• Sonuç bulunamadı

Türkiye’de Sosyal Devlet Anlayışının Teorik Genel Çerçevesi

BÖLÜM 1: KATI ATIKLAR-GERİ DÖNÜŞÜM EKONOMİSİ VE SOSYAL

1.9. Çevre Yönetimi ve Sosyal Devletin Çevresel Sorumlulukları

1.9.2. Türkiye’de Sosyal Devlet Anlayışının Teorik Genel Çerçevesi

Sosyal devlet anlayışı bağlamında hükümler Cumhuriyetin ilk anayasasında 1924 yılında açık bir şekilde olmasa da zımni olarak devlete bazı sorumlulukların yüklendiğini göstermektedir. Anayasa’nın 80. ve 87. maddelerine binaen eğitim öğretim hakları ile ilgili düzenlemelerde bunun görülmesi mümkündür. 1926 yılında Medeni Kanun çıkarılmış ve Borçlar Kanunu’nun 112. ve 332. maddelerinde çalışma hayatında iş güvenliğine dair esaslar belirlenmiştir. 1961 Anayasası ile birlikte sosyal devlet ilkesinin benimsendiği açıkça beyan edilmiştir. 1961 Anayasasının 41. maddesinde “iktisadi ve sosyal hayat, adalete, tam çalışma esasına ve herkes için insanlık haysiyetine yaraşır bir yaşayış seviyesi sağlanması amacına göre düzenlenir. İktisadi,

63

sosyal ve kültürel kalkınmayı demokratik yollarla gerçekleştirmek, bu maksatla milli tasarrufu artırmak, yatırımları toplum yararının gerektirdiği önceliklere yöneltmek ve kalkınma planlarını yapmak devletin ödevidir” ibaresi yer almıştır (Kantarcı, 2003:76-77). Türkiye Cumhuriyeti; 1982 Anayasası’nın Birinci Kısım Genel Esaslar başlığı altındaki 2. maddede yer aldığı şekli ile “toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir” ifadesi ile nitelenmiştir (TC 1982 Anayasası, m.2). Anayasa maddelerine ek olarak bazı Anayasa Mahkemesi kararlarında alınan kararların atıfının yapıldığı sosyal devlet ilkesi açıklanırken özde aynı kalmak kaydı ile şu ibarelere yer verilmiştir;

“Sosyal devlet, ferdin huzur ve refahını gerçekleştiren ve teminat altına alan, kişi

ve toplum arasında denge kuran, emek ve sermaye ilişkilerini dengeli olarak düzenleyen, özel teşebbüsün güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayan, çalışanların insanca yaşaması ve çalışma hayatının kararlılık içinde gelişmesi için sosyal, iktisadî ve malî tedbirler alarak çalışanları koruyan, işsizliği önleyici ve millî gelirin adalete uygun biçimde dağılmasını sağlayıcı tedbirler alan adaletli bir hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmeye kendini yükümlü sayan, hukuka bağlı kararlılık içinde ve gerçekçi bir özgürlük rejimini uygulayan devlet demektir”

(1967/29).

“Sosyal hukuk devleti, güçsüzleri güçlüler karşısında koruyarak gerçek eşitliği yani

sosyal adaleti ve toplumsal dengeyi sağlamakla yükümlü devlet demektir. Çağdaş devlet anlayışı, sosyal hukuk devletinin, tüm kurumlarıyla Anayasa’nın sözüne ve ruhuna uygun biçimde kurulmasını gerekli kılar. Hukuk devletinin amaç edindiği kişinin korunması, toplumda sosyal güvenliğin ve sosyal adaletin sağlanması yoluyla gerçekleştirilebilir... Anayasa’nın Cumhuriyetin nitelikleri arasında yer verdiği sosyal hukuk devletinin dayanaklarından birini oluşturan sosyal güvenlik kavramının içerdiği temel esas ve ilkeler uyarınca toplumda yoksul ve muhtaç insanlara Devletçe yardım edilerek onlara insan onuruna yaraşır asgarî yaşam düzeyi sağlanması, böylece, sosyal adaletin ve sosyal devlet ilkelerinin gerçekleşmesine elverişli ortamın yaratılması gerekir” (1988/33).

