• Sonuç bulunamadı

Değişim süreçlerinden ilk etkilenen kurumların başında gelen aile, işlevlerini tam olarak yapamaz duruma geldiğinde, çeşitli toplumsal sorunların ortaya çıkması da kaçınılmazdır. Ailenin toplum içindeki stratejik konumu nedeniyle, aile ile ilgili araştırmalar oldukça önemlidir.

Dünyanın neredeyse bütün noktalarını etkisi altına alan modernleşme sürecinin niteliğini belirlemeden değişimi anlamak mümkün değildir. Dikeçligil’in de vurguladığı gibi (2014: 21), sosyal bilimciler herhangi bir konu üzerine çalışırlarken, modernleşme ve küreselleşme sürecinin bilinmesi ve çalışmaların bu zeminde yapılması adeta bir zorunluluktur. Mikro anlamda en temel etkileşim birimi makro anlamda da toplumsal bir kurum olarak bilinen aile, modernleşme sürecinde doğal olarak radikal değişikliklere uğramıştır.

Modernleşme 17. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar üç asırlık dönemi kapsayan ve tarihsel süreçte yaşanan en köklü değişimlerden biridir. Modernleşmeyle birlikte geleneksel toplumun kurumları, inançları, değerleri, üretim biçimleri yeni döneme

farklı şekillerde dâhil olmuşlardır. Geleneksel tarım toplumunun insan ve hayvan aracılığıyla üretim biçimi yerine, makine enerjisine dayalı endüstriyel üretim tarzı ortaya çıkmıştır. Üretim ilişkileri, kapalı ekonomi anlayışından, tüketim tabanlı pazar ekonomisine dönüşmüştür. Sanayi Devrimi ve aydınlanma hareketleriyle birlikte modernleşme, köklü bir toplumsal değişimin habercisi olmuştur (Yıldırım, 2016a, 57).

Modernleşme süreci, bazı değişkenler etrafında gerçekleşmiştir. Bunlar: sanayileşme, göç hareketleri, makineleşme, kentleşme, ulaşım ve kitle iletişim araçları vs. olarak sayılabilir. Tüm bu gelişmelerin açmış olduğu sınırların içine ise son aşamada aile de dâhil olmuştur. Günümüzde aile kurumu çözülme hatta yok olma tehlikesi altındadır (Subaşı, 2014: 112).

Artık sanayi toplumlarında çekirdek aile modeli yüksek düzeydedir. Ailenin rol ve işlevlerinin başka toplumsal birimlerle paylaşılması ya da tamamen başka bir sektöre aktarılmasıyla, geleneksel geniş ailede bir üretim merkezi olarak tanımlanan aile, artık yeni biçimine kavuşan modern çekirdek ailede bir tüketim merkezine dönüşmüştür. Çünkü artık ailedeki bireyler kendi evlerinden ziyade dışarıda çalışmaktadır ve kamu kurumları yaşlı ve hastalara bakmak, çocukları eğitmek, dinlenme ve eğlenme olanakları sağlamak gibi daha öncesinde ailelerin sağladığı işlevleri üstlenmiştir (Subaşı, 2014: 107). Bu da aile kurumunun işlevlerinde bazı daralmalara yol açmıştır. Böylece aile eğitici, koruyucu ve yetiştirici işlevlerini terk etmek zorunda kalarak büyük bir hızla parçalanmaya başlamıştır (Kongar, 1976: 439).

Geleneksel geniş ailenin modern çekirdek aileye dönüşümünün temelinde sanayi toplumunun talepleri yatmaktadır. Aile kurumunun yapısal ve işlevsel açıdan dönüşümü, çekirdek örgütlenmeleri yaratmıştır. Bunun sonucunda da dünya genelinde çekirdek ailelerin daha baskın hale gelmesi, geniş aile yapılarının ya da diğer akrabalık ilişkilerinin çözülmesine neden olmuştur (Giddens, 2012: 151; Beck, 1992). Ailenin geniş aileden çekirdek aileye dönüşümünün zorunlu bir ilerleme olduğu fikri, bir anlamda aile işlevlerinin azalmasını ifade etmektedir. Geniş aileden çekirdek aileye geçiş, gelenekten modernliğe, tarımdan sanayiye, kırsallıktan kentliliğe, statüden sözleşmeye geçişi de temsil etmektedir (Aytaç, 2015: 73).

