• Sonuç bulunamadı

1.1.4. Aile Kurumunun Tarihsel Gelişimi

1.1.4.3. Modern Toplum

Toplumsal sistemin en önemli yapısal unsuru olan aile, sistemin genel karakteristiklerini yansıtma ve kendisini oluşturan bireylere bunu aktarma işlevine sahiptir. Bir sosyal ve tarihsel kurum olarak aile, tarihsel ve toplumsal süreçlerin gelişimine bağlı olarak değişmiştir. Aileyi geniş, ataerkil ve anaerkil gibi sınıflandırmaya tabii tutan çoğu tanım, tarihsel gelişim içinde toplumların yapısına göre farklılaşan aile pozisyonlarını ifade etmek için kullanılmıştır. Hatta geleneksel toplum-modern toplum ayrımı da en çok aile yapısında görülen değişimlerle tanımlanmakta ve kavramlaştırılmaktadır. Modern toplumun ortaya çıkışını hazırlayan sanayileşme ve kentleşme süreçlerinde toplumsal kurumların yapısında meydana gelen değişmeyle birlikte toplumun temelini oluşturan ailenin de yapısı, öğeleri ve işleyişi tamamen farklılaşmıştır (Çelik, 2009: 26). Bu bağlamda modernleşme mefhumunun nasıl ortaya çıktığını ve tam olarak neyi ifade ettiğini kavramak için, bu kavramın ortaya çıkmasına neden olan temel dinamikleri2 irdelemek gerekmektedir. Bu dinamiklerden en önemlileri ise, Fransız Devrimi ve Sanayi Devrimi’dir.

Fransız Devrimi, 18. yüzyıl Avrupası’nda meydana gelen devrimlerden bir tanesidir. Feodal düzen içinde gelişip iktisadi ve sosyal anlamda üstünlüğü ele geçiren sınıf olarak adlandırılan burjuvazinin iktisadi anlamda en zengin kesim olduğu halde, iktidarda söz sahibi olma ayrıcalığından yoksun olması ve bir nevi iktidara adaylığını koyma isteği, Fransız Devrimi’nin gelişiminde önemli etkenlerdendir. Ayrıca fakir ve kültürden yoksun olarak kötü koşullar altında yaşayan köylüler, feodal düzenden bıkmışlardır. Tanilli’ye göre (2006: 40) 1789’da gerçekleşen Fransız Devrimi’nin temel nedeni sosyal sınıflar tablosunun görünüşüdür. Zaman içerisinde burjuvazinin mücadelesi başarıya ulaşmıştır ve 26 Ağustos 1789’da “İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi” kabul edilmiştir (Sarıca, 1981: 13-16). Bu devrim bir çağı kapatıp, diğer bir çağı açmıştır. Devrimle birlikte Avrupa’da Cumhuriyet rejimi tartışılmaya başlanmış, milliyetçilik ilkesi, eşitlik, özgürlük gibi kavramlar gündeme gelmiştir.

2 Daha detaylı bilgi için için bkz. (Tanilli, 2006: 122-135; Hobsbawm, 2003: 152-160; Freyer, 2014: 25-56).

Modernleşme olgusunun ortaya çıkmasına neden olan diğer bir gelişme ise, Sanayi Devrimi’dir. 18. yüzyılın ikinci yarısında İngiltere’de meydana gelen Sanayi Devrimi’yle birlikte kapitalist üretim biçimi devreye girmiştir. Sanayi Devrimi, yeni buluşlarla birlikte kas gücünün yerini; makineleşmiş endüstrinin almasını ifade etmektedir. Freyer (2014: 39-45), Sanayi Devrimi’nin oluşum aşamalarını altı madde üzerinden incelemektedir. Ona göre ilk sanayi dalgası “dokuma sanayi” dalgasıdır. İkinci dalga, demir ve çelik, üçüncü dalga, demiryollarının inşa edilerek ulaşım alanındaki gelişmeleri ifade eden “ulaşım çağı”, dördüncü aşama, sanayi alanında kimyanın kullanılmaya başlanması, beşinci dalga, “elektrik sanayisi”, altıncı ve son dalga ise “benzin motoru”nun üretilmesidir. Bu aşamalardan ailenin yapısını en derinden etkileyen şüphesiz “ulaşım çağı”dır. Demiryollarının inşa edilmesiyle birlikte, taşrada yaşayan insanlar fabrikalarda çalışmak amacıyla kentlere göç etmeye başlamışlar ve bunun sonucunda ise ailenin yapısı büyük anlamda dönüşüme uğramıştır. Bu konuya ilerleyen bölümlerde daha detaylı değinilecektir.

18. yüzyılın ikinci yarısında İngiltere merkezli ortaya çıkan Sanayi Devrimi aslında uzun bir zamanın ürünüdür. Bu uzun zaman süresince ortaya çıkan temel parametreler: ‘burjuva sınıfının ortaya çıkmasına bağlı olarak gelişen ticaret ve bankacılık, modern devletlerin ortaya çıkışı, ulaştırma ve üretim tekniklerindeki gelişmeler’dir (Beaud, 1983:17).

