• Sonuç bulunamadı

Türkiye’nin Müktesebata Uyumda Karşılaştığı Başlıca Zorluklar

BÖLÜM 3: AVRUPA İDARİ ALANI’NIN ÜYELİK SÜRECİNE ETKİSİ

3.2 Türkiye’nin Adaylık Sürecinde Kamu Yönetiminde Yaşanan Dönüşüm

3.2.3 Türkiye’nin Müktesebata Uyumda Karşılaştığı Başlıca Zorluklar

Avrupa Birliği, Türkiye’den, reform sürecini sürdürmesini ve Avrupa içtihat hukuku da dahil olmak üzere, özgürlük, demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve temel özgürlüklere saygı gibi ilkeler bakımından daha fazla gelişme kaydetme yönünde çaba sarf etmesini; özellikle işkence ve kötü muamele ile mücadelede sıfır tolerans politikalarına ve ifade özgürlüğü, din özgürlüğü, kadın hakları, sendikal haklar da dahil olmak üzere Uluslararası Emek Örgütü (ILO) standartları ve azınlık hakları ile ilgili hükümlerin uygulanmasına ilişkin mevzuatı ve uygulama tedbirlerini konsolide etmesini ve genişletmesini beklemektedir. Buna göre Türkiye, müktesebatın tüm alanlarında müktesebatı etkili bir şekilde uygulamak veya duruma göre katılımdan makul bir süre önce etkili bir şekilde uygulayabilmek amacıyla, kurumlarını, yönetim kapasitesini, idari ve yargısal sistemlerini, hem ulusal hem de bölgesel düzeyde, Birlik standartlarına yükseltmelidir. Daha genel anlamda, bu, etkin ve tarafsız bir kamu hizmeti üzerine kurulmuş, iyi işleyen ve istikrarlı bir kamu yönetimini ve bağımsız ve etkin bir yargı sistemini gerektirmektedir (DPT 2005:3-6).

İlerleme Raporları başta olmak üzere, Strateji Belgeleri, Komisyon görüşleri ve genişlemeyle ilgili belgeler gibi resmi dokümanlarda bazı konular Türkiye’nin AB üyelik sürecinde en çok zorlandığı alanlar olarak ortaya çıkmaktadır. Yukarıda değinildiği gibi, mevzuata uyum üç adımda değerlendirilmektedir: kanunun çıkarılması, uygulanması ve yürürlüğü (AB’nin İngilizce belgelerinde bu adımlar

enactment-implementation-enforcement olarak ayrılmaktadır). Yukarıda bahsedilen sekiz uyum paketi

incelendiğinde Türkiye açısından kanun çıkarma konusunda büyük bir sorun olmadığı görülmektedir. Asıl önemli zorluk uygulama ve yürürlük aşamalarında yaşanmaktadır. Örneğin,

 2004 yılında Sayıştay’a askeri harcamaları denetleme yetkisi verilen bir Anayasa değişikliği yapılmış, ancak ilgili yönetmelik çıkmamıştır. Bundan dolayı kanun tam olarak uygulanamamaktadır. TSK’nın, özellikle silah alımları konusunda Sayıştay’ın giremeyeceği bir alan oluşturmaya çalıştığı söylenebilir.

Bu bölümde 6 Mayıs 2008 tarihinde 23. dönem Bingöl milletvekili Sayın Cevdet Yılmaz ve Karaman Milletvekili Sayın Lütfü Elvan ile yapılan mülakatlarda edinilen bilgiler kullanılmıştır. Sayın Cevdet Yılmaz, 2003-2007 yılları arasında Devlet Planlama Teşkilatı AB ile İlişkiler Genel Müdürü olarak görev yapmıştır. Sayın Lütfü Elvan, DPT'de çeşitli görevlerde bulunmuştur. Ayrıca, OECD Kırsal Kalkınma Grubu Başkan Yardımcısı, Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Merkezi Yönetim Kurulu Başkanı ve AB Müzakere İzleme ve Yönlendirme Komitesi Üyesi olarak görev yapmıştır. Elvan, 23. dönemde Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Üyesi olmuştur.

 5393 sayılı Belediye Kanunu’nda Yerel yönetimlerin gelir kaynaklarını artıran ve bütçeleri üzerinde belediyelere daha fazla yetki veren hükümler yer almamıştır (daha sonra yapılan bir düzenlemeyle bu eksiklik giderilmiştir).

 Çevre ve tarım konularında pek çok yasa geçmesine rağmen, uygulamaya dönük idari kapasite yeterli değildir.

Yargı-asker bürokrasinin ülke yönetimindeki etkilerinin azalacağı kaygısını taşımaları da bazı konularda müktesebata uyumun gecikmesine yol açmaktadır. Benzeri bir kaygının CEE ülkeleri için de geçerli olduğuna yukarıda değinilmişti. Bunun sonucu olarak;

 Devlet personel reformu yapılamamıştır. Devlet Personel Başkanlığı tarafından hazırlanan taslak daha sonra Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü'ne havale edilmiştir, fakat Ekim 2008 itibariyle tamamlanmış bir metin yoktur.  AB ile ilgili koordinasyon sorunu vardır (Dışişleri Bakanlığı, DPT, ABGS

arasında yetkiler birbirine karışmaktadır).

