• Sonuç bulunamadı

2.1. TÜRK MUHAFAZAKÂR DEMOKRASİSİ İÇİN MODEL ARAYIŞLARI

2.1.2. Türkiye’de Yeni Sağ Düşüncesi

Türkiye’de yeni sağ düşüncesinin anlaşılabilmesi için öncelikle dünyadaki sağ düşüncenin evriminin iyi anlaşılması gerekmektedir. Zira düşünce sistemlerinin en önemli özelliği sürekli olarak değişmesi ve dönüşmesidir. Siyasi ve ekonomik uygulamalar da zaman içerisinde yeniliklere yenik düşmekte ve geçerliliğini kaybetmektedir. Bu süreçte yapılabilecek olan en değerli şey ise fikirlerin kendi içerisinde değişime ve dönüşüme uğraması ve yeni duruma adapte olmasıdır. Böylelikle kendi içerisinde eksikliklerini gidermiş ve geçerliliğini kaybetmiş düşüncelerden kurtulmuş olacaktır. Bu bağlamda sağ düşünce de aynı süreç içerisinden geçmiş ve ortaya yeni sağ kavramı çıkmıştır. Muhafazakârlık kapsamında ideolojik bir gelenek olarak yeni sağ siyaset anlayışı, piyasa bireyciliğinin ve sosyal otoriteryanizminin veya devlet otoriteryanizminin bir harmanını ileri sürmektedir. Bu farklı eğilimler genellikle neo-liberalizm ve neo-muhafazakârlık olarak adlandırılmaktadır. Her iki ideolojideki “neo” takısı, önüne getirildiği ideolojilerin, dönemin koşulları çerçevesinde güncellenmiş versiyonları olduklarına işaret etmektedir (Heywood, 2012: 116).

Yeni sağ liberal muhafazakâr düşünce geleneğinin bir ürünü olarak değerlendirilmekte ve muhafazakâr düşüncenin liberal parametreler üzerindeki inşası olarak ifade edilmektdir. Özellikle 20. yüzyılın son çeyreğinde yeni sağın ekonomi ile ilgili olarak savunduğu neo-liberalizm ile sosyal alandaki muhafazakârlığın bir araya geldiği görülmektedir. Böylelikle neo-muhafazakârlık anlayışı içerisinde neo- liberalizmin ekonomik alandan devlet gücünü ve müdahalesini geri çekmesi ile ortaya çıkan boşluk sosyal alandaki düşüncelerle telafi edilmeye çalışılmış; sosyal disiplinin, din ve aile gibi ideolojik motifleri ön plana çıkarılmıştır (Güler, 2010: 146). Bununla birlikte, bu düşünceyi savunanlar, liberal anlayışın piyasa-devlet ilişkisi hakkındaki görüşlerini benimsemiş olsalar dahi; liberal toplumların yerel

değerlerden arınmış, kültürel kimlikten yoksun toplumlar olmalarının mümkün olmadığını ve böyle bir durumda yozlaşıp çökmeleri gibi bir durumun ortaya çıkacağı düşüncesini benimsemişlerdir (Güler, 2010: 151).

1970’li yıllarda dünya köklü bir değişim süreci içerisine girmiştir. Bu süreçten tüm siyasal ve ekonomik görüşler nasibini almış ve değişime açık hale gelmişlerdir. Özellikle sağ düşünce liberalizme ve kapitalizme olan bakış açısını yenilemiş ve serbestliğe açık hale gelmiştir. Böylelikle genel kabul gören bir ekonomik anlayışı arkasına alan sağ düşünce liberalist fikirler ışığında varlığını ve yüksek tercih edilme oranını korumaya çalışmıştır (Erken, 2016: 194).

1970’li yıllar tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de ekonomi ve siyasal anlamda köklü değişikliklere neden olmuştur. Özellikle 1970’li yılların sonunda ortaya çıkan siyasal ve ekonomik krizler ve ardından gelen 1980 askeri darbesi, geleneksel sağ anlayışının toplumun beklentilerine karşılık verememesine neden olmuştur. 1970-1980 yılları arasında Türkiye yoğun bir siyasal arbede yaşamıştır. İç karışıklıklar artmış ve sonu ölümlere varan olaylar görülmüştür. Nihayetinde siyasal bir kırılma yaşanmış ve 1980 yılında gerçekleştirilen darbe ile anti-demokratik bir ortam meydana gelmiştir. Bu ortamda pek çok siyasi yasaklı duruma düşmüş ve 1961 Anayasası ile kazanılan demokratik hakların çoğu geri alınmıştır. Tüm bu radikal değişimler sağın da kendisini yenilemesine ve yeni bir sağ anlayışın ortaya çıkmasına neden olmuştur (Özkazanç, 1998: 196).

