş bölümünün kalkması anlamına gelmektedir. Bu aşamadan sonra ürünlerin kazanılması ve korunması bir güç mücadelesini gerektirmekteydi. Bu mücadele erkeğe ait olduğundan mirasın çocuklara aktarılması anaerkil ailenin var olduğu ilk toplumlardan farklı bir öneme sahipti. Mirasın aktarılması babadan oğula doğru bir çizgide gelişince ana soylu miras yerini, baba soylu mirasa bıraktı. Bu anlamda ataerkil aile, soyun babadan devam ettiği geniş ailedir denilebilir (Türköne, 1995: 37). Ayrıca tarım toplumunun ailesinde baba, yönetim ve yargı merkezi gibi hareket ederek otoriteyi ilk defa elinde bulundurmaya başlamıştır.