 Sınırı aşan sular konusunda DSİ, Çevre Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı arasında yetki karmaşası yaşanmaktadır.

 AB fonlarının yönetimi konusunda da çok başlılık yaşanmaktadır.

Diğer taraftan, Türkiye’de diğer AB üyesi ülkelerde görülmeyen bazı hassasiyetlerin olması da mevzuata uyumu zorlaştırmaktadır. Bu hassasiyetler arasında ulusal egemenlik konusu, sivil-asker ilişkileri ve devletin üniter yapısına yönelik tehdit algılamaları sayılabilir. Bundan dolayıdır ki, örneğin,

 Yabancıların mülk edinmesinin önünde bazı engeller bulunmaya devam etmektedir.

 Yabancı sermayenin stratejik olarak kabul edilen sektörlere serbest girişinin önünde engeller vardır.

 Kamu İhale Kanunu’nda yabancı teklif verenlere karşı bazı sektörlerde ayrımcılık devam etmektedir.

 Birtakım dini hassasiyetlerden dolayı Vakıflar Kanunu’nda mevzuata tam uyum gerçekleşmemiş, Ermeni-Rum patriğinin “ekümenik” unvanını kullanmasına izin verilmemiştir.1

Ayrıca tarım alanındaki yeniden yapılanma yavaş ilerlemektedir. Türk tarımının yabancı rekabetinden korunması AB’deki korumalarla hemen hemen aynı veya biraz daha yüksektir; buna karşın, son politika reformlarına rağmen, Türkiye’de tarımın işçi başına brüt katma değeri nispeten çok düşüktür. Türkiye’de iş gücünün üçte biri tarımda çalışmasına rağmen, çiftlikler ve tarlalar çok küçüktür. Buna ek olarak, hayvan sağlığının durumu da AB standartlarının çok altındadır (Burrel, 2005:12).

Yolsuzlukla mücadele, Türkiye’nin istenen düzeyde etkin olamadığı bir başka alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Yukarıda Bulgaristan ve Romanya ile ilgili raporlarda görüldüğü gibi, yolsuzlukla ilgili gelişmeler AB’ye katılımdan sonra da yakından takip edilmektedir. Türkiye için yayınlanan ilerleme raporlarında yolsuzlukla mücadele konusuna pek çok fasıl ve başlık altında vurgu yapılmıştır. Adalet ve içişleri sahasında işbirliği, gümrük birliği, yargı ve temel haklar bunlar arasında sayılabilir. Yolsuzlukla ilgili değerlendirmelerin büyük kısmı yolsuzlukla mücadele konusunda daha fazla çaba gerektiği şeklindedir.2

Özellikle iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) kapatılması istemiyle açılan davadan sonra AB’nin Türkiye’deki demokrasinin güçlendirilmesine yönelik reformlar yapılması yönünde talepleri artmıştır. Örneğin, Avrupa Parlamentosu Sosyalist Grubu,

1 Türkiye İlerleme Raporlarında Ermeni-Rum patriğinin “ekümenik” unvanını kullanmasına izin verilmesi talebi 2003 İlerleme Raporu’ndan başlayarak “B-Üyelik Kriterleri” başlığı altında “1.3 İnsan hakları ve azınlıkların korunması - Medeni ve siyasi haklar – Din özgürlüğü” bahsinde yer almaktadır.

2 İlerleme raporlarında yolsuzlukla ilgili nihai değerlendirmeler şöyledir: “Yolsuzluk yaygın olmaya devam etmekte ve ciddi bir kaygı konusu olmayı sürdürmektedir” (2000), “Türkiye’nin kamu işlerinde saydamlığı arttırmaya yönelik bir takım girişimlere rağmen, yolsuzluk ciddî bir sorun olmaya devam etmektedir” (2001), “Genel olarak, yolsuzluğun ve yolsuzluk eylemlerinin önlenmesi için birçok adım atılmıştır. Şeffaflığı ve etkili yönetimi artırmak üzere bir stratejinin kabul edilmiş olması memnuniyet verici bir gelişme olup, bundan sonra söz konusu stratejinin uygulanmasına gereken özen gösterilmelidir” (2002), “Yolsuzlukla mücadele tedbirlerinin kabul edilmesi konusunda bazı gelişmeler kaydedilmiştir. Bununla birlikte, araştırmalar yolsuzluğun Türkiye'de çok ciddi bir sorun olarak varlığını sürdürdüğüne işaret etmektedir” (2003), “Yolsuzlukla mücadele etmek üzere kurulan hükümet ve TBMM nezdinde kurulan veya diğer kurumlar bünyesinde oluşturulan çeşitli yapıların verimliliği ve etkinliği kaygılara neden olmaktadır. Politikaların tutarlılığı ile koordinasyon ve işbirliği zayıftır” (2004), “Geçen yıl yolsuzlukla mücadele tedbirlerinin kabul edilmesinde bir miktar ilerleme kaydedilmiştir. Bununla birlikte, araştırmalar Türkiye’de yolsuzluğun ciddi bir sorun olmaya devam ettiğini göstermektedir” (2005), “yolsuzluk yaygın ve yolsuzlukla mücadele eden makamlar ve politikalar zayıf olmaya devam etmektedir” (2006), “Genel anlamda, yolsuzluk yaygındır ve yolsuzluk ile mücadelede sınırlı ilerleme sağlanmıştır “2007).

