• Sonuç bulunamadı

Divan Edebiyatı: Türklerin Müslümanlığı kabul etmeleriden sonra İslam Medeniyeti’nin bilim, inanç ve kuralları etkisinde ortaya koydukları edebiyat türü (Pala,2003,s. 130).

Menâkıbnâme: Menkıbeleri konu edinen eserlerin ortak adı(Türkçe Sözlük, 2005, s. 1367).

Nesir: Dağıtmak saçmak anlamına gelen edebiyatımızda düz yazıyı ifade eden terim.

Halk Hikâyesi: Göçebelikten yerleşik hayata geçişin ilk mahsullerinden olup; aşk, kahramanlık vb. konuları işleyen; kaynağı Türk, Arap-İslâm ve Hint-İran olan, büyük ölçüde âşıklar ve meddahlar tarafından anlatılan nazım nesir karışımı anlatımlardır (Alptekin,2011,s.18).

BÖLÜM II

KLASİK TÜRK EDEBİYATINDA MENÂKIBNÂME

2.1. Klasik Türk Edebiyatında Menâkıbnâme

Menkıbe kelimesi sözlüklerde menkıbe, menkabe, menkabet; çoğul biçimiyle menâkıbya da menâkıp; menkıbeleri içeren kitap anlamıyla menâkıbnâmeolarak geçmektedir. Bunlara ek olarak menkıbe-gû, menkıbe-han, menkıbevi, menkabevi kelimeleri "menkıbe" kavramıyla ilgili olarak sözlüklerde yer almaktadır.

Kaynaklarda menkabe ya da menkıbe olarak iki şekilde karşımıza çıkan aslı Arapça olan menkabe kelimesinin zamanla Türk insanının dilinde “menkıbe”olarak değişikliğe uğradığını düşünmekteyiz. Salih Gülerer, bazı araştırmacıların kelimenin menkabe olması gerektiğini ısrarla vurguladığını fakat kelimenin “menkıbe” şekliyle dilimizde yaygın bir kullanıma sahip olduğunu söylemiştir (Gülerer, 2013, s. 233-262).

Menkıbe kelimesini, Şemsettin Sami, "Bir zatın fazl u meziyetine delalet eden fıkra ve bundan bahseden makale ve risale-i methiye" (Sami, 1999, 7.bs) ; İlhan Ayverdi, "Din büyüklerinin, kahramanların ve tarihî şahsiyetlerin üstün vasıflarını, ahlâkî meziyetlerini, olağanüstü iş ve davranışlarını destânî-efsânevî bir üslûpla anlatan fıkra, hikâye vb." (Ayverdi, 2006, 2.bs., C.2) ; Ferit Devellioğlu,"Çoğu tanınmış veya târihe geçmiş kimselerin ahvâline âit fıkralar, hikâyeler" (Devellioğlu, 1997, 14. bs.);

Türkçe Sözlük, "Din büyüklerinin veya tarihe geçmiş ünlü kimselerin yaşamları ve olağanüstü davranışlarıyla ilgili hikâye" (Parlatır vd., 1998, C. 2) ; Ansiklopedik Edebiyat Sözlüğü,"Tanınmış kimselerin hayatına bağlanan olağanüstü olaylara, büyük adamların, din büyüklerinin övünülecek hayatlarının masal unsurları ile birleşerek anlatılması" (Karaalioğlu, 1983, 3. bs. ) ; Emin Özdemir, "Din ulularının, ermiş kimselerin yaşamlarını, yaptıkları olağanüstü işleri dilegetirip anlatan öykülere verilen ad" (Özdemir,1990) ; Doğan Kaya, "Tabiatüstü niteliklere sahip ermiş kişilerin hayatlarıyla ilgili sahnelerin anlatıldığı hikâyeler" (Kaya, 2007, 1. bs. ) ; Dini Kavramlar Sözlüğü,"Bir kimsenin güzel huy ve davranışları; olgun ve büyük kimselerin örnek hâl ve hareketleri, hayat tarzları" olarak tanımlamaktadır (Karaman vd. , 2006).

Menkabe, Osmanlıca-Türkçe sözlükte çoğu tanınmış veya tarihe geçmiş kimselerin ahvaline ait fıkralar, hikâyeler diye geçmektedir. Menkabenin çoğulu olan menakıp ise menkabeler, övülecek vasıflar şeklinde tanımlanmıştır (Devellioğlu, 2005, s.785). Bununla birlikte “menkabe”nin birçok araştırmacı tarafından da çeşitli tanımları

yapılmıştır. Pertev Naili Boratav, menkabeyi efsane içerisinde ele alarak “efsane”

deyimiyle, Fransızcadaki “leğende” ile Almancadaki “sage” ve “leğende” kavramlarının her ikisiyle de karşılandığını ve dinî konulardaki efsanelere eskiden Türkçede

“menkabe” denildiğini aktarmıştır. Efsane çeşitlerinden, tarihî efsanelerin yazılı edebiyatta menkabe adıyla anıldığını belirterek dinî efsanelerin, sadece dinî inanış ve işlemleri ağır basan, niteliklerini bu öğelerden alan efsaneler olarak da ifade etmiştir (Boratav, 2000, s. 98-105). Abdurrrahman Güzel, menkabeyi “Istılâhî manada; din büyüklerinin izhar ettikleri kerametleri anlatan küçük hikâyeler” diye tanımlamıştır (Güzel, 2004, s.646). Ahmet Yaşar Ocak, “IX. yüzyıldan başlayarak velîlere atfedilen olağanüstü olaylardan bahseden kısa anlatılar” olarak ifade etmiştir (Ocak, 1992, s. 36).

Ethem Cebecioğlu ise menkabenin, “evliyâların hayatlarının anlatıldığı eserler”

olduğunu belirterek bu eserlerin velîlerin kerametlerini, hikmetli sözlerini, hallerini, yaşayışlarını yansıttığını ve amaçlarının da dinleyenlerde aşk uyandırmak ve kalplerinde çerağ yakmak olduğunu ilave eder (Cebecioğlu, 2005, s. 426).

"Menkabe" kelimesi Arapça “isabet etmek, bir şeyden bahiste bulunmak yahut haber vermek” anlamına gelen "nekabe" kökünden türemiştir. Türkçede galat olarak menkıbe tarzında söylenmektedir (Ocak, 1992, s.27). Çoğulu "menâkıb" olan kelime sözlükte “övünülecek güzel iş, hareket ve davranış” anlamına gelmektedir. Menâkıb kelimesi bu anlamıyla ilk defa, IX. yüzyıldan itibaren yazılıp derlenmeye başlayan hadis külliyatlarında ashabın faziletlerini anlatmak için kullanılmıştır. Bundan başka tarihî şahsiyetlerin hal tercümeleri, bazı zümrelerin övülecek işleri ve hatta bazı mukaddes şehirlerin tasvirinden ibaret yazılara da menâkıb denilmiştir ( Ateş, 1998, s. 701-702).

Seval Yardım, yükseklisans tezinde kelimenin meşhur hadis âlimleri Buharî ve Tirmizî tarafından şemâil (Hz. Muhammed’in şahsî ve hususî hayatını, onun beşerî yönünü anlatan ilim) anlamında kullanıldığını, hadis kitaplarında Hz. Peygamber’in şemâiline ait vesikaların "sıfat ve fezâil" başlıklarının yanı sıra menâkıb başlığı altında verildiğini bildirmektedir (Yardım, 1999, s.1). Kelimenin önceki dönemlerdeki kullanımlarına baktığımızda çeşitli eserlerde farklı anlamlarını görmekteyiz. Menkıbe kelimesinin karşıladığı bu anlamlardan başka Ziya Gökalp ve Fuad Köprülü gibi Türk edebiyatının bazı araştırmacıları tarafından “destan” karşılığı olarak kullanıldığı görülmektedir. ( Yardım, 1999, s. 1)

“Mutasavvıfların kerametlerinin anlatıldığı küçük hikâyeler” anlamıyla menkabe ya da menâkıb kelimelerinin tasavvuf cereyanının IX. yüzyıldan itibaren İslâm dünyasının her tarafına yayılmasının bir sonucu olarak bu yüzyıldan itibaren

kullanılmaya başlandığı tahmin edilmektedir. Mezhep kurucularının düşünce sistemi ve meziyetleri hakkında bilgi veren menâkıbnâmeler efsane ve olağanüstülüğe yer vermeyen eserler iken tarikat kurucuları, veliler ve şeyhlerin hâl tercümelerini anlatan eserlerde olağanüstülükler fazladır. Evliya menkıbelerinde kerametler anlatıldığı için

"menâkıb" yerine bazen “kerâmât” kelimesinin kullanıldığı görülür. ( Ateş, 1998, s.

701-702).