1980’li yıllarda da aynı süreç devam etmiştir. Ancak bu yıllarda toplumların ekonomi, adalet, eğitim ve sağlık konusunda devletten beklentilerinin artması nedeniyle sağ görüş de bunları içerisine alacak şekilde değişime uğramıştır. Aslında burada önemli bir ikilem de ortaya çıkmıştır. Bir yandan devletin aktif bir rol aldığı ve refah devleti modelinde olduğu gibi toplumsal refahı artırmaya çalıştığı model ile diğer yandan minimalizm anlayışı içerisinde kaynakların etkin kullanıldığı fakat kurumsal anlamda çok büyük yer teşkil etmediği küçültülmüş devlet anlayışı birbiri ile çatışmıştır. Ancak gerçek şu ki; bu yıllardan itibaren devletlerin hantallıktan uzaklaşması, minimalist bir anlayışı benimsemesi ve aynı zamanda toplumsal faydayı en üst seviyeye çıkarak uygulamalarda bulunması beklenmektedir. Bu iki

unsur da ancak etkinlik ilkesi ile açıklanabilecektir. Bu yüzden yeni sağ anlayışı, etkinlik uygulamaları ile her iki amaca aynı anda ulaşmayı çabalamak zorunda kalmaktadır. Ayrıca küresel güçlerle mücadele etmek veya onlarla ortak paydalarda buluşmak da ideolojinin içerikleri arasındadır (Baltacı, 2004: 360).

Aslında yeni sağ oluşumunun Türkiye’de kendiliğinden ve zamana bağlı doğal bir süreç sonucu ortaya çıktığının söylenebilmesi mümkün değildir. Bir görüşe göre sol düşüncenin önünün kesilmesi ve ihracat bazlı ekonominin canlandırılması amacıyla askeri vesayet, yeni sağ oluşumun varlığını desteklemiştir. (Topal, 2002: 64). Ancak başlangıçta böyle bile olsa yeni sağ düşüncenin uzun süre askeri vesayet altında büyümediği ve toplumsal dinamikleri göz önünde bulundurarak varlığını şekillendirdiği görülmektedir.

1982 Anayasası’nın kabulü ve 1983 yılında Turgut Özal’ın seçimleri kazanarak iktidara gelmesi ile başlayan yeni sağ süreci, toplumun önemli bir kesiminden de destek bulmuştur. Ekonomi politikalarındaki köklü değişiklikler, mal ve hizmetlere ulaşımın kolaylaşması, batı ile entegre olma çabaları yeni sağ düşüncesi içerisinde ortaya çıkmıştır. Özellikle Özal döneminin ilk zamanlarında yüksek büyüme ve kalkınma hızına ulaşılması ve bu değişimin toplumsal yaşamda varlığını göstermesi, halkın bu düşünceye teveccühünü artırmıştır. Ancak bunla birlikte özellikle çalışma hayatına ilişkin de bir kısım olumsuz değişiklikler ortaya çıkmıştır. Güvencesiz çalışmanın yaygınlaşması, işçi haklarının işveren lehine kısıtlanması ve sendikaların etkinliğinin azalması bu döneme ilişkin sorunlar olarak görülmektedir (Köroğlu, 2012: 122).

Türkiye’de yeni sağ ve muhafazakâr demokrasi gibi kavramların daha iyi anlaşılması için öncelikle sağ geleneğinin ve bu gelenek içerisinde ortaya çıkan temsilcilerin iyi tanınması gereklidir. Böylelikle evrim süreci çok daha iyi bir şekilde anlaşılacaktır. Türkiye’de sağa yön veren pek çok isim bulunmakla birlikte Adnan Menderes, Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan ve Turgut Özal’ın ayrı bir yeri olduğu düşünülmelidir. Tüm bu liderler aslında Türkiye’de sağ harekete yön vermişler ve halen Türkiye’de tek başına iktidar olarak göreve devam eden AK Parti’nin siyaset felsefesine yönelik temellerini atmışlardır. Zira AK Parti her ne

kadar sağ anlayışa yönelik algıda önemli değişimlere neden olduysa da; birçok temel noktada geçmiş sağ anlayıştan bağımsız bir yapı arz etmemektedir. Bu sebeple geçmiş sürecin tanınması önemlidir.

2.2. ADNAN MENDERES VE DEMOKRAT PARTİ

Benzer Belgeler