• Sonuç bulunamadı

4. DÜNYA GÜVENLİK ANLAYIŞINDA TARİHİ SÜREÇ

4.1. Soğuk Savaş Dönemi Güvenlik Anlayışı

Soğuk savaş döneminin güvenlik anlayışı üç dönem altında açıklanabilir.

4.1.1. 1945-1960 Yılları Arasındaki Gelişmeler

İkinci dünya savaşı, