• Sonuç bulunamadı

2. DİN

2.1. Din Tanımları

Din, insanlığın her döneminde bireyin ve toplumun hayatını etkileyen bir kurum olarak varlığını göstermiştir. Din, değerler ve semboller sistemi olarak zihniyet kazandırma potansiyelinden dolayı toplum hayatında önemli bir yer işgal etmiştir (Taş, 2012, s. 37).

Dinin hem teolojik hem de sosyolojik bağlamda birçok tanımı yapılmıştır. Ancak bu tanımlar arasında üzerinde ittifak kurulan bir tanım mevcut değildir. Yapılan tanımlar, sosyal bilimcilerin mensubu olduğu din ve genel anlamda dine bakış açılarının bir ürünüdür. Bu konuda Yinger “tarifler bir dereceye kadar ihtiyari olup araştırma işinin yürütülmesinde kullanılan vasıtalardır. Tarifler, sınırlandırılmış bir saha dâhilindeki benzerliklere ve bu sahanın haricindeki farklılıklara dikkat çekmekte, böylece gerçeğin bir veçhesine önem vermektedirler” (Yaparel, s. 304) diyerek genel geçer bir tanımın mümkün olmadığını ifade etmektedir. Bu nedenle P.L.Berger de “Mahiyeti itibariyle tanımlar ne doğru ne de yanlıştırlar. Sadece az veya çok kullanışlıdırlar. Dolayısıyla tanımlar hakkında tartışmanın anlamı yoktur.” (Köktaş, 1993, s. 23) diyerek Yinger’in ifadelerini desteklemektedir. Ancak din kavramının anlaşılabilmesi için gerek İslam alimleri gerekse sosyologların din tanımlarını belirtmek faydalı olacaktır.

Din kelimesi, Arapça “deyn” kökünden gelmekte ve çeşitli manalarda kullanılmaktadır (TDV İslam Ansiklopedisi, s. 312). Elmalılı Hamdi Yazır, tefsirinde Fatiha Suresi’nde geçen “yevmi’din” ifadesinin açıklarken din kelimesinin Arapça’da

“ceza, hisap, kaza, siyaset, taat, âdet, hal, kahr ve bunlarla alakadar olan millet ve şeriat”

anlamlarına geldiğini söylemektedir. O, dini akıl sahiplerinin kendi tercihleriyle hayırlara sevk eden ilahi bir öğüt şeklinde tanımlamaktadır. Din, akıl sahiplerini muhatap alır.

Akıldan mahrum olanların tercih etme yetisine sahip olmadıklarından dini bir mesuliyetleri yoktur. Dinin şartı akıl ve iradedir. Din, akıl ve irade sahibi olan bireyi hayra sevk eder. Nitekim dinin semeresi, bizzat hayrolan amellerdir. Netice itibarıyla din, iman

ve amel mevzuu olarak akıl ve iradeye hitap eden hak ve hayır kanunlarının tümüdür (Yazır, s. 88-95).

Kur’an-ı Kerim’de din kelimesi doksan iki yerde geçmektedir (TDV İslam Ansiklopedisi, 1994). Mevdudi, din kelimesinin Kur’an-ı Kerim’de dört temele dayandığını söyler. Bunların “Birincisi, yüce egemenlik sahibinden gelen üstünlük ve galibiyet; ikincisi, itaat etmek, tapınmak, hizmetkârlık yapmak; üçüncüsü, ceza, sınırlar, kanunlar ve uyulan yol; dördüncüsü, muhasebe, yargılama, cezalandırma ve mükâfatlandırmadır. Genel bir terim olarak din ise kişinin yüksek bir otoriteye boyun eğdiği, itaatini ve uyulmasını kabul ettiği, hayatında kanun, kaide ve sınırları ile bağlı bulunduğu, kendisine itaat etmede büyüklük, mükâfat ve derecelerde ilerleme umduğu, isyan halinde de zillet, aşağılık ve kötü sonuçtan korktuğu bir hayat nizamını ifade eder.”

(Mevdûdî, 2013, s. 110-117). Kur’an’ın Mekke devrinin ilk yarısında inen ayetlerinde din kavramının hesap ve sorumluluk, ikinci yarısında inen ayetlerinde tevhid ve teslimiyet, Medeni ayetlerinde ise ümmete ilişkin yönü vurgulanmaktadır. Sonuç itibarıyla din, insanları hayır olana yönelten, ubudiyet ve ulûhiyet arasındaki münasebeti düzenleyen bir kanundur (TDV İslam Ansiklopedisi, 1994).

