• Sonuç bulunamadı

Türkiye’de Uygulanan Devlet Desteklerinin Tarihçesi

Teşvik-i Sanayi Kanunu yerli ürünün üretilmesine ve korunmasına özen göstermekte idi. Bu sebeple devletin kendisinin doğrudan kurduğu tesisler mevcuttur (Akdeve ve Karagöl, 2013: 337). Bu kanun ile getirilen devlet destekleri, sanayileşme için gerekli ve çağdaş bazı hükümler içermekteydi. Ancak, 1929 krizi ve II. Dünya Savaşı, bu kanunun tam olarak uygulanmasına engel olmuştur (İTO, 2007: 24). 1929 yaşanan kriz ülkede ithal ikameci sanayileşmeyi geliştirmiştir. Bu duruma öncülük eden devlet özel sektörün rakibi olmak yerine tamamlayıcısı olarak rol almıştır. 1930’lu yıllarda üretilen ürünler ithalat gerekliliğini azaltmada başarılı olmuştur. Ancak 1942 yılında 1055 sayılı Teşvik-i Sanayi Kanununun yürürlük süresi sona ermiştir devletçilik politikası ile yürütülen desteklerde son bulmuştur (Akdeve ve Karagöl, 2013: 337).

Cumhuriyet’in ilk yıllarında uygulanan devlet destekleri özel sektörün sermaye oluşturabilmesi ile kalkınma ve sanayi çalışmalarına yönelik olarak geliştirilmiştir. 1923-1940 dönemi, sanayide ithal ikameci politikaların izlendiği bir dönemdir. İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanlığı, sırası ile Şükrü Saraçoğlu, Mehmet Recep Peker, Hakan Saka ve Şemsettin Günaltay’ın başbakanlık yaptığı 1942’den 1950 yılına kadar uygulanmış herhangi bir devlet desteği bulunmamaktadır.

1950’li yıllarda özel sektörün geliştirilmesi için kredi imkânları, dış ticarete özendirme çalışmaları, tarımsal ürünlerin üretilmesinin sürekliliği ve artırılması çalışmaları için tedbir paketleri uygulanmıştır. Bu bağlamda, 1950’li yıllarda özel sektörün geliştirilmesi için kredi imkânları, dış ticarete özendirme çalışmaları, tarımsal ürünlerin üretilmesinin sürekliliği ve artırılması çalışmaları için tedbir paketleri uygulanmıştır. 1951’de çıkarılan Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu ile özel sektörde sermaye oluşumu ve yabancı sermayelerin ülkemize çekilmesi amaçlanmıştır. Bu yatırımcıların orta ve uzun vadeli fon ihtiyaçlarını karşılamak amacı ile aynı dönemde Türkiye Sınai Kalkınma Bankası kurulmuştur (Akdeve ve Karagöl, 2013: 337).

Türkiye’de uygulanan devlet desteklerinin tarihsel gelişimine bakıldığında, temelde üç dönem üzerinde şekillendiği görülmektedir. Bu süreci belirleyen temel

olaylar, Devlet Planlama Teşkilatı (DPT)’nın kurulmasıyla planlı ekonomi döneminin başlaması ve Ankara Antlaşmasının imzalanmasıyla Türkiye-AB ilişkilerinin başlamasıdır. Diğer bir ifade ile bugün uygulanmakta olan devlet destekleri sisteminin temelleri 1960’lı yıllarda oluşturulan planlardır. Bu yıllarda girişimciliğe özendirme politikaları verimli olarak uygulanmaya başlanmıştır. 1960 ve sonrasında planlı dönem başlamış ve Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) kurulmuştur.

1963’de 202 sayılı yasa ile 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununda değişiklik yapılarak ülkemizde ilk defa yatırım indirimi uygulaması başlamıştır (ITO, 2007: 25). Teşvik mevzuatına dâhil edilen yatırım indirimi konusu 1968’de 22 ilin Kalkınmada Öncelikli Yöre (KÖY) kabul edilmesi ile geniş bir uygulama alanı bulmuştur. 2009’da başlayan ve dört bölge üzerinden uygulanan teşvik sistemide KÖY uygulaması ile ortak özellikler göstermektedir (Akdeve ve Karagöl, 2013:329- 337).

Yine 1963 yılında ihracat faaliyetlerini artırmak ve girişimcileri ihracata özendirmek amacı ile ihraç mallarının üretimi esnasında alınan vergilerin iadesi için 261 sayılı kanunla ihracatta vergi iadesi uygulaması başlamıştır (ITO, 2007: 25).

