• Sonuç bulunamadı

1. VERGİ KAVRAMI VE VERGİYE GENEL BİR BAKIŞ

1.1. Vergi Kavramı ve Tarihsel Gelişimi

1.1.2. Verginin Tarihsel Gelişim Süreci

1.1.2.6. Türkiye Cumhuriyeti Dönemi

Türk vergi sistemi, 1923 yılında cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte sıfırdan oluşturulmuş bir sistem değildir. Osmanlı’dan kalan vergi yapısı, Cumhuriyet’in ilk yıllarında devam ettirilmiş fakat sonraki yıllarda değişikliğe uğraması kaçınılmaz olmuştur.

1923’den sonra, ilkel üretim teknolojisine sahip, uluslar arası sermayenin at koşturduğu ve dışa bağımlılık durumunun hâkim olduğu bir iktisadi yapıda ortaya çıkan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş tarihinden bu zamana kadar ki dönemdeki esas problemin toplumun farklı kesimleri arasında birliği sağlamak ve büyük bedeller neticesinde sağlanan siyasal bağımsızlığı ekonomik bağımsızlık ile güvence altına alabilmek olmuştur (Erbaşı, 2013: 1).

Türkiye Cumhuriyeti Devleti bağımsızlığını elde ettikten sonra Osmanlı vergi sistemini ortadan kaldırarak Batı Avrupa vergi sistemini uygulamaya getirmeye çalışmıştır (Tosuner, 1989: 21). Osmanlı’dan yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ne Aşar, Ağnam, Müsakkafat ve Temettü Vergisi gibi vergiler aktarılmış, belli sürelerle bu vergiler toplanmaya devam etmiştir.

1923-1930 yılları arasında aşar, ağnam ve temettü vergileri kaldırılmış bunların yerine sayım ve kazanç vergileri yürürlüğe konulmuştur (Kayan, 2000: 85).

1933’e kadar Cumhuriyet, kurum ve ekonomik onarımların oluşturulması dönemi olarak geçmiştir. Yabancılara ait olan demiryollarının millileştirilmesi, tütün rejisinin ve aşar vergisinin kaldırılması ve kabotaj hakkının elde edilmesi, Sanayinin Teşviki Yasası’nın çıkarılması, Türkiye İş Bankası’nın kurulması bir bakıma kamu-özel sermaye birikimi işbirliğinin ilk somut örnekleridir (Erbaşı, 2013: 1).

1930-1939 yılları arasında ekonomik krizin etkisiyle vergilerin mali amacı ön plana çıkmıştır (Ejder, 2000:128). Yine aynı yıllar arasında bina vergisi kanunu ve arazi kanunu ayrı düzenlenerek yürürlüğe konulmuştur (Kayan, 2000: 85).

1940-1950 döneminde İkinci Dünya Savaşı’ndan olumsuz etkilenmiş olan Türkiye’de, kamu harcamalarının artışıyla birlikte Varlık Vergisi, Toprak Mahsulleri Vergisi, Ayni Muamele Vergisi gibi yeni vergiler yürürlüğe konulmuştur (Ejder, 2000: 128).

1942 yılında uygulamaya konulan Varlık Vergisi, 1 yıl 4 ay yürürlükte kalmış ve savaş sonrası karşılaşılan kıtlık durumunda oluşan karaborsa zamanında edinilen aşırı karlar vergilendirilmiştir. Bu vergiyle ticaret burjuvazini içeren ve oluşturulan komisyonlar tarafından tarh edilerek bir kereye mahsus alınan, itiraz hakkı bulunmayan ve vergi borçlarını bir ay içinde ödemeyenleri kamplarında çalışma yükümlülüğüne tabi tutan bir uygulama olarak ülkemizde telafisi bulunmayan birtakım aksaklıklara sebep olmuştur (Erbaşı, 2013: 2).

1949-1959 tarihleri arasında ise Federal Almanya yasaları örnek alınarak vergi alanında reform niteliğinde olabilecek yeni bazı vergi kanunları çıkarılmıştır. 1950 yılında Gelir Vergisi ve Kurumlar Vergisi Kanunu ile Vergi Usul Kanunları çıkarılmıştır (Kayan, 2000: 85). Cumhuriyet döneminin en büyük vergi reformu yasama organınca 1949 yılında kabul olunup, 1950 yılında yürürlüğe konan Gelir Vergisi, Kurumlar Vergisi, Vergi Usul Kanunu ve Esnaf Vergisi Kanunlarıdır (Erbaşı, 2013: 2).

1953 yılında "Amme Alacakların Tahsili Usulü" hakkındaki kanun çıkarılmıştır. 1957 yılında Gider Vergileri Kanunu çıkarılmıştır. 1960 yılında vergi reformu komisyonu oluşturulmuştur (Kayan, 2000: 85).

1950-1960 dönemi için vergi politikası bakımından belirgin bir özellik göstermemekle birlikte, bu dönemde tarım kazançları vergi dışı bırakılmış, Gider Vergisi kabul edilmiştir. Döneme özgü enflasyon vergi yükü dağılımında adaletsizlik yaratmıştır (Kumrulu, 1988: 195).