Kaynaklarda menkıbe için yapılan tanımların hemen hemen birbirinin benzeri olduğu görülmektedir. Din büyüklerinin, kahramanların, tarihe geçmiş ünlü kimselerin, ermişlerin, velilerin ya da bir zatın ahlâkî meziyetlerini, olağanüstü iş ve davranışlarını destânî-efsânevî bir üslûpla anlatan fıkra, hikâye vb. “menkıbe” olarak adlandırılmaktadır. Tanımlar değerlendirildiğinde menkıbelerin; olağanüstü insanların, özellikle tarihî şahsiyetler ile din büyüklerinin, övgüye değer yaşamlarını çoğu kez efsanevî bir tarzda anlatan hikâyeler olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Tanımlardan varılan ortak sonuç, menkıbelerin yazılış amacı söz konusu edilen velî ya da tarihî şahsiyetlerin yüceltilmesidir. Menkıbelerin önemli bir işlevi olan öğreticilik, bu alanda verilen eserlerde görülen bir diğer özelliktir. Zavotçu, menkıbelerin öğreticilik işleviyle müridleri manen eğittiği gibi bir yandan da tarikatın tanıtımı ve yayılmasına katkıda bulunduğunu şu cümlelerle ifade etmektedir: “ Menâkıbnâmelerde asıl amaç, esere konu olan velî ya da velîlerin yüceltilmesidir. Bunun yanı sıra, tanıtılan velî ya da velîlerin müridlerine yetişme aşamasında yol göstermek, manevî telkin ve destek sağlamak, menkabesi aktarılan velî vasıtasıyla tarîkatın tanıtım, yayılma, gelişme ve devamına katkıda bulunmak da gözetilen hususlar arasındadır” (Zavotçu, 2009, s. 162).

Müslüman Türklerin arasında evliya menkıbelerinin ortaya çıkışı, İslâmiyetle birlikte gelen tasavvufun etkisiyle olmuştur. Bununla birlikte Türklerin Müslümanlıktan önceki dinî inanış ve kültürlerinin elverişli olması ve hayli gelişmiş olan Türk destan edebiyatı, menkıbelerin ortaya çıkmasında uygun bir zemin hazırlamıştır. Bu iki etken sayesinde menkıbeler Orta Asya’daki Türkler arasında hızla yayılma imkânı bulmuştur.

Türk menâkıbnâme edebiyatının bilinen ilk örneği, Karahanlı dönemine ait Tezkire-i Satuk Buğra Han isimli eserdir. Eserde Karahanlı Devleti’nin ilk hükümdarı Satuk Buğra Han’ın hayatı ve kerametleri anlatılmaktadır. Menâkıbnâme adını taşımayan, bir velinin değil hükümdarın hayatını anlatan bu eser, içerdiği kerametlerle bir evliya menâkıbnâmesi özelliği göstermektedir (Ocak, 1992, s.31,43). Tezkire-i Satuk Buğra Han’la başlayan Türk menâkıbnâme edebiyatı, sonradan göçlerle Anadolu’ya gelip yerleşen Müslüman Türkler arasında da hızlı bir biçimde yayılmaya devam etmiştir.

Evliya menkıbelerinin bilimsel çalışmalarda kullanılmasına dikkat çeken ilk isim Fuad Köprülü’dür. Fuad Köprülü, 1918’de yazdığı Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar adlı eserinde Ahmet Yesevî’nin hayatını batılı metotlarla menkıbelere dayandırarak ele almıştır. Bu alanda yapılan çalışmalar İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkoloji Bölümünde Fuad Köprülü gözetiminde A. Recep tarafından yapılan Türk Edebiyatında Evliyâ Menkıbeleri (İstanbul 1935) ve Altan Sunar’ın hazırladığı Evliyâ Menkıbeleri (İstanbul 1938) adlı basılmamış iki lisans teziyle devam etmiştir. Fuad Köprülü,

"Anadolu Selçuklu Tarihinin Yerli Kaynakları"(Belleten, 27 (1943), s. 421-425) adlı makalesinde evliya menkıbelerinin tarih kaynağı olarak taşıdığı değeri vurgulamış, eserlerden örnekler vermiştir. Daha sonra Orhan Köprülü tarafından hazırlanan Tarihî Kaynak Olarak XIV. ve XV. Yüzyıllarda Anadolu’da Bazı Türkçe Menâkıbnâmeler (İstanbul 1953) adlı basılmamış doktora tezi dikkat çekmektedir. Bu durumda menkıbelerin bilimsel çalışmalarda kaynak olarak kullanılmasının ilk kez 1918’de Fuad Köprülü tarafından Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar adlı eserde gerçekleştirildiği ortaya çıkmaktadır(Ocak, 1992, s. XII).

Ahmet Yaşar Ocak tarafından yazılan Kültür Tarihi Kaynağı Olarak Menâkıbnâmeler, menâkıbnâmelerden yararlanmak için yöntem konusunda önemli bilgiler veren bir eserdir.

Benzer Belgeler