• Sonuç bulunamadı

1. VERGİ KAVRAMI VE VERGİYE GENEL BİR BAKIŞ

1.5. Vergileme İlkeleri

1.5.3. Sosyal Vergileme İlkeleri

Sosyal politika aracı olarak vergilerin, sosyal adaleti sağlanması çok önemlidir. Vergi sistemlerinde sosyal adaletin sağlanması açısından, kişiler arasında eşitliği bozacak ya da kişilerin ağır vergi yükü altında ezilmesine sebep olacak uygulamalarının olmaması önem arz etmektedir.

1.5.3.1.Adalet İlkesi

Günümüzdeki çağdaş devletlerin ana finansman kaynağı, vatandaşlarından aldığı vergilerdir. Fakat devletler vergileri toplarken, toplumsal yaşam ve ekonomiye müdahalede bulunmaktadırlar. Vergi yüklerinin belirlenmesinde önemli konulardan birisi de vergi yüklerinin adaletli bir şekilde dağıtıldığı adaletli bir vergi sisteminin kurulmasıdır. 1982 Anayasası’nın 73. madde 2. fıkrasında bulunan “Vergi yükünün adil ve dengeli dağılımı, maliye politikasının sosyal amacıdır” hükmündeki adil ve dengeli dağılım ifadesi vergilemede adalet ilkesini göstermektedir (Beşel, 2015: 5-6). Bu ilkeye göre, vergiler mükellefler arasında adil bir şekilde dağıtılmalıdır. Vergi yükünü adaletli bir şekilde dağıtmayı amaçlayan adil bir vergi sisteminde, kimden ne kadar vergi alınacağının ve mükelleflerin kişisel durumlarına göre ölçünün ne olacağının belirlenmesi oldukça önemlidir. Dolayısıyla bu ilkeye göre, herkes gelirine göre ve uygun oranlar ile vergilendirilmelidir. Yani vergi, bireylerin ödeme güçleri ile orantılı bir şekilde olmalıdır (Baytar, 2006: 10). Vergi adaletinin sağlanması maksadıyla, vergi kaçakçılığının önüne geçme, gelir gruplarını farklılaştırarak vergileme, asgari geçim indirimi vb. uygulamalardan yararlanılmaktadır (Kalenderoğlu, 2002: 60).

Vergilemede adalet ilkesi, yatay adalet ve dikey adalet olmak üzere iki şekilde ele alınmaktadır. Yatay adalet, aynı gelir düzeyine ve eşit ödeme gücüne sahip bireylerin eşit oranda vergilendirilmesi; dikey adalet ise, farklı gelir düzeyine sahip bireylerin farklı oranlarda vergilendirilmesi gerektiğini ifade eder (Us, 2004: 11; Uruş, 2014: 135). Dolayısıyla adalet ilkesinin uygulanabilmesi için, ödeme gücünün belirlenmesi önemlidir. Ödeme gücünün belirlenmesinde, servet, gelir ve harcamalar ölçüt olarak benimsenmiştir. Bu ölçütlerden hangisinin öncelikli olarak belirleneceği ise, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik duruma göre şekillenmektedir (Aydemir, 1995: 42).

Vergilemede adaletli olunabilmesi için geliştirilmiş olan bu araçlarla ilgili yapılan tartışmaların büyük kısmını artan oranlı vergiler meydana getirmektedir. Artan oranlı vergilemenin temel gerekçesini de, neo-klasik iktisatçıların geliştirdikleri, "gelir arttıkça, marjinal faydası azalır" hipotezi oluşturmaktadır (Yılmaz, 2006: 243).

1.5.3.2.Faydalanma İlkesi

Bu ilkeye göre kişiler, ne kadar kamu mal ve hizmetinden yararlanıyor ise bu yarar ölçüsünde kamu harcamalarının finansmanına ortak olurlar. Eğer bireyler eşit seviyede devlet hizmet alıp, fayda sağlıyorsa, o kadar da eşit oranda vergi öder. Herhangi bir hizmet almıyorsa da, herhangi bir vergi ödemesi de söz konusu olmayacak ve muaf tutulacaktır. Lakin Türkiye’de böyle bir durumdan bahsetmemiz olası gözükmemektedir. Her birey kamusal hizmetten yarar sağlar ama bunu ölçmek de imkânsızdır. Şerefiye, harç ve resim gibi kamu gelirlerinin bazılarında kısıtlı da olsa bu ilkenin uygulanması mümkündür.

Faydalanma ilkesi, aynı seviyede kamu hizmetinden yararlanan kişilerin aynı oranda vergi ödemesi (Yatay Eşitlik), farklı seviyede hizmetten faydalananların daha yüksek oranda vergi ödemesi (Dikey Eşitlik) halinde gerçekleşebilir. Yani vergiler bireyler arasında herkese açık bir biçimde sağlanan hizmet ve mallardan kazandıkları faydalarla ilişkili olarak paylaştırılmalıdır. Buna göre, hizmetten yararlanmayanlar, bu hizmetin sağlanması için ihtiyaç duyulan vergiden de muaf tutulmalıdırlar.

