10. GÜÇ MERKEZLERİ İLE BÖLGESEL ÖRGÜTLENMELERİN TÜRKİYE’NİN TEHDİT
10.1. Türkiye-Amerika Birleşik Devletleri İlişkilerinin Etkileri
11 Eylül terörist saldırıları sonrasında ABD-Türkiye arasında yaşanan gelişmeler, Türkiye üzerinde çok büyük etkiler yaratmıştır. ABD’nin Irak’a yönelik harekâtında kuzey cephesi için Türkiye topraklarının kullanılmasına yönelik talebinin TBMM’nde reddedilmesi ile ilişkiler büyük bir darbe almıştır.
Türkiye için Irak’a yapılacak harekâta yönelik olarak en uygun çözüm tarzı; ABD’nin savaş öncesi Irak’ta gerçekleştirmeyi plânladığı rejim değişikliğini BM kararı çıkartarak, Türkiye’de çok sayıda asker konuşlandırmadan, Irak’ı bölmeden ve Türkiye’nin Kuzey Irak’a yönelik hassasiyetlerine dikkat ederek halledilmesi olmuştur (Koç, 2003, 41). Ancak, dünyanın ve doğal olarak da Türkiye’nin ABD’nin boğucu gücüne direnişi işe yaramamış, Türk-ABD ilişkileri derinden etkilenmiş, daha da önemlisi Türkiye’nin Kuzey Irak’taki çıkarları yok sayılmıştır.
ABD’nin geleceğe yönelik plânlar ürettiği bölgelerin önemli bir kısmı Türkiye’nin yakın çevresi ve çıkar çevresi ile ilgilidir. ABD’nin dünya egemenliği mücadelesinde benzeri senaryolarla ABD ile karşı karşıya kalmak her zaman olasıdır. Bu nedenle muhtemel olaylara yönelik olarak, Türkiye’nin öncelikleri ve çıkarları paralelinde olası tehditlerin çözümünü içerecek hal tarzları ve alt yapının
oluşturulması, eğer mümkünse olayların çıkmadan önce önlenerek ABD ile karşı karşıya kalınmanın önüne geçilmesi gerekmektedir.
Önümüzdeki birkaç yıl ABD’nin Orta Doğu’da güç de kullanarak büyük dönüşüm projesini yaşama geçirebileceği bir dönem olacaktır. “ABD’nin Orta Doğu plânında Türkiye’nin ekonomik çıkarları ne ölçüde gözetilecektir?” sorusu ile “Amerikan plânlarında Kürtler’e ne tür bir rol belirlenmiştir?” sorusunun cevabı, Türkiye’nin ulusal güvenliğini en çok ilgilendiren konulardır.
Söz konusu soruların cevaplarının aranmasında ve güvenlik politikalarının oluşturulmasında, Türk-Amerikan ilişkilerinin Süleymaniye'deki Türk Özel Kuvvet Karargâhı'na yapılan Amerikan baskını ile geldiği nokta açısından da ele alınması gereklidir. Bu olayda yaşanan kriz aslında, Süleymaniye'de ABD ordusunun 173’ncü Hava İndirme Tugayı'na bağlı 4’ncü Piyade Bölüğü askerlerinin 11 Türk subayını kaçırmasından çok önce, Türkiye ile ABD arasında Irak Savaşı öncesinde süren mutabakat görüşmeleri sırasında başlamıştır. TBMM'nin 1 Mart 2003 tarihinde ABD’ye Irak Harekâtı için kuzeyden cephe açma imkanı verecek tezkereyi reddetmesi nedeniyle ABD, Irak harekâtından sonra Türkiye'ye karşı bilinçli bir baskı ve intikam politikası izlemeye başlamıştır. Türkiye'yi “cezalandırmak” amacı ile Türkiye’nin Kuzey Irak'ta ileri sürmüş olduğu bütün kırmızı hatlar Irak Kürdistan Demokrat Partisi (IKDP) ve Irak Kürdistan Yurtseverler Birliği (IKYB)'ne ihlâl ettirilmiş ya da ihlâl edilmesine ses çıkarılmamıştır. Bu politika, örtülü bir cezalandırma politikası olarak adlandırılabilir.