2008 yılının Mayıs ayında Türkiye’ye ilişkin 2007 İlerleme Raporu’nu tartışırken, Türk hükümetinden, Türkiye’de hem laikliğin, hem de demokrasinin güçlendirilmesi ve sağlamlaştırılması için çaba göstermesini istemiştir. AKP hakkındaki davadan kaygı duyan Grup, Türk yargısının Avrupa Konseyi’nce belirlenen demokratik kurallarına uymasını ve Venedik Komisyonu’nun1 ilkelerine saygı göstermesini beklediğini ifade etmiştir.

27 Mayıs 2008’de Dışişleri Bakanı Ali Babacan'ın katılımıyla gerçekleşen Ortaklık Konseyi toplantısında AB, önemli tespit ve taleplerde bulunmuştur. Toplantı metninde görüldüğü gibi, AB yetkilileri yargıda radikal reform istemiştir. Tarafsız, bağımsız, güvenilir, şeffaf bir yargı sisteminin önemine dikkat çekilen toplantıda AP Türkiye Raportörü Ria Oomen-Ruijten'e göre de sorun bağımsızlıktan değil yargının tarafsız

olmamasından kaynaklanmıştır.2

İfade özgürlüğü Türkiye için başka bir sorunlu alandır. “Türklüğe hakaret” temeline dayalı Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesi en fazla dikkat çeken konudur. Orhan Pamuk ve Elif Şafak’a karşı 301. madde temelinde açılan davalarla gündeme gelen ifade özgürlüğü, Ermeni soykırımı iddialarıyla ilgili düşüncelerin açıklanmasını da içermektedir. Avrupa Parlamentosu, Ermeni soykırımının tanınmasını AB’ye giriş için bir ön şart olarak ortaya koyan bir tasarıyı reddetmiştir; ancak bu tasarının gündeme gelmesi bile, AB’nin konuya ne kadar önem verdiğinin göstergesidir. Türkiye bu

konularda da sıkıntı yaşamaktadır.3 Adalet reformu ve özellikle 301. maddede

değişiklik yapılması gerekliliği, Pamuk ve Şafak davalarından önce de zaman zaman öncelikli bir konu olarak belirtilmiştir (Hughes, 2006:ii).

Son olarak, Türkiye’nin son iki genişlemede AB’ye üye olan 10 CEE ülkesinin hepsinden nüfus ve alan bakımından oldukça büyük olması da başlı başına bir sorun teşkil etmektedir.4 Bu ölçek farkından dolayı, uyum sağlaması gereken kurumlar,

1 Venedik Komisyonu, Avrupa Konseyi'nin anayasa hukuku konularındaki danışma organı konumundadır. Komisyonun hazırladığı siyasi partilerin yasaklanması, kapatılması ve benzeri tedbirlerle ilgili rapor, parti kapatma konusunda referans kabul edilmektedir.

2 Ruitjen, 22 Mayıs 2008 günü "AB'de hiçbir savcı Türkiye'deki kadar bağımsız değil." derken bunu ifade etmiştir. (http://www.abhaber.com/haber.php?id=22030)

3 301. maddenin değiştirilmesi için hazırlanan tasarıya göre "Türklüğü" ibaresinin yerine "Türk Milleti", "Cumhuriyeti" ibaresinin yerine de "Türkiye Cumhuriyeti" ibaresi getirilmektedir. Ayrıca eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamalarının suç oluşturmayacağı, bu suçtan dolayı kovuşturma yapılmasının Cumhurbaşkanı'nın iznine bağlı olduğu belirtilmekte, cezaların üst sınırı üç yıldan iki yıla indirilmektedir.

4 Örneğin, Fransız Ulusal Meclisi’nde 29 Mayıs 2008’de kabul edilen değişiklik ile AB üyeliği için referandum koşulu sadece nüfusları AB’nin toplam nüfusunun yüzde 5’ini aşan ülkeler için

çalışan sayısı ve hizmet verdikleri kitle açılarından daha büyüktür. Bu da Türkiye’nin kurumlarının müktesebata uyum sağlamasını zorlaştıran bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.

Yukarıda sayılan hususlar Türkiye’nin AB’ye üyelik müzakerelerinde karşısına çıkan ve çıkması muhtemel zorluklardır.