• Sonuç bulunamadı

3.2. Ataerkil Yapıda Aile ve Fonksiyonları

3.2.1. Ataerkil Yapılanmada Kadının Rolü ve Fonksiyonları

Simone De Beauvoir, İkinci Cins adlı kitabında, “kişi kadın doğmaz, kadın olur” demektedir. Bu cümleyle onun ifade etmeye çalıştığı şey, hiç kimsenin toplumsal cinsiyetle dünyaya gelmediği, doğumla ölüm arasındaki süreçte sürekli öğrenme neticesinde kazandığı, kültürün olduğu her yerde var olan bir anlamlar dizisi olduğudur (Butler, 2018, s. 191). Kadın, biyolojik olarak her ne kadar kadın olarak doğmuş olsa da onu asıl kadın haline dönüştüren toplumun bizzat kendisidir.

Toplum içinde kadının yerinin, cinsiyeti temel alınarak tanımlanır duruma geldiği görülmektedir. Bu doğrultuda kadınların toplum tarafından kendilerine atfedilen geleneksel rollere evetleyici bir yaklaşım ve tutum içerisinde bulunmaları gerekmektedir (Çelebi, 1990, s. 21). Erkekler, ekonomik gücü ellerinde bulundurduklarından dolayı kadınlar üzerindeki bütün kısıtlayıcı ve sınırlayıcı baskı mekanizmalarını meşru kılmaktadırlar (Akyıldız Ercan, 2014, s. 40). Böylece üstün konumda yer alan erkek daha imtiyazlı yerleri ve makamları ele geçirmekte, hayatta göze gönle daha hoş daha zevkli gelen şeyleri hep kendisine ayırmakta, kadınlara da işlerine gelmeyen, sıkıcı, yorucu faaliyetleri bırakmaktadırlar (Yörükan, 2017, s. 94).

Bu ve bunun gibi davranışlar erkeklerin nasıl da kadınlardan daha üstün bir konumda olduklarını göstermektedir.

Sosyalist feministler, evlilik kurumunun ekonomik ve siyasal boyutları üzerinde durmaktadırlar. Bunun yanında kadınların evlerinin içinde yaptıkları işlerin ve gerçekleştirdikleri çalışmaların neticesinde onlara bir karşılığın verilmemesinin

64 bir anlamda kölelik anlamına geldiğini ifade etmektedirler (Caner, 2004, s. 127).

Sağcı kadınlar olarak nitelendirilen kadınlar, kadının aile dışına itilmesinin onları güçsüz ve savunmasız, erkekleri de daha sorumsuz kıldığını savunmaktadırlar (Kandiyoti, 2015, s. 16). Toplumsal bağlamda aşağı olarak kabul edilen bazı işler bir erkek tarafından yerine getirildiğinde zor ve asil şeklinde ifade edilirken, aynı işler bir kadın tarafından yerine getirildiğinde kolay ve kıymetsiz olarak ifade edilmektedirler (Bourdieu, 2018, s. 80). Kadınların eyledikleri işler hafif iş olarak nitelendirilmektedir fakat bu hafif işler zihinde ciddi bir gerilime ve bedende de ciddi bir yorgunluğa sebep olmaktadır (Mitchell, 1985, s. 177). Buna rağmen kadınların ne ev içinde ne de ev dışında yaptıkları işler erkeklerin bakış açısında basit bir yerdedir ve kadın ne yaparsa yapsın ne kadar iş yüklenirse yüklensin, bu bakış açısı değişmemektedir.