Geniş aile modernleşme öncesi geleneksel hayat biçimleriyle örtüşmekteyken, çekirdek aile sanayileşme süreciyle oluşan yeni toplumun taleplerini yansıtmaktadır. Hane içerisinde birden fazla kuşağın birlikte yaşadığı aile sistemini tanımlayan geniş ailenin aksine çekirdek ailede eşler ve onlara bağlı çocuklardan oluşan bir birime vurgu yapılmaktadır. Marshall’a göre aslında her iki aile sistemi de ideolojik, siyasal ve ekonomik süreçlerle şekillenmektedir (1999: 112; 265). Çekirdek aile, aktörlerin sayısını azaltarak aile içindeki herhangi bir bireyin oynaması gereken rollerin sayısını azaltmak suretiyle düzen sorununu basitleştirir. Her yetişkinin eş ve ebeveyn olarak iki role gereksinimi vardır: Evde büyükanne ve büyükbabanın olmaması halinde, çocuk onları hiçbir zaman başka birilerinin çocukları olarak görmeyecektir. Çocukta yalnız tek bir yetişkin beklentisi imgesi oluşacak ve anne babalar önündeki davranış tarzı ile büyükanne büyükbaba ya da amca yanındaki davranış tarzını birbirinden ayırarak seçim yapmak durumunda kalmayacaktır (Sennet, 2016: 232-233). Kısaca, çekirdek aile normal insani durumların basitleştirilmiş insan ilişkilerine dönüşmesine neden olmaktadır.

Modernleşme, ailedeki insanların birey olarak hareket etmelerini sağlamış ve böylece geniş ailedeki geleneksel ilişkilerin yerini, özneleşmiş ve bireyselleşmiş aile ilişkileri almıştır. Bu bireyselleşme, bağımsızlığın zeminini oluşturan modern çekirdek ailede yer alan bireylerin birbirlerine karşı sorumluluklarının azalmasına yol açmıştır. Bu bağların zamanla azalması sonucunda, boşanmalar artmış, ebeveynler huzurevlerine gönderilmeye başlanmış ve parçalanan aileler sonucunda bireyler partner ilişkiler ya da yalnızlığı yaşam biçimi olarak kabul etmişlerdir (Yıldırım, 2016b: 128).

Dönüşen ailenin yeni görünümünde çocukların eğitimi odak noktası haline gelmiştir. Tıp tekniklerinin gelişmesiyle insanların yaşam süresinin artması evlilik yaşının yükselmesine neden olmuştur (Wilson, 2001: 11). Aries’e (1962: 140) göre ailenin yeniden inşa edilmesinin ana unsurlarından bir tanesi çocukluğa ilişkin dönüşümdür. Modernizmin gelenekten kopuşu ifade eden ilerleme fikrine paralel olarak çocukların gelecek dönemlerin asıl aktörleri olarak eğitilmesi, aile içindeki

otoriteleri değiştirmiştir. Bu değişim geleneksel geniş ailede otoriteyi temsil eden yaşlıların rollerinin azalmasına neden olmuştur.

Modernleşme, öncelikle ailenin mahremiyet kimliğini dönüştürmüştür. Okullar, fabrikalar, ofisler, oyun bahçeleri, sinema vb. gibi faaliyetler, ailenin ev, sokak, avlu ile çevrili alanlarını ortadan kaldırmıştır. Aile üyelerinin zamanları, küçük yaşlardan itibaren dışarıda geçmeye başlamış ve böylelikle aile kamusal bir hüviyet kazanmıştır (Yıldırım, 2016b: 129).