Adam Smith ve diğer bazı kamu maliyesi teorisyenleri tarafından bu ilke vergi sistemleri yapılandırılırken önerilmiş ve ilkel bir yapıda olan kamu maliyesinin o dönemlerinde kısmen uygulama alanı bulmuştur. Fakat son dönemde bu ilkenin uygulama alanı sınırlandırılmıştır.

1.5.3.3.Ödeme Gücü İlkesi

1982 Anayasası’nın 73. maddesinin 1. fıkrasında açık bir şekilde bulunan “Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, malî gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür” ifadesi, bütün bireylerin mali güçlerine göre vergi ödemek ile mükellef tutulmuş olduğunu göstermektedir ki bu ilke, mali güç ya da ödeme gücü ilkesi biçiminde ifade edilir. Bireyin; kendisi ve ailesinin hayatını devam ettirebilecek gelirinin üstündeki gelir kısmını ifade eden vergi ödeme gücü, vergi uygulaması için gerekli olduğu gibi erişilmesi zor bir niteliğe sahiptir. Bu bağlamda maliye biliminde ödeme gücüne ulaşmada artan oranlı vergileme, en az geçim indirimi, ayırma ilkesi gibi tekniklerden yararlanılmaktadır (Beşel, 2015: 5).

Bu ilke gelir dağılımında adaleti sağlamaya yöneliktir ve vergi yükünün, yükümlü bireyler arasında adaletli bir şekilde bölüştürülmesini, vergilemede

mükelleflerin ödeme gücünün göz önünde bulundurulması esas alır. Ödeme gücünün belirlenmesinde ise, bireyin geliri, serveti ve harcamaları göz önünde bulundurulur (Uruş, 2014: 135; Doğru Binokay, 2010: 42).

1.5.3.4.Eşitlik İlkesi

Toplam vergi yükünün, mükelleflerin sosyal ve iktisadi durumları göz önünde bulunarak paylaştırılmasıdır. Vergi yükünün mükelleflere dağılımı neticesinde, mükellefler devlete karşı fedakârlık yapmış olacaklardır. Vergileme neticesinde mükelleflerin katlanmak zorunda kalacakları fedakârlığın belirlenmesi açısından, bazı ölçütler vardır (Kalenderoğlu, 2002: 60-61). Bunlar; eşit mutlak fedakarlık, eşit oransal fedakarlık ve eşit marjinal fedakarlıktır.

Bu ilke, vergi yükünün bireylerin ödeme güçlerine göre dağıtılmasını esas alır. Diğer bir ifadeyle eşitlik ilkesi, ödeme gücü açısından aynı olan bireylerin aynı vergilendirme koşullarına tabi tutulması (yatay eşitlik), ödeme gücü farklı olan bireylerin ise farklı vergilendirme koşullarına tabi tutulması (dikey eşitlik) gerektiğini ifade eder (Önal, 2006: 21).

Dikey eşitlik; Sosyal ve iktisadi durumları farklılık gösterenlerin farklı düzeylerde vergilendirilmesidir. Yatay eşitlik ise; iktisadi ve sosyal durumları birbirine benzer ya da aynı olanların aynı biçimde vergilendirilmesidir. Yatay ve dikey eşitlik ile vergi yükünün mükelleflerin ödeme güçlerine göre dağılımı sağlanır (Kalenderoğlu, 2002: 61).

1.5.3.5.Genellik İlkesi

Anayasamızın 73. maddesinin ilk paragrafında; "Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere mali gücüne göre vergi vermekle yükümlüdür" olarak yer verilmiştir. Bu madde de “herkes” kelimesi, ülkemizde vergide genellik ilkesinin anayasa ile güvence altına alındığını göstermektedir.

Vergi ödev ve haklarının herkese ait olduğunu belirten ilkedir. Buna göre herkes, dil, din, ırk, cinsiyet gibi ayırımlara bakılmaksızın, sosyal sınıf farkı gözetilmeksizin vergi ödemek zorundadır. Ülkede yaşayan vatandaşlar ve yabancılar ile yurtdışında yaşadığı halde ülke içinde ekonomik faaliyette bulunanlar veya servet sahibi olanlar vergi mükellefiyetini yerine getirmekle yükümlüdür (Yücebaş, 2014:

33). Bu ilkeye göre toplum bireylerinin tamamı vergi yüküne ortaktır (Akdoğan, 2011: 203)

Vergilemede genellik ilkesi başlıca şu sonuçları doğurmaktadır (Erginay, 1998: 44);

• Bir ülkede bulunan vatandaş ya da yabancı olsun herkes, belli sınırlar içerisinde vergi verir.

• Dışarıda oturan yabacılar da, ülkenin devamlı veya geçici olarak elde ettiği gelirler ve ülkede bulunan mal ve mülkleri dolayısıyla vergi ödemek zorundadır.

Vergi sisteminde muafiyet uygulaması bulunması genellik ilkesiyle ters düşmez. Bu ilke tarihte Roma İmparatorluğu’nda toplumun bazı kesimlerinin vergi dışı bırakılması örneğinden yola çıkılarak oluşturulmuştur (Beşel, 2015: 5).