1963 yılında AET ile imzalanan Ankara Anlaşması Türkiye’nin AB ile olan ilişkilerinin başlangıcıdır. O gün ekonomik durumu yeterli görülmeyen ülkemizin AB’ne katılımın aşamalı olarak gerçekleştirilmesine karar verilmiştir. Bu aşamalar hazırlık dönemi, geçiş dönemi ve son dönemdir. AB’den alınan mali yardımlar ile ülke ekonomisinin güçlendirilmesi hazırlık döneminin amacıdır. Geçiş dönemi için planlanan AB ile ülkemiz arasında gümrük birliğinin kurulmasıdır. Nihai dönemde ise oluşturulan gümrük birliğine istinaden tarafları ekonomik politikları arasında koordinasyon sağlanması öngörülmüştür. 1964 tarih, 474 sayılı yasayla ithalden alınan vergi ve resimlerin taksitlendirilmesi olanağı getirilmiştir (ITO, 2007: 25).

1967 yılında 933 sayılı Kalkınma Planının Uygulanması Esaslarına Dair Kanun yürürlüğe girmiştir. Bu kanunun uygulanması için Yatırımları ve İhracatı Geliştirme ve Teşvik Bürosu kurulmuştur. Bu kanunun getirdiği destek unsurları; yatırım indirimi oranını bölge ve sektör özelinde arttırma, ihraç malları için vergi

iadesi uygulamaları, gümrük vergisi muafiyetleri ve sanayi bölgeleri için arazi istimlakidir. 01.11.1969 tarhinde teşvik belgesi uygulaması başlamıştır (İTO, 2007: 25).

1968-1972 yılları arasında uygulanmak üzere, II. Beş Yıllık Kalkınma Planı oluşturulmuştur. Bu planın temel hedefi de, birincisinde olduğu gibi ekonominin yıllık ortalama %7 büyümesidir. II. Beş Yıllık Kalkınma Planında, ekonomik gelişmeyi sınırlayan konuların başında tasarruf, dış ödeme güçlüğü ve birtakım kurumsal güçlüklere yer verilmiştir. Özellikle dış ticaret ve tasarruflar alanında oluşan kısır döngülerin çözümü olarak özel girişimciliğin özendirilmesi öngörülmüştür. Birincisinden farklı olarak, tarım ve sanayi sektör dengesine değil sadece sanayi sektörüne ağırlık verilmiştir. Kaynakların öncelikli kullanım hakkı sanayiye verilmiştir. Kamu ara mal ve yatırım malı üretimine yöneltilmiştir. Birinci planda olduğu gibi uzun vadede fayda sağlayacak nitelikler üzerinde durulmamıştır (Kepenek ve Yentürk, 1995: 135-137).

I ve II. Beş Yıllık Kalkınma Planlarında, ekonomik hedeflerin daha çok niceliksel açıdan ele alınması, yani bir takım hedefler ve çözüm önerileri öngörülürken, bu hedef ve önerilerin ne şekilde gerçekleştirileceği konusunun yeteri kadar açıklayıcı olmaması, bu planların eksik yönlerini oluşturmaktadır.

1970’de imzalanan Katma Protokolü, Ankara Anlaşmasında belirlenen geçiş döneminin başlamını sağlamıştır ve 1973 yılında yürürlüğe girmiştir (DPT, 2007: 76).

1973-1977 yılları arasında uygulanmak üzere III. Beş Yıllık Kalkınma Planı yürürlüğe girmiştir. 12 Mart 1971 askeri yönetimi tarafından hazırlanmış olan bu planın önceki iki plandan en temel farkı, niteliksel bir gelişme anlayışını benimsemiş olmasıdır. Bu planda, AET ile ilişkilerin etkisiyle, yatırımların büyük ölçekli girişimlere yapılması öngörülmüştür. Bu planda da, ekonomik gelişmenin kamu kesimi öncülüğünde, fakat özel kesimin de özendirilmeye devam ettiği bir şekilde gerçekleştirilmesi öngörülmüştür. Katkılı ulusal gelirin, önceki planlarda belirtilenden daha hızlı büyümesi hedeflenmiştir. AET’ye üyelik için öngörülen üretim yapısı ara ve yatırım malları üretimi olduğundan, bunların üretimine öncelik

verilmiştir (Kepenek ve Yentürk, 1995: 138- 139). Görüldüğü gibi, III. Beş Yıllık Kalkınma Planının uygulamaya başlandığı dönemden önce oluşturulan planlar ve kalkınma hedefleri, Türkiye’nin kendi içyapısına ve ekonomik koşullarına uygun şekilde hazırlanmaya çalışılırken, bu dönemden sonra yavaş yavaş AET ile ilişkilerin etkisiyle birlikte, hazırlanan planların Topluluk mevzuatına uygun olmasına özen gösterilmeye başlanmıştır.