İslam âlimlerinin din tanımlarından başka sosyolog ve antropologlar da dini tanımlamışlardır. Yapılan tanımlar döneme ve sosyal bilimcinin tecrübesine göre değişkenlik arz etmektedir. “Pozitivizmin hâkim olduğu dönemde din, ferdin ve toplumun doğru kabul edip davranışlarını ona göre tanzim ettiği sistem olarak anlaşılmıştır.

Pozitivizm sorası dönemde ise din tanımına metafizik ve ahlaki unsurlar girmiştir.” (Taş, 2012, s. 38).

Din sosyolojisi literatüründe din tanımları iki kategoride toplanmaktadır: özsel (substantial) tanımlar ve işlevsel (functional) tanımlar. “Özsel tanımlarda din, muhteva olarak sahip olduğu kutsal, aşkın, ilahi ve tabiatüstü gibi anlam ve değer muhtevasına bağlı olarak tanımlanır. İşlevsel tanımlarda ise din, birey ve toplum hayatında hangi

fonskiyonu yerine getirdiğine bağlı olarak tanımlanır.” (Köktaş, 1993, s. 24) (Yaparel, -, s. 406). Kısaca özsel yaklaşımda dinin “ne olduğu”, işlevsel yaklaşımda ise “ne yaptığı”

önemlidir (Korkmaz, 2010, s. 17).

Sosyologlardan kimileri dini özsel, kimileri ise işlevsel olarak tanımlamıştır.

Weber, P.L.Berger, R. Otto, J. Wach gibi isimler dini özsel yaklaşımla tanımlamışlardır.

Her ne kadar Weber “dinin bir tanımını yapmak mümkün değildir” dese ve tanım yapmaktan kaçınmış olsa da Berger onun çalışmalarındaki düşünce sistematiğini sağlamak için kendi zamanında yaygın kullanımı olan özsel din tanımını benimsediğini söyler (Köktaş, 1993; Taş, 2012)

Özsel tanımı benimseyen sosyologların bir diğeri Rudolf Otto’dur. Otto’ya göre din, “kutsalın tecrübesidir”. Burada kastedilen tecrübe, “korku ve hayran bırakıcı bir sırdır.” Kutsal, sıradan insanî fenomenlere göre oldukça farklıdır ve bu farklılık onun heybetli, dehşetli ve ürperti verici bir güç olmasındandır (Köktaş, 1993). Otto’nun bu tanımı, dinin yapılan en geniş kapsamlı tanımı olarak kabul edilmektedir. “Dine dair bu anlayış, din üzerindeki araştırmaların objektif mahiyetini ortaya koyar. 18. ve 19.

Yüzyıllarda sübjektivizm akımına kapılan ve çoğu Protestan olan teolog ve filozoflar dinin bu zengin anlamını reddetmişlerdir” (Taplamacıoğlu, 1963, s. 66). Ancak sonraki yüzyıllarda bu tutum değişmiş Wach ve Mensching gibi yorumlayıcı kuramın temsilcisi olan sosyologlar da bu tanımın etkisinde kalmıştır.

Wach, Otto’nun düşüncesini destekler ve dini kutsalın bir tecrübesi olarak kabul eder. Ona göre Otto’nun bu tanımı yapılan en öz, kısa ve bir o kadar da zengin bir tanımdır. Mensching de dini insanın tecrübesiyle mukaddese ulaşması biçiminde tarif eder (Karaşahin, 2007, s. 59).

P.L.Berger dinin açık bir tanımını yapmaz ancak o da Wach ve Mensching gibi çalışmalarında özsel tanımı esas aldığını, Otto’nun tanımını isabetli bulduğunu ve dini

Otto’nun betimlediği şekilde anladığını ifade eder (Köktaş, 1993). Ona göre din, anlamı insanı hem aşan hem de içine alan bir düzene inanmadır (Taş, 2012).

Özsel tanım, kutsal olana, aşkın olana yani tanrıya atıfta bulunur. Dini insanüstü bir varlıkla olan ilişkiye dayalı açıkladıkları için evrensel olmamakla ve diğer inançları kapsamamakla eleştirilip kapsam açısından dar tanımlar olarak kabul edilmişlerdir.