Romantik aşk kavramı, erkeğin istismar etme özgürlüğüne sahip olduğu bir duygusal yönetim aracı konumundadır. Bu kavram aynı zamanda toplumsal hayat içinde kadının asıl mevcut durumunu ve ekonomik açıdan da ne derece bağımlı olduğunu gizlemektedir (Millet, 2018, s. 67,68). Ataerkil kültür yapısı içindeki birçok kişi bilir ki, aşk meselesi bireyin aklını başından alarak onu bilinçsiz, bedenini güçsüz kuvvetsiz, mantığını kontrolsüz bırakmaktadır. Tam bu noktada feministler, bu aşk meselesinin ataerkil yapıdaki ataerkil erkek ve ataerkil kadının çıkarlarına ne şekilde etki ettiğine işaret etmektedirler. Anlaşılan o ki aşk, bireyin kalbinde duyduğu muhabbet ve hissettiği sevgi için her şeyi yapabileceği iddiasını haklı çıkarmaktadır. Onların dilinde tutku cinayeti olarak anılan kavram, birilerine rahatlıkla hakarette bulunmak, hareketlerini kısıtlamak, dövmek hatta ve hatta hayatına son vermek; tüm bunların savunması olarak da “o kadını o kadar çok seviyordum ki öldürmeliydim” diyebilmek boyutuna getirilebilmektedir. Ataerkil kültürde âşık olmak bir anlamda âşık olunan kişiye sahip olmak, onun üzerinde tahakküm kurmak ve âşık olunana karşı boyun eğmek demektir (Hooks, 2016, s.

123,124). Ataerkil değerler dizisi içindeki kadın kendisine biçilen toplumsal cinsiyeti gereği nazik, saygılı, sevecen, sessiz, marifetli, hoşgörülü, itaatkâr, güler yüzlü, dişi kuş, korunmaya muhtaç olan ve bakım hizmetlerini yerine getiren gibi özelliklerle ilişkilendirilirken; erkek ise koruyan, itaat edilen, bakım hizmetlerini alan, güçlü, cesur, atılgan ve ekmek getiren gibi kavramlarla ilişkilendirilmektedir.

65 Rousseau’nun görüşüne göre ise, kadınlar yetiştirilirlerken erkeklere bağımlı olacak biçimde yetiştirilmelidirler. Erkekler kimseye bağlı olmadan tek başlarına var oldukları, kendileri özgür ve değerli birer birey oldukları halde, kadınlar ancak ve ancak erkeklerle bir etkileşim içerisine girdiklerinde, anlam ve değer kazanmaktadırlar. Bundan dolayı, eğitilirlerken asıl öğrenmeleri gereken şeyin erkekleri nasıl memnun etmeleri gerektiği hususu olmalıdır. Kadınlar, eşleriyle onların gönüllerini hoş edecek ve zekice konuşmalar gerçekleştirebilecek biçimde eğitilmelidirler. Yoksa erkek evde olmaktan, orada vakit geçirmekten zevk duymayacaktır. Ama tüm bunlara rağmen kadın tamamen bağımsız fikirler edinecek kadar iyi eğitilmemelidir. Eğitilmesindeki amaç, kadının kocasına karşı hoş görünmesi ve çocuklarını iyi bir şekilde yetiştirebilmesi içindir. Rousseau kadının doğuştan zayıf, edilgen, utangaç, ussal olarak aşağı olduğunu, bu özelliklerin ise erkeklere karşı olan ödev ve sorumluluklarını yerine getirmekte kolaylaştırıcı ve sürekli kılıcı olmasını sağladığını düşünmektedir (Arat, 2017, s. 60,61). Kadının, erkeğini evde tutmayı becerebilmesi, onu ruhen beslemesi, ona güzel görünmesi ve üzerine düşenleri layıkıyla yerine getirmesi gerekmektedir. Aksi halde erkek zaten kendisine yetebilmekte bir başkasına ihtiyaç duymamaktadır, bundan dolayı elde tutulması daha da zorlaşmakta ve kadının payına daha fazla sorumluluk düşmektedir.

Toplumsal hayatta kadını edilgen, erkeği etken olarak gösteren örneklere hem görsellerde hem de metinlerde şahit olunmaktadır. Bu örneklere baktığımızda daha fazla emek gerektiren işlerin kadınlara yüklendiği görülmektedir. Ders kitaplarında para ile satın alınan ve direkt kullanıma hazır olan şeyleri baba karakteri alır. Anne karakteri ise para ile alınmasına rağmen farklı işlemlerden geçirilerek kullanıma hazır olacak malzemeleri hazır hale getirmektedir (Gümüşoğlu, 2016, s. 40,82).

Burada söz konusu olan durum kadının yaptığı işlerin hizmet kategorisine indirgenerek, erkeğin yaptığı işlerin de üretim kategorisine çıkarılmasıdır. Bu bölünme, diğer tüm bölünmelerde olduğu gibi eşitsizlik temeline dayanmaktadır (Mitchell, 1985, s. 195). Bu eşitsizlik kadın ve erkek arasındaki ayrışmayı da ayrımcılığı da beraberinde getirmekte ve ücretsiz iş gücüne örnek oluşturabilecek yeni bir madde daha eklemektedir.