Süleymaniye'de gerçekleşen saldırı; (Özdağ, 2003, 14) uzun süre plânlanmış, muhtemel sonuçları analiz edilmiş ve birçok hedefe, bir saldırı ile ulaşmayı hedefleyen stratejik bir saldırıdır. Bu niteliği ile saldırıyı plânlayanlar, saldırı sonrası için de iç içe geçmiş bir dizi önlem geliştirmişlerdir. ABD'nin bu stratejik saldırıyı gerçekleştirmesinin temel nedenleri; Türkiye'nin bölgesel, bağımsız politika üretmesini önlemek, Türk Silahlı Kuvvetleri'ni Kuzey Irak'tan çekilmeye ve Amerikan denetimini mutlak kabule zorlamak, Türkmenlere Türkiye'nin kendilerini koruyamayacağı mesajı vermek, Türkmen Cephesi'ni Irak siyasetinden tasfiye etmek, müttefik olunan Kürt gruplara “yanınızdayız“ mesajı vermektir.
ABD'nin Süleymaniye'de gerçekleştirdiği stratejik ve psikolojik harekatın bazı siyasal sonuçları vardır. Stratejik ortaklığın ölümü, ABD'nin Türkiye'nin toprak bütünlüğü için tehdit olarak algılanması, AB-ABD seçenekleri arasında AB'nin öne geçişi, NATO'nun itibar kaybı, Türk-Amerikan ittifakının en güçlü halkası olan Silahlı Kuvvetler dayanışmasının zayıflaması, Türk-İsrail ilişkilerinin zayıflaması, yaygın bir anti-Amerikanizm, Türk halkında Türk Silahlı Kuvvetleri'ne karşı gizli kızgınlık ve güven kaybı bu sonuçlardan bazıları olarak açıklanabilir.
ABD’nin Irak Harekâtı öncesi ve sonrasındaki tutum ve davranışları ile sadece Türkiye’ye karşı değil, bütün dünyaya karşı aynı tavrı takındığı görülmektedir. ABD Başkanı’nın Irak’taki ihalelere katılmayan Almanya’nın itirazına ve Almanya Başbakanı’nın ihaleler için uluslar arası hukuka başvurulmasına ilişkin sözlerine verdiği “Uluslar arası hukuk mu? En iyisi avukatımı çağırayım” cevabı da, diplomatik anlamda ABD’nin yanında yer alan ülkeler hariç tüm dünyaya uygulamaya devam ettiği psikolojik baskının açıklamasıdır. ABD’nin 2002 yılında ortaya koyduğu “Önleyici Askerî Müdahale Doktrini”, Soğuk Savaş’ın çevreleme ve caydırıcılık siyasetinin yerini almıştır. Bu yeni doktrine göre ABD, kendini savunma hakkını kullanmak için tek başına hareket etmekten çekinmeyecektir. BM Güvenlik Konseyi ve NATO gibi Soğuk Savaş yıllarında kurulmuş uluslar arası yapılar, ABD’nin yeni doktrininin gereklerine uyum sağlayabildikleri ölçüde varlıklarını ve işlevselliklerini koruyabilecekler; ülkeler açısından bakıldığında ise, ülkeler ABD’nin yanında yer aldığı sürece “ötekiler“ sınıfına dahil edilmeyeceklerdir.
Yaşanan bütün olumsuz gelişmelere rağmen, mevcut statüsü ile tek süper güç konumunu önümüzdeki dönemde de sürdürecek olan ABD’nin, Orta Asya ve Hazar Havzası’na yönelik politikasını yakından takip etmek ve mümkün olabildiği ölçüde Türkiye’nin güvenliğine faydalar sağlayacak şekilde etkilemek gerekmektedir (Babaoğlu, 2003, 40).