• Sonuç bulunamadı

Türkiye’de Ataerkil Açıdan Kadın ve Kadının Gelin, Eş ve Annelik

3.3. Ataerkil Yapılanmanın Gözünde Türk Toplumunda Kadınlık Rolleri

3.3.4. Türkiye’de Ataerkil Açıdan Kadın ve Kadının Gelin, Eş ve Annelik

Oral’ın “Yeryüzünün dengesi bozuk: Kadın cephesinde fazla sorumluluk;

erkek cephesinde fazla güç var.” (Oral, 2010, s. 24) söylemi öyle haklı ve yerine bir ifadedir ki. Toplumun oluşturduğu işbölümünü kadına ve erkeğe aynı adalet ile paylaştırmadığı görülmektedir.

Kadın ilk önce biyolojik sonra da sosyal bir kategoride yer almaktadır.

Kadının biyolojik düzlemden, grup düzlemine, oradan da sosyal düzleme taşıdığı ve sürekli nitelikte olan özelliği onun biyolojik özelliğidir. İnsan türlerinden bir diğeri de erkektir. Erkek de tıpkı kadın gibi bu biyolojik kategori olma özelliğini grup ve sosyal kategori düzlemlerine taşımaktadır. Kadın ve erkek biyolojik kadın/erkek olmaktan grup üyesi veya sosyal kişi olma boyutuna geçtikten, toplumsal hayatta kendilerine biçilen rolleri gerçekleştirmeye başladıktan sonra birbirlerinden oldukça farklı sayıda pozisyonda yer almaktadırlar (Çelebi, 1990, s. 4). Erkek, damat, eş ve baba; kadın ise gelin, eş ve anne.

Sancar’ın çalışmasında, erkeklerin erkekliklerinin inşa edilmesinde kadınların nasıl da etkili olduklarına dair veriler mevcuttur. Ona göre, erkeklerin değişmesine karşı onları bire bir kendileri zorlayan kadınlar olduğu gibi, erkeklerin yakınları olan kadınların yaşantılarına kendilerinin şahit olmaları da söz konusu istenilen değişimde etkili olmaktadır. Örneğin annesinin deneyimlerine şahit olmuş bir erkek katılımcının ifadeleri şu şekildedir:

“Babam, anneme hiç değer vermezdi… Hakikaten çok çektirdi babam zamanında anneme. Hiçbir zaman el kaldırmadı, bağırmadı ona; bağırmadı dediğim küfretmedi filan. Ama değer vermezdi, o çok kötü bir şey yani. En kötü şey, bunu ben de yaptım zamanında. Şimdi çok iyi fark ediyorum. Karşındakine değer vermemek. Yani karşındakine değer vermemek kadar adice bir şey yok. Yani dövmekten bin beter ediyorsun ona değer vermeyince. Yani bir şey söylüyor dikkate almıyorsun. Onun

94 konuştuğunu, onun yaptığını değerli kabul etmiyorsun ve küçümsüyorsun.” (Sancar, 2016, s. 276).

Kadınların hayatları boyunca karşılaştıkları engellemelerde bir kadının keşke erkek olsaydım, dediğine şahit olunmuştur ama bir erkeğin keşke kadın olsaydım, dediğine hiç şahit olunmamıştır. Bu durumun ana sebebi de kadınlığın alçaltılarak erkekliğin yüceltilmesidir. Toplum kadına sadece iki durumda aşağılanmayacağını söyler: Birincisi bir erkeğin karısı olmak ve ikincisi ise anne olmak (Atabek, 2008, s.

36). Bu iki durum da kadının kendisini geliştirmesiyle ilgili bir şey değil, kadının birey olarak değeriyle ilişkisi olduğunun bir örneğidir.

Kadınların içinde yaşadıkları ve kendilerini ait hissettikleri topluluklarda ötekiler olarak ayrıştırılarak ve sınırın kültüre uygun davranışlar temel alınarak çizilmesi aslında bir taraftan onları tutsak etmekte ve kadınların vatandaşlık haklarını ellerinden alarak geçersiz hale getirmektedir (Kandiyoti, 2015, s. 17). Kadınların kendilerine çizilen sınırlar içinde, biçilen roller doğrultusunda, hadlerini bildikleri bir çerçevede hareket etmeleri onları iyi, melek, fedakâr gibi vasıflara yüceltirken;

koyulan kalıpların dışına çıktıklarında ise kötü, fahişe, meşum ya da feminist olarak adlandırılmaktadırlar. Kadınlardan, erkeklerin onlar için çizdiği sınırlar içinde ve toplumun yine onlar için yazdığı senaryoları oynamaları istenmektedir.