Sosyalist feminizmde, bir kadının asıl kimliğinin eş ve anne olması üzerinden tanımlandığını belirten, eşine bağlı, kendini çocuklarını yetiştirmeye adamış dişi kuş anlayışı yüceltilerek tekrardan gün yüzüne çıkarılmaktadır (Arat, 2017, s. 71,72).

66 Anne hem mutfakta, hem mutfak haricinde çoğu zaman çocuğunu ya da kocasını kapıdan uğurlarken ve döndükleri zaman karşılarken, hatta evin içinde bütün gün mutfak önlüğü üzerinde gezmektedir. Annenin üniforması oluyor adeta mutfak önlüğü. Ders kitaplarında resmedilen anne figürünün üniforması olarak nasıl ki mutfak önlüğü seçilmekteyse, babalar için de gazete seçilmektedir. Hemen hemen her baba figürünün elinde gazeteyi görmemiz muhtemeldir. Eğer ki resim bir dinlenme anından kesit sunuyorsa orada annenin elinde örgü, babanın elinde de gazete vardır. Mutfak önlüğünü çıkardığı andan itibaren annenin yeni aksesuarı örgü olmaktadır (Gümüşoğlu, 2016, s. 71,125). Yani ders kitaplarında anne figürünü önlüksüz ve örgüsüz (fedakâr), baba figürünü de gazetesiz (bilge) görmek pek de mümkün değildir.

Hiyerarşinin merkez noktasında ev işleriyle ilgili yapılması gerekenler bulunmaktadır ve bu işleri yapanlar sırasıyla önce anne, sonra baba, en sonda da çocuklar sorumlu gösterilmektedir. Gördüğümüz haliyle kadın-erkek ayrımı yapılmaması gerektiği söylenilen yerlerde dahi ayrımcılık bütün netliğiyle fark edilmektedir (Gümüşoğlu, 2016, s. 41). Cinsiyete dayalı işbölümü, sadece o işin insanlar arasında paylaştırılması demek değildir (Connell, 2017, s. 157). Ev içinde gündelik hayatı devam ettirebilmek için yapılması gereken işler vardır. Yatakların toplanmasından yemek yapılmasına, çamaşırların yıkanmasından ütü yapılmasına, temizlik yapılmasından çöplerin atılmasına kadar birçok çeşitlilikte farklı iş mevcuttur. Bu işlerin yapılmalarının sıklığı ve türü haneden haneye değişse de ortak olan işler bellidir ve olmazsa olmazdır. Ama burada değişmeyen durum, bu işlerin yapılması konusunda her ne kadar eşit sorumluluk ve rol dağılımından bahsedilse de işler genellikle geleneksel anlamda kadının görevi olduğu düşünüldüğü için ona bırakılmaktadır (Yaşın Dökmen, 2009, s. 194). İlginç olan da şudur ki, bu ev işleri kadınların kendileri tarafından dahi gerçek sayılmamakta ve kendi üzerlerine vazife olarak görülmektedir.

İlk ezenler ve ezilenler ilk iş bölümü zamanında ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte ilk iş bölümü kadın ve erkek arasında gerçekleşmiştir. Ve yine ilk ortadan kaldırılması gereken de öncelikle egemenlik şekli olmalıdır (Mitchell, 1985, s. 124).

Erkekler hep kadınlar üzerinde baskın olmak ve üstünlük sağlamak için çabalarlarken buna karşılık kadınlar da erkeklerin sahip oldukları ayrıcalıklardan ötürü şikâyet etmektedirler (Adler, 1999, s. 11). Kadınların bu serzenişleri dikkate

67 alınmamakta, kadın da genellikle bir zaman sonra içerisinde bulunduğu durumu mecburen kabullenmek zorunda kalmaktadır.

Sonuç olarak aile içinde kadının statüsü aile içi süreçler tarafından belirlenirken, erkeğin statüsü aile dışı süreçlerce belirlenmektedir. Bundan dolayı kadın ilk önce eş, ev hanımı ve anne konumundayken; erkek de para kazanan ve eve ekmek getiren ve evin direği konumundadır.