Aytaç’a (2015: 38) göre modernleşme tek taraflı, sadece aileyi etkileyen bir olgu değildir. Modernleşme, aileyi dönüştürürken toplumsal zeminde kendisi de dönüşmektedir. Modernleşmeye bu perspektiften bakmak ailenin ‘sınıf’ ya da ‘cinsiyet’ gibi modernlik kavrayışında stratejik önemi olan kavramlarla ilişkinin anlaşılmasını olanaklı hale getirmektedir. Bu dönüşüm süreci içerisinde önemli bir yere sahip olan aile, sosyolojik konulara odaklanan Marksizm, feminizm, psikanaliz gibi birçok sosyal kuramın da ilgi odakları arasında yer almıştır.

Karl Marx ve Friedrich Engels’in “Kadın ve Aile” adlı eserinde (2006: 158- 159) liberal ekonominin, toplulukları tam olarak heterojenleşmesi için attığı en önemli adımın aileyi çözüştürmek olduğuna değinilmiştir. ‘Marksist Kuram’a göre, liberal ekonomi aileyi çözüştürmek için kendi buluşu fabrika sistemini kullanmıştır ve bu da ortak çıkarlar uğruna ailenin mal ortaklığını ortadan kaldırmıştır. Marx’ a göre aile, toplumsal yaşamın yeniden üretilmesinde ve var olan toplumsal ilişkilerin devamlılığını sağlamasının yanı sıra, mülkiyet ilişkilerini toplumsal olarak kalıcılaştırmakta veya sağlamlaştırmakta, bu anlamlarda da burjuva toplumunun çekirdeği rolünü üstlenmektedir. Bunların sonucunda da aslında toplumsal eşitsizlik ilişkilerinin bir uzantısı olan ailenin zamanla ortadan kalkacağı ima edilmiştir (Aytaç, 2015: 43-46). Marksist yaklaşıma göre, ailenin üreme ve toplumsallaşma işlevleri, emeğin yeniden üretilmesi anlamında kapitalist üretim ilişkilerinin sürekliliğini sağlayan ana unsurlardandır (Oktan, 2012: 15).

Toplumsal kurumlar anlamında aileyi tanımlama çabalarına örnek verilebilecek diğer bir sosyal kuram ise ‘psikanaliz’dir. Bu yaklaşım, aileyi bireylerin kişiliklerini

üreten temel bir mekanizma olarak görür. Freud’un psikanaliz kuramı, esasında bir psikoloji ve buna dayalı bir sosyal çözümleme çabası olsa da, o insanı ve toplumu anlamak için, çözümleme aracı olarak aileyi temele almıştır (Aytaç, 2015: 43, 61).

Aileye farklı bir bakış açısı yönelten diğer bir kuramsal perspektif de ‘Feminist Kuram’dır. Feminist kuram, toplumsal evrenin incelenmesinde toplumsal cinsiyetin hayati önemini ve özellikle kadınların deneyimlerinin niteliğinin altını çizmeye çalışan sosyolojik bir kuramdır (Giddens, 2012: 111). Bu kuram, aileyi, eril norm ve değerler üzerinden inşa eden ataerkil toplumun bir uzantısı olan ve kadınların, çocukların ezilmişliği üzerinden tanımlamaya çalışır. Feminist kurama göre, aile birçok toplumsal kurumda olduğu gibi ataerkil yapıyı referans gösteren cinsel eşitsizliklere dayanmaktadır ve bu eşitsizlik zemininde kurulan hiyerarşi örüntüleri aile kurumu yoluyla meşrulaştırılmaktadır (Oktan, 2012: 4).

Tüm bu bilgiler ışığında, aile kurumunun Sanayi Devrimi sonrasındaki durumu özetlenecek olursa; ailenin temel işlevleri kökten değişikliğe uğrayarak bu işlevler başka kurumlara aktarılmış, ekonomik kazanç sağlamak zorunda olan aile bireyleri sanayileşmiş zemine uyum sağlamak amacıyla taşradan kentlere göç etmiş, bunun sonucunda da geleneksel geniş aileler parçalanarak küçülmüş hatta yok olma aşamasına gelmiştir. Tüm dünyada yaşanılan bu dönüşümlerin Türkiye’de de yaşanması kaçınılmaz olmuştur.

1.2. TÜRKİYE’NİN MODERNLEŞME SÜRECİ VE AİLENİN