1961 Anayasasında verginin kanunla eşitlik ve genellik ilkesine göre alınması kabul edilmiştir (Kayan, 2000: 85). 1961 yılında 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu ile tarım kazançlarının vergilendirilmesi, KDV oranının yükseltilmesi, servet beyanının kabulü yürürlüğe konularak önemli değişiklikler yapılmıştır. Ancak bu değişikliklere ilişkin iş çevreleri, çiftçiler, küçük esnaf, ücretliler karşı kampanyalar yürütmüşlerdir (Kumrulu, 1988: 211).

1961 yılı Mart ayında bildirilen gelirlerde, bir iktisadî durgunluk dönemi olmasına karşın, 1959 yılına oranla büyük yükseliş olmuştur (Kumrulu, 1988: 219).

1960-1970 döneminde kalkınmanın finansmanı için ek vergilerin getirilmesi gündeme gelmiştir. Bu amaçla tarım gelirleri vergi kapsamına girmiş, fakat normal siyasal sürecin işlemesi ile birlikte tarım kazançlarının gerçek usulde vergilendirilmesi devamlı olarak ertelenmiştir. Ayrıca bu dönemde yatırımları teşvik tedbirleri ilk defa uygulamaya konulmuştur (Kumrulu, 1988: 195).

1970-1979 yılları arasında daha sıklıkla gelir üzerinden vergiler alınmıştır (Ejder, 2000: 130). 1970 yılında 1318 sayılı finansman kanunu ile yeni bazı vergi kanunları yürürlüğe konulmuştur (Kayan, 2000: 85). 1970’de kabul gören bir vergi paketiyle sisteme yeni vergi türleri getirilmiştir. Fakat vergiler alanında kayda değer hiçbir yenilik gerçekleştirilmemiştir. Bu, büyük ölçüde döneme özgü “parlamento aritmetiğinin” bir yansımasıdır (Kumrulu, 1988: 195).

1970-1983 döneminde emlak vergisi kanunu yeniden düzenlenerek yürürlüğe konulmuştur (Kayan, 2000: 85). 1980 sonrasında enflasyonun sürekli olması ve yüksek değerde seyretmesi nedeniyle iş çevreleri yeniden değerlemeye ilişkin taleplerde bulunmuş, işçi sendikaları, asgari ücretin vergi dışı bırakılması yolunda hükümete baskı yapmışlar, ancak sonuç alamamışlardır (Kumrulu, 1988: 217).

Aynı şekilde 1981 yılında da vergi geliri, 12 Eylül 1980 olayları sonrası olmasına karşın vergi kanunlarındaki değişikliklerin getirdiğinin çok üstünde bir artış kaydetmiştir (Kumrulu, 1988: 219).

1980 sonrası dönemde vergilendirme yürütme organının yetkisinde olmuş ve özellikle 1984 yılından itibaren bütçe dışı fon uygulaması yaygınlaştırılarak klasik bütçe ilkelerinden uzaklaşılmıştır (Kumrulu, 1988: 196). 1983’ten sonra ücretlilere vergi iadesi hakkında kanunla KDV kanunu yürürlüğe konmuştur (Kayan, 2000: 85). 1984 yılında 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu’nun çıkarılmasıyla 1950-1985 döneminin ikinci reformu gerçekleşmiştir. Bu kanunun kabulü ile Avrupa ülkelerinin vergi sistemleri ile Türk vergi sistemi uyumu kolaylaştırılmıştır. 1980’li yıllardan sonra ortaya çıkan iktidarsızlık ortamı ve bozuk iktisadi dengeler, kamudaki finans ihtiyacını artırmış, bu ihtiyaca karşın kamu harcamalarının azaltılamaması, vergi gelirlerinin önemini daha da artırmıştır. Fakat vergi gelirlerinin artırılabilmesi için gerekli vergi reformunun yapılamaması, bozulan dengelerin daha kötüye gitmesine neden olmuştur (Özer, 1976: 5).

3946 sayılı kanunla 9 adet vergi kanununda önemli değişiklik yapılmıştır. En son 4369 sayılı kanunla 13 vergi kanununda önemli değişiklikler yapılarak günceleştirilmiştir (Kayan, 2000: 85).

3986 sayılı Ekonomik Denge İçin Yeni Vergiler İhdası Hakkında Kanun çıkarılmış ve ekonomik kriz sonrası Türkiye’de ek vergiler gündeme gelmiştir. Daha sonra 13 farklı vergi yasasında reforma gidilerek 4369 sayılı yasa çıkarılmıştır. Yapılan bu vergi reformu ile Türkiye’deki dolaylı vergilerin gelir dağılımına olan olumsuz etkisi, devletin en önemli gelir kalemi olan vergilerin yeterli seviyeye çıkarılamaması ve Türk vergi sistemindeki otokontrol mekanizmasının işlemeyişi gibi sorunlara çözüm getirilmesi amaçlanmıştır. Türkiye’de Mali Milat sayılan 4369 sayılı yasa ile kaynak teorisinden, kişilerin sahip olduğu değerlerde artış yaratan net artış teorisine geçilmiştir. Böylelikle vergi kaçakları ile kayıplarının önüne geçilerek kayıt dışı ekonomi önlenmeye çalışılmıştır.

2003 yılından sonra da günümüze kadar reform niteliğinde olmasa bile vergi kanunlarında yine önemli değişiklikler yapılmıştır.