Belirtmekte fayda var ki, günümüzde hala ataerkil yapının etkili olduğunun ayrımına varmak gerekmektedir. Asıl olarak kadının mevcut konumu geleneklerin de desteğiyle evi, eşi ve ailesinin üzerinden belirlenmektedir (Özbudun, 1994, s. 19).

Ataerkil sistemin yapısında, kadını anlatan simgeler kadınlar tarafından oluşturulmamaktadır. Bu dünya, erkeklerin dünyası olduğundan dolayı kadına dair oluşan kültür dünyası da erkeklerin fikirleri çerçevesinde şekillenmektedir. Bilinen kadın kavramı aslında erkeklerin oluşturduğu ve kendilerinin ihtiyaçlarına cevap verebilecek nitelikteki bir kadın figürüdür. Erkeklerin hissettiği bu ihtiyaçlar, kadınların başkalığından dolayı ortaya çıkan bir korkunun neticesidir (Millet, 2018, s. 83,84). Hakeza bu şekilde bir kadın kavramının var olması dahi ataerkil düzenin inşa edilmiş olduğunu, erkeğin sadece kendisini insan kategorisinde konumlandırdığını bu noktada da kadını başka, öteki ya da yabancı şeklinde nitelendirdiğini göstermektedir

Yüzyıllardır devam eden kadının ikincil konumu meselesi “Kadın ikinci sınıf dünya vatandaşıdır” söylemiyle özetlenebilmektedir. Bu durum her zaman tam da

95 burada olduğu gibi, açık seçik şekilde dile getirilmese de uygarlık kavramı gereğince, bunun tam tersinin olduğu ileri sürülse de bugün bulunanlar, ortaya konulmuş somut realiteler bu söylemin o zamandan bu zamana benimsenerek devam ettiğini göstermektedir (Oral, 2010, s. 50). Hepsi olmasa da kadınların birçoğunun ikincil konumda olduklarının farkında ve kabulünde oldukları görülmektedir.

Aslına bakılırsa erkeklerin eril oluşları, her zaman kırılgan ve şüpheci bir durumdaydı (Berktay, 2018, s. 142). Fakat tarihsel süreçte, kadınların da erkeklerin de içinde yaşadıkları toplum, dâhil oldukları sınıf, mensubu oldukları dinsel cemaat sebebiyle tarihsel gelenekten dışlanmışlıklarına çok kez şahit olunmaktadır fakat neredeyse hiçbir erkeğin sadece cinsiyeti nedeniyle dışlandığına rastlanmamaktadır.

Ama kadınlar tarafında durum hiç de bu şekilde tezahür etmemekte; onlar neye/nereye ait olurlarsa olsunlar sadece cinsiyetlerinden dolayı ayrımcılığa, dışlanmaya, ikincilleştirilmeye maruz bırakılmaktadırlar. Böylece de tarihin oluşumu süreçlerinde her ne kadar aktif rol almış olsalar da tarih yazma ve yazılan tarihi yorumlama aşamasında yer alamadıkları için kendi tarihlerini bilmeleri engellenmiş olmaktadır (Berktay, 2018, s. 21). Kadın hala kendi kendisinden sorumlu olan, kendi planlarını kendisinin yaparak yolunu çizebilecek bir insan konumuna erişememiştir.

“İnsanlığın tarihi, erkekliğin tarihi” olmaya devam etmektedir (Meriç, 2012, s. 268).

Eğer ki kadınlar içinde bulundukları durumun farkına varıp kendilerini yetiştirmezlerse, mevcut sisteme karşı sessiz kalmaya devam ederlerse tarihte ve toplumda belki de sadece birer gölge olarak kalacaklardır.

96 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

ARAŞTIRMA BULGULARI VE TARTIŞMA 4.1. Bulguların Analizi

Bu çalışmada kullanılan nitel yöntem tekniği olarak yarı yapılandırılmış mülakat sorularının cevaplarına ilişkin sonuçlar öncelikle analiz kısmında katılımcılar betimlenmiştir. Teknik olarak kullanılan yarı yapılandırılmış mülakat ile gerçekleştirilen görüşmeler 13 Ocak 2019 - 27 Nisan 2019 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. Bu kısımda, belirtilen tarihler arasında gerçekleştirilen mülakatların bulgularına yer verilmiştir. Sonrasında ise sorulara verilen cevapların araştırma problem cümleleri ile arasındaki bağlantılar ortaya konulmaya çalışılmıştır.

Mülakat yapılan katılımcıların demografik özellikleri bağlamında sorulara verilen cevapların analizi oluşturulmuştur. Mülakat tekniğinin yarı yapılandırılmış olması görüşmelerin bu bağlamda yüz yüze yapılmasından dolayı cevaplarla sınırlı kalınmamasına ve görüşmecilerin tepkilerinin de yorumlama yöntemiyle değerlendirilmesine olanak sağlamıştır.