Zaman içerisinde toplum giderek makineleşmeye yönelirken, nüfus da artmaya başlamıştır (Tanilli, 2006: 119). Bu gelişmeler İngiltere’yi küresel güç konumuna getirmiştir. Sanayi Devrimi’nin İngiltere’de ortaya çıkması, İngiltere’nin sömürgecilik anlamında diğer ülkelerden önde olması, sömürgelerinden hammadde elde etmesi ve geniş pazar imkânlarına sahip olmasıyla açıklanabilir. Ancak Hobsbawm’a göre Sanayi Devrimi sadece İngiltere ile açıklanamaz, etkisi zamanla tüm Avrupa’ya yayılmıştır. Bu anlamda Sanayi Devrimi, insanlık tarihinin en köklü dönüşümüdür (2003: 13). Bu dönüşümün yarattığı toplum ise önceki dönemlerden oldukça farklıdır. Bu toplum yapısında artık en önemli üretim aracı “fabrika”dır. Kapitalist üretim sistemi, yeni üretim araçlarını elinde bulunduran kapitalist sınıf ile onlara emek gücünü satan işçi sınıfının ortaya çıkmasına neden olmuştur (Marx,

2006: 157). Tüm bunların yanında Sanayi Devrimi, insanlar arasında yeni bir iktisadi ilişki türü, yeni bir üretim sistemi, yeni bir yaşam ritmi, yeni bir toplum oluşturmuştur (Hobsbawm, 2003: 61). Bu yeni toplum ise zaman içerisinde modern toplum adını almıştır.

Sanayi Devrimi, yalnızca iktisadi büyümenin hız kazanmasına değil, toplumsal dönüşümün de hız kazanmasına neden olmuştur (Hobsbawm, 2003: 32). Makineli üretim aracı ve onlardan elde edilen kütle halindeki eşya, makineli taşıt (tren) ve mekanik haberleşme araçları (telsiz, telefon) hayatta ön plana geçince, yalnız dünyanın yüzü değil, ulusların yapısı da; yalnız hayatın dış biçimi değil, toplumsal inşanın bütün varlığı da kökten değişmiştir (Freyer, 2014:29). Sanayi Devrimi’nin yarattığı başlıca değişiklikler, sermayenin ve el emeğinin merkezileşmesi, sanayicilerin kentlere yerleşmesi’dir. Sermaye ve el emeğinin merkezileşmesinin nedeni, makinelerin giderek karmaşık bir duruma gelmesi ve makinelerin enerji kaynaklarına yakın bir yerde olma zorunluluğudur. Bu da büyük fabrikaları doğurmuştur. Sanayicilerin kentlere yerleşmeye başlamasının sonucunda ise, köyler ve kasabalar arasındaki farklılık derinleşmiştir. Zamanla kentler endüstriyel ve ticari faaliyetlerin merkezi olurken; köyler ve kasabalar ise sadece tarımsal faaliyetlerde bulunmak zorunda kalmışlardır (Tanilli, 2006: 119). Bunların sonucunda kentleşme giderek artmıştır ve kırsal alanlarda yaşayan insanlar kentlere göç etmeye başlamışlardır. Sanayi Devrimi’nin radikal değişikliklere yol açmasını Freyer şu sözlerle açıklamaktadır:

“…Dünya tarihinin hiçbir çağında, üzerinde yaşadığımız dünyanın tablosu 19. yüzyılda olduğu kadar kısa bir zaman içinde değişmemiştir. Bu değişme yalnız sanayinin, fabrikaları ile, büyük kentleri ile, maden ocakları ile göçtüğü bazı alanlarda değil, her yerde olmuştur; sessiz bir vadide, yüksek sıra dağlar önünde, el değmemiş ormanlarda, çölde, dünya denizlerinde de yeni teknik zamanla var olmuştur…” (2014: 28).

Tüm bu dönüşümler, aile kurumunun yapısal özelliklerini de köklü bir şekilde değiştirmiştir. Tarım toplumundan modern topluma (sanayi toplumu) geçildiğinde aile kurumu, ataerkil ağırlığa rağmen, eşitlikçi bir yapıya doğru ilerlemiştir. Bu eşitlikçi eğilimi ise sanayi olgusu artırmıştır. Çünkü sanayi toplumunda aile sadece kadına ya

da erkeğe ait değildir ve korunması gereken bir toprak gibi bir mal yoktur (Aydın, 2015: 58). Ayrıca sanayileşmeyle birlikte oluşan yeni toplum düzeninde daha fazla işgücüne ihtiyaç duyulması, kadınların da iş hayatına girmesine yol açmıştır (Sayın, 1990: 78). Kadınların iş hayatına girmesi kendileri için ekonomik bir özgürlük yaratmasının yanında, ailenin eşitlikçi bir yapıya doğru ilerlemesinde de etkili olmuştur. Sanayi Devrimi’nden sonra kırsal alanlardaki geleneksel geniş ailelerin yerini; kent toplumlarının aile yapısı olarak ortaya çıkan çekirdek aile almıştır. Bu aile türü, psikolojik ve biyolojik fonksiyonlarına sahip, akrabalık ilişkilerinden göreceli de olsa soyutlanmış, eş seçiminden yaşam/mekân seçimine kadar kadın ve erkeğin ortak karar verdiği, soyun ve otorite dağılımının eşitliğe dayandığı ve mülkiyetin bütün çocuklara geçebildiği dolayısıyla cinsiyet ayrımının yapılmadığı aile, olarak tanımlanabilir (Yıldırımı, 2016b: 154). Ancak modernleşerek dönüşen ve yeni bir

yapıya bürünen aile, çoğu temel işlevini kaybederek birçok problemle de karşı karşıya kalmıştır. Ailenin bu aşamada ne gibi değişiklikler ve çözülmeler yaşadığını idrak etmek önemlidir.