Din tanımlarında ikinci kategori işlevsel tanımlardır. Bu tanımlar dinin yerine getirdiği işlevleri tespit edip sınıflandırmaya dayanır. İşlevsel tanımlarda din, tanrı kavramıyla sınırlandırılmaz. Din dışı ideolojiler de bir inanç sistemi olduğundan din olarak kabul edilirler. Bu tanımların ilki Emile Durkheim’e aittir. Dini Hayatın İbtidai Şekilleri başlıklı çalışmasında Durkheim dini kollektif bilincin kaynağı olarak tanımlar.

Durkheim’in sosyolojisinde din, inanç ve pratikleri içerisinde barındırır ve bu inanç ve pratikleri kabul eden bireyleri de kilise altında bir araya toplar (Taş, 2012). Durkheim dinin toplumsal fonksiyonelliğine dikkat çeker. Ona göre din, bütün toplumlarda var olmuş bir fenomendir.

Yinger, dini işlevsel yaklaşımla “bir grup insanın, insan hayatının nihai problemleriyle mücadele vasıtası olarak kullandığı inanç ve uygulamalar sistemidir.”

şeklinde tanımlar. Hayatın nihai problemleri öleceğini bilme, ıstırapları ve genelde insan hayatını ve mutluluğunu tehdit eden güçleri tanıma olarak açıklanır. Nihai problemlerin çözümüyle ilgilenen ne varsa ona din nazarıyla bakılmalıdır (Köktaş, 1993, s. 28).

Talcot Parsons, dini “empirik olmayan, normatif bir inanç sistemi” olarak görür. Bu bağlamda din toplumun ortak kabulü olan inanç sistemi olarak, toplumsal bütünleşmenin temel faktörüdür (Köktaş, 1993, s. 28; Taş, 2012, s. 40). Hayatı anlamlandırmaya ilişkin meselelerin cevabını birey din vasıtasıyla verir. Bu cevaplar, bir yandan eylem için durumun kognitif (bilişsel) tanımını ilgilendirmekte diğer yandan daha geniş felsefi anlamda empirik bilgi (cognition), nesnelerin anlamı, tabiat, insanın mahiyeti, toplum ve

insan hayatını oluşturan olaylar ile ilgili problemleri kapsamaktadır (Köktaş, 1993, s. 29;

Aydınalp, 2012, s. 93).

İşlevsel tanımların en geniş kapsamlısını Thomas Luckmann yapmıştır.

Durkheimci bir yaklaşım gösteren Luckmann’a göre din, insan organizmasının bir yeteneğidir. Bu nedenle insani olan her şey aynı zamanda dinidir. Dinin kilise ile özdeşleştirilen özsel tanımı teolojik ve felsefi açıdan anlamlı olsa da sosyolojik bir anlam ifade etmez. Ona göre din, antropolojik ve toplumsal bir fenomendir ve işlevsel bir tanımının yapılmasıyla açıklanabilir. Bu çerçevede toplumsal ve insani süreçlerin bir ürünü olan bütün anlam sistemleri, dini olarak nitelendirilebilir (Aydınalp, 2012, s. 94;

Korkmaz, 2010, s. 25).

Özetlemek gerekirse, din insanüstü olana dokunan yönüyle inanç, insanüstü ve kutsal olanın tecrübesi yönüyle pratik, insanları kilise altında toplayıcı olmasıyla toplumsal bütünleştirici ve bütün değer sistemlerinin din olarak kabul edilebilmesi yönüyle ise evrensel ve antropolojik yönleriyle anlaşılmış ve tanımlanmıştır. Bu tanımsal farklılıkların sebebini Yaparel şöyle ifade eder: “Din tarifleri arasındaki farklılaşma, mahiyetten çok dinin bütününü teşkil eden değişik boyutlardan hangisinin daha çok önemsendiğine bağlı olarak ortaya uçıkmaktadır.” (Yaparel, -, s. 414). Daha önce ifade edildiği Berger’e göre din tanımları ne doğru ne de yanlıştır. Yalnızca her biri dini başka bir yönüyle ele almıştır. Bu çalışmada din, tek bir tanımı ön plana çıkarılmadan, bu tanımların her birini kapsayacak şekilde çok yönlü bir fenomen olarak kabul edilmiştir.