1977 yılından itibaren, dünyada meydana gelen ekonomik krizden etkilenen Türkiye; petrol fiyatlarındaki yükselişin etkisi, Türkiye’nin büyük ölçüde ara malı, ekipman vb. ithal ettiği batılı ülkelerdeki enflasyon ve petrol fiyatlarındaki artışın ihraç mallarına yansıması, Türkiye’nin büyük ihtiyaç duyduğu dış kredi imkanların daralması, dış ticaret hadlerinin Türkiye aleyhine bozulması ve dünya ticaretindeki daralma gibi nedenlerle krize sürüklenmiştir. Dış konjonktüre ilişkin bu sorunlar, içeride var olan sorunlarla birleşince, durum daha da ağırlaşmıştır. 1977’den 1980’e kadar alınan kriz önlemleri de ekonominin işleyişini değiştirmede yeterli olamamıştır. Bütün bu nedenler, ekonomide politika değişikliğini zorunlu kılmıştır (Başkaya, 1986: 182- 183).

Ekonomik ve siyasal bunalım sürecinde oluşturulan IV. Beş Yıllık Kalkınma Planının 1979-1983 yılları arasında uygulanması öngörülmüştür. Ham petrol fiyatlarının 1974 yılının başlarından itibaren sürekli yükselmesi ve Türkiye’nin ticaret ilişkisi olan ülkelerde işsizlik ve enflasyon sorunu yaşanması, ülkemizin dış ödeme dengesini bozmuştur. İthalat ödemelerinin hızla artmasına karşılık ihracat sınırlı kalmıştır. Yurt dışına işçi gönderilmesi de oldukça yavaşlamıştır. Öngörülen IV. Beş Yıllık Kalkınma Planı, ekonominin bunalımdan çıkışını, kararlı bir duruma gelmesini sağlamayı ve bunlarla beraber ekonomik büyümeyi gerçekleştirmeyi amaçlamak zorunda kalmıştır. Büyüme hızının yıllık ortalama %8,2 olması hedeflenmiştir. Bu planda da yine yatırımların kamu tarafından yapılması, yerli sınai üretimin desteklenmesi amaçlanmıştır. Diğerlerinden farklı olarak daha yüksek bir ihracat miktarı hedeflenmiştir. Bu planda AET üyelik kaygısı gözardı edilmiştir. Tam tersine AET ilişkilerinin durdurularak ekonomisi gelişmekte olan ülkeler ile çoklu dış ticaret ilişkilerine yönelim gösterilmiştir. Sanayi büyüme hedefi azaltılırken tarımda büyüme hızı hedefi arttırılmıştır. Alt sektörlerden, madencilik ve enerji

üretimine öncelik verilmiştir (Kepenek ve Yentürk, 1995: 139- 141).

24 Ocak 1980 de alınan Ekonomi Kararlarıyla; ekonominin dışa açılmasının sağlaması ve bunun da piyasa mekanizmasına dayanılarak gerçekleştirilmesi, piyasa güçlerinin harekete geçirilmesi ve buna bağlı olarak fiyatların serbest bırakılması hedeflenmiştir. Kısa dönemde ihraç edilebilir ürün miktarının arttırılabilmesi için yeni kredi ihtiyacının doğması nedeniyle IMF ile 3 yıllık bir istikrar programı anlaşması yapılmıştır. Uzun dönemde, hangi malların ihracına yönleneceği yabancı sermaye girişleriyle birlikte ele alınmış ve yabancı sermayeye bazı ek teşvikler getirilmiştir. Ayrıca, bazı mallara uygulanan sübvansiyonlar kaldırılmıştır (Başkaya, 1986: 188- 190).