“Anayasa’nın 2. ve 5. maddelerinde belirtilen sosyal hukuk devleti insan hak ve hürriyetlerine saygı gösteren, kişilerin huzur, refah ve mutluluk içinde yaşamalarını güvence altına alan, kişi ile toplum arasında denge kuran, çalışma hayatının kararlılık içinde gelişmesi için sosyal, iktisadî ve malî tedbirler alarak çalışanları koruyan ve insanca yaşamalarını sağlayan, işsizliği önleyen, millî gelirin adaletli dağıtılması için gerekli tedbirleri alan, güçsüzleri güçlüler karşısında koruyan devlettir. Çağdaş devlet anlayışı, sosyal hukuk devletinin tüm kurumlarıyla Anayasa’nın özüne ve ruhuna uygun biçimde kurulmasını ve işlemesini gerekli kılar. Sosyal hukuk devletinde kişinin korunması, sosyal güvenliğin ve sosyal adaletin sağlanmasıyla olanaklıdır” (2001/67).

Sosyal devlet olma özelliğinin değiştirilemez bir madde olarak belirlenmiş olmasından hareketle Türkiye’de sosyal devletin anlamının, yetki ve sorumluluklarının genel

64

hatlarının bilinmesi gerekmektedir. Özbudun (2000:99)’un ifadesi ile sosyal devlet “devletin sosyal barışı ve sosyal adaleti sağlamak amacıyla sosyal ve ekonomik hayata aktif müdahalesini gerekli ve meşru gören bir anlayış” olarak tanımlanmaktadır. Diğer bir ifadeyle sosyal devlet, herkese insan onuruna yaraşır asgari bir hayat seviyesi sağlamayı amaçlayan bir devlet anlayışı olarak tanımlanır. Anayasa’nın “Genel Esaslar”ı arasında yer alan ilkeye göre “Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler” bölümünde daha kapsamlı olarak yer verilerek 49. maddesinde;

“Devletin, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını

geliştirmek, çalışanları korumak, çalışmayı desteklemek ve işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak için gerekli tedbirleri alacağı, 60. maddesinde de herkesin, sosyal güvenlik hakkına sahip olduğu öngörülmüştür” (TC 1982 Anayasası, m.49).

Refah devleti, bireylere, ailelere, minimum düzeyde bir gelir sağlanması, kişilerin belirli sosyal risklerin (hastalık, yaşlılık, işsizlik vb.) üstesinden gelmesinde onlara yardımcı olunması ve sosyal refah hizmetleri aracılığıyla tüm vatandaşlara en iyi yaşam standardının temini alanında faaliyette bulunan yapıdır (Ersöz, 2006:768). Sosyal devlet anlayışı bu yönüyle 20. yüzyılın jandarma devlet anlayışı olan, devletin görevlerini dışa karşı savunma, yurt içinde düzen ve güvenliği sağlamaktan ibaret görmekte, özellikle devletin ekonomik hayata müdahalesini sadece gereksiz değil aynı zamanda ekonominin işleyişini bozacağı için zararlı sayan anlayışa bir genişlik kazandırmaktadır (Özbudun, 2000:123). Klasik Liberal düşünün temel argümanlarını bir araya getiren kavramları da içerisinde barındırmakta olan anlayış, sosyal devlet-refah devleti kavramlarından hareketle girişimci sınıfa ve devlete yüklenen sorumluluğa, bunun beraberinde getirdiği yetki ve özgürlük kısıtlamalarına ve kamunun sosyal politikalarına kökten reddiyede bulunan anlayışın değiştiğini göstermektedir (Gül, 2006:5-7). Türkiye Cumhuriyeti 1982 Anayasası’nın “Üçüncü Bölüm: Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler” başlığı altında yer alan “Sağlık, Çevre ve Konut” bölümünün “Sağlık Hizmetleri ve Çevrenin Korunması” başlıklı 56. maddesi uyarınca yine sosyal devlet ilkesinin bir gereği olarak toplumsal yaşamı doğrudan düzenlemeye yönelik esaslara binaen;

“Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi

geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir. Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı

65

içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler. Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir. Sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde yerine getirilmesi için kanunla genel sağlık sigortası kurulabilir (TC 1982

Anayasası, m.56).”

hükümleri yer almaktadır. Bu karar, sosyal devlet ilkesi bağlamında yine kamu

otoritesinin sosyal hayatın içerisinde aktif rol üstlenici olma hakkını belirlemektedir.

