• Sonuç bulunamadı

Türkiye’de Uygulanan Bölgesel Kalkınma Politikalarının Değerlendirilmesi

yükseltilmesini sağlamak olarak gözlenmiştir. Bu manda, bir kalkınma planı olmaktan çok bir büyüme planı niteliği taşıyan Beş Yıllık Kalkınma Planları aynı zamanda gerçek bir sosyal içerikten yoksun sosyal yatırım ve transferlerin birer bakiye olarak ele alındığı ekonomiye ve verimliliğe verilen önemin sosyal gelişmeye verilmediği planlar olmuşlardır. Bu planların sosyal yönünün olmadığını gösteren en önemli kanıt ise planların mekân boyutuna sahip olmamalarıdır (Tolan, 1979: 173-174). Yine kalkınma planlarında ortak özellik olarak karşımıza çıkan bir diğer unsur sürekli

olarak ekonomik büyüme sorunu ön planda tutulmuş olmalarıdır. Gelir dağılımı ile kalkınma arasındaki ilişki, insan gücü, istihdam, yatırımların bölgesel dağılımı, kentleşme gibi sosyal sorunlar geriye atılmış bu konularda yapılacak yatırımları ekonomik kalkınmadan yapılacak fedakârlık olarak görmüşlerdir (Dalkıran, 1995: 11- 14).

Đlk iki planda, bölgesel planlama kavramı ön plana çıkarken, üçüncü planda bu görüş terk edilerek, kalkınmada öncelikli yöreler kavramı ortaya atılmıştır. Dördüncü planda, geçmiş dönem uygulamaları eleştirilerek, bölgeler arası gelişmişlik farklarını azaltıcı politikaların başarılı olamadığı belirtilmiş ama üçüncü planda benimsenen kalkınmada öncelikli yöre görüşü aynen devam ettirilmiştir (Cansevdi, 2001: 12-13).

Beşinci planda, yeniden geçmiş planlara dönülerek, bölgesel planlama anlayışı benimsenmiş ve aynı zamanda üçüncü ve dördüncü planlarda yer alan kalkınmada öncelikli yöre uygulaması da sürdürülmüştür. Yine Beşinci planda, bölgesel planlama yapılacağından söz edilmesine ve 16 bölgeli bir bölgesel ayrımın benimsenmesine rağmen bölgesel planlama ile ilgili bir çalışma olmaması, bölgesel planlamanın siyasi iktidarlar tarafından pek benimsenemediğini ortaya koymuştur. Altıncı plana gelindiğinde, bölgesel planlama kalkınmada öncelikli yörelerin geliştirilmesini sağlamak amacıyla düşünülmüş diğer boyutlarına hiç değinilmemiştir (Cansevdi, 2001: 13).

Yedinci planda bölgesel planlamadan söz edilmesine karşın, bölgesel planlama ile ilgili ifadeler çok sönük ve çözüm önerileri oluşturmaktan uzak kalmış daha çok bölgelerin tespiti çalışması gibi olmuştur. Sekizinci planda, Yedinci Planda başlatılan bölge planlarının uygulanmasının devam edeceği belirtilmiş yeni bölge planlarının hazırlanacağına vurgu yapılmış ve ayrıca bölge planlarında erişilen son durum ifade edilmiştir. Dünyada ki bölgesel kalkınma planları ve AB uyum sürecide planlara dahil olmaya başlamıştır. Dokuzuncu planda ise AB perspektifinden hareket edildiği gözlemlenmektedir. Burada kıstas olarak bölgelerin geri kalmışlığını tanımlamakta kişilerin refahı da önemli bir ölçüt olmaktadır (Cansevdi, 2001: 13).

Gelişme potansiyeli olan alanların altyapı ve hizmet yatırımlarıyla desteklenerek kalkınma kutupları oluşturulması politikaları, diğer planlama ve yatırım kademeleri ile bağlantıları kurulmadığından ötürü başarılı olamamıştır. Vergi indirim ve muafiyetleri yolu ile özel sektörün verimli yatırımlarının geri kalmış bölgelere yöneltilmesi, zaman içinde geri kalmış bölgelerle ilgili olmaktan çıkarak genel olarak sanayinin özendirilmesi niteliği kazanmış olduğundan, özel sektör yatırımları aşırı gelişmiş yerleri tercih etmiştir. Nüfusun ve sanayinin, organize sanayi bölgeleri kurarak dengeli olarak dağıtılması yöntemi ise hem coğrafi dağılımları hem de gerçekleşme yüzdeleri nedeni ile yetersiz kalmıştır (Dinler, 2001: 210-211).

Kalkınma planlarında sıralanan bütün politikalar ve araçların, genel olarak, dengeli gelişme konusuna farklı ama tamamlayıcı yaklaşımlar oluşturduğu görülmektedir. Görünüşte geri kalmış bölgeler planlı bir yaklaşımla değerlendirilmeye alındığı halde, kentsel ve bölgesel gelişmede plansız bir gidişin ağır bastığı dikkatten kaçmamaktadır. Geri kalmış bölgeleri kalkındırmaya yönelik olan bu politikaların alternatif maliyeti hesap edilmediğinden, iktisatçılar ve planlamacılar nereden ne ölçüde ödün verileceğini hesaplayamamışlardır. Bu durum siyasi iktidarları da kararsızlığa itmiş, bölgesel plan ve kalkınma sorununa sistemsiz, kısmi önlemlerle yaklaşmalarına sebep olmuştur (DPT, 1990: 427-428).

Türkiye'de başarılı bir bölgesel kalkınma politikası izleyebilmek için öncelikle ekonomik büyümenin mekânsal farklılaşmasını tespit etmek sonra da bu farklılaşmaları değiştirebilecek politikaları ve planlama araçlarını doğru seçmek gerekir. Türkiye’de bu süreçler belirtilmeden hedefler belirlenmiştir. Böyle olunca, bu planların uygulanmamasında, bu politikaları uygulatacak siyasal güçlerin bulunmaması yanında, büyümenin mekânsal farklılaşmasının gerisindeki süreçleri tanıma yolunda yeterince çaba gösterilmemesinin de etkisi ile planlar istenilen sonuçlara ulaşamamıştır (Tekeli, 1981: 389.).

Kalkınma planlarında bölgesel gelişme, ulusal planın bir parçası olarak değerlendirilememiştir. Aslında planların başarısı için bölgeselleşmeye doğru gitmek gerekli iken, uygulamada bundan tamamen uzaklaşılmıştır. Sonuçta planlı dönemde bölgeler arası dengesizlikler daha da artmıştır. Bölgesel gelişme sorununun çözümü için, ulusal plana

uygun bölgesel planlama çalışmaları yürütülerek, bu bölgesel planların uzun vadede tüm ülkeyi kapsaması amaçlanmalıdır. Beşinci plandaki bölge planlaması ilkeleri arasında yer alan 16 bölgeli bir bölgesel ayrımın kullanılacağı ifadesi, ulusal planın bölgeselleşmesi açısından ümit ışığı olmuş, ancak sonraki planlarda bu umut kaybolmuştur (Dinler, 2001: 214- 215).

Türkiye’de ulusal planlar bölgeselleştirilmediği için, bölgesel planlama yönetim kademesi olmayan bir planlama haline gelmiştir. Bu durumda, ulusal planlar, bölgesel sorunlarla da uğraşmak zorunda kalmış ve bölgesel planların uygulanmasında yönetsel açıdan sıkıntılar meydana çıkmıştır (Tekeli, 1970: 48).