1980 tarihli 2976 Sayılı Kanunun 2. maddesine dayanılarak, Destekleme ve Fiyat İstikrar Fonu oluşturulmuştur. Bu fonun yasal dayanağı 1988 tarihli ve 88/13384 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıdır. Amaçları; tarım ürünleri üreticisinin fiyat hareketlerinden korunması, ihraç malı üretimi için yapılacak yatrımların kaynak temini ve neticede ihracatın artırılmasıdır. Destekleme ve Fiyat İstikrar Fonunda; ithalattan alınan pul resminde indirim yapılması, ihraç mallarının üretiminde kullanılan girdilere uygulanan ithal vergisinin kaldırılması, prefinansman yoluyla yapılan ihracatın özendirilmesi, ihracatı teşvik edici uygulamalar (vergi resim ve harç istisnaları, transfer kolaylıkları, döviz tahsisi, ihracat teşvik fonu vb.) ve çapraz döviz kurlarının otomatik ayarlanması gibi kararlar öngörülmüştür (Başkaya, 1986: 192- 193).

Devlet desteklerinde planlı dönemin başlaması uygulamaların ağırlıklı olarak ihracata yönelik olduğu gözlemlenmektedir. 1990’lı yıllara gelindiğinde KOBİ, Ar- Ge, çevre, istihdam gibi yeni alanların üzerinde durulduğu tespit edilmektedir (Akdeve ve Karagöl, 2013: 338).

1994 yılında Uruguay Turu Nihai Senedi kapsamında imzalanan DTÖ Anlaşması hükümleri yürürlüğe girmiştir. Bu senette devlet destekleri üzerine birçok taraflı madde bulunmaktadır. Burada bahsedilen düzenlemeler Sübvansiyonlar ve Telafi Edici Tedbirler Anlaşması ile düzenlenmiştir. Bu anlaşmaya göre yerli malı kullanımına yönlendiren destekler yasaklanırken Ar-Ge faaliyetine yönelik

desteklerin artırılması planlanmıştır (Göker, 2000: 1).

1995 yılında Türkiye ve AB arasında Gümrük Birliği oluşturulmuştur. Bu birliğe göre Türkiye’de uygulanan devlet destekleri mevzuatlarının AB ilkeleri kapsamında yeniden değerlendirilmesi ve AB ile uyumlu hale getirilmesi öngörülmüştür. Buna göre, devlet desteği sağlanarak belirli ürünlerin rekabette avantaj elde etmesi, topluluk ile ticari ilişkileri etkiler ise Gümrük Birliği ile bağdaşmayacağı kabul edilir (DPT, 2007: 76). 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı ile uygulanan Gümrük Birliği için uygulanagelen nakdi destekleri ve ihracata yönlendirme destekleri 1995 yılının sonunda yürürlükten kaldırılmıştır (DPT, 2004:2).

1999 yılında ülkemiz Helsinki Zirvesinde tam üyelik için adaylık statüsüne yükseltilmiştir. Böylece AB müktesebatının Türkiye tarafından üstlenilmesi anlayışı yerleşmiştir. 2001’de Konsey Kararı ile Türkiye’ye Katılım Ortaklığı Belgesi verilmiştir. Bu belge ile talep edilen, kısa vadede devlet desteklerinin şeffaflaştırılması ve mevzuatların AB ile uyumlu hale getirilmesidir (DPT, 2007: 76- 77). Avrupa Birliği Müktesebatının uygulanması için Ulusal Program oluşturulmuştur. Bu programa göre yapılacak ilk işlem desteklerdeki dağınıklığın ortadan kaldırılmasıdır. Bunun için kamu kurumlarından bir çalışma grubu oluşturulacaktır. İkinci olarak yapılması gereken AB’de olan bölgesel sınıflandırmayı baz alarak ülkede benzer sistemin kurulmasıdır. Son olarak desteklerin AB müktesebatına olan uygunluğunu denetlemek amacı ile Devlet Yardımları İzleme ve Denetleme Kurumu kurulmuştur (T.C. Dış İşleri Bakanlığı, 2001). Ek-1’de sunulan Tablo’da, buraya kadar anlatılan ve bundan sonraki başlıklarda ele alınmış olan devlet yardımları konusunda etkili olan kuruluşların, devlet yardımlarıyla ilgili kanunların ve uygulanan devlet yardımlarının kronolojik sıralaması yapılmaya çalışılmıştır.

Günümüzde ise Küçük ve Orta Ölçekli İşletmelere (KOBİ) yönelik olarak birçok kuruluş destek sunmaktadır. Kamu kuruluşlarının yanında özel kuruluşlarda bulunsada finansmanın çoğunluğu kamu kaynaklarından oluşturulmaktadır. Bugün aktif olarak sunulmuş olan destekler fon kaynaklarına göre Ulusal Fonlar ve Uluslararası Fonlar olmak üzere iki ana grupta incelenmiştir.