Sosyal devletin, çok genel bir soyutlama düzeyinde modernite olarak nitelenen son iki yüz yıllık tarihi süreçteki ekonomik ve sosyal dönüşümler neticesinde şekillenen bir yönetim tarzı, devlet ile toplum arasında özel bir ilişki biçimi olarak tanımlanması da mümkündür. 19. yüzyıl Osmanlı dönemi incelendiğinde moderniteye giden süreç içerisinde sosyal devlet olgusu bağlamında meydana gelen olayların yeni bir yönetim tarzı olarak modern devlet kavramı içerisinde gerçekleştiği görülmektedir. II. Mahmut ve Tanzimat dönemi yenilik hareketleri incelendiğinde; sağlık alanında karantina teşkilatının oluşturulması, aşılama ve ebelik gibi koruyucu uygulamaların yerleşmesi, ülke genelinde hastanelerin açılması, aile alanında dul ve yetim maaşlarının düzenlenmesi, yetim çocuklarının vasilik sorununun devlet tarafından nizamname ile düzenlenmesi, ilk eğitimin yaygınlaştırılması çabaları, kız ve erkek çocuklar için memleket çapında ıslahhaneler ve sanayi mekteplerinin kurulması, modern polis teşkilatının oluşturulması, ceza kanunlarının kabul edilmesi dahil ilgili düzenlemelerin yapılması, kent yoksullarının denetim altında tutulmasına yönelik nizamnamelerin gündeme getirilmesi, dahili ve harici pasaport uygulamasının yürürlüğe konulması, görece düzenli nüfus sayımı yapılması gibi bir dizi hukuki ve kurumsal düzenlemeler ve uygulamalar sosyal devlet mefhumunun yeni bir yönetim tarzı olarak bütün boyutlarıyla Osmanlı toplumunda şekillenmeye başladığının açık işaretleridir (Özbek, 2002:1-13).

Hangi biçimi ile olursa olsun devletin sosyal alana müdahalesini, bireylerin sağlığı, refahı ve eğitimi ile ilgili uygulamalarını, kısmi de olsa koruyucu bir sosyal güvenlik sistemi oluşturmasını, bir başka ifade ile devletin müdahale zemini olarak sosyal alanın genişlemesini salt pozitif bir olgu olarak değerlendirmek yanıltıcı olur. Sosyal alanın kontrolü meselesi aynı zamanda sosyal disiplin ve moral regülasyon öğelerini de taşır. Modern sosyal kontrol ve disiplin olgusu yalnız yalın anlamı ile değil aynı zamanda

66

terbiye unsurunu da önemseyerek yeni ahlaki normların ve buna uygun hukuki düzenlemelerin oluşturulmasını gerekli kılmaktadır (Özbek, 2002:17). Bu noktadan hareketle değerlendirildiğinde Cumhuriyet Türkiye’sinde devletin sosyal alana müdahalesinin korporatist bir zihniyet ve sınıfsız kaynaşmış toplum hayalinin kalıplarından kurtulup, çalışma hayatı, sendikalaşma, işçi sigortaları ve sosyal güvenlik eksenli bir rotaya oturması ancak II. Dünya Savaşı sonrasında olabilmiştir. Bu açıdan 1940’lı yıllar, emek piyasası ve çalışma ilişkileri merkezli bir sosyal politika gündeminin oluşumu açısından önemli bir dönüşüm noktası olmuştur. İşçi sınıfının oluşmaya başlaması, Çocuk Esirgeme Kurumu, Kızılay Cemiyeti gibi oluşumlar devlet aygıtının dolaylı uzantıları olarak sosyal yardım alanında önemli görevler üstlenmişlerdir. Yine 1937 yılında yürürlüğe giren İş Kanunu’nu sigorta ile ilgili hükümleri de sosyal devlet olgusunun gelişim sürecinde değinilmesi gereken noktalardan biri olmuştur. 1980 dönemine kadar devam eden süreç içerisinde genelde işçi hareketleri bağlamında ele alınan konular çerçevesinde muhafazakar, zaman zaman popülist yaklaşımlar ile Keynesyen politikalara ağırlık verilmek suretiyle bir sosyal devlet uygulamasının gerçekleştirildiğini görmek mümkündür (Özbek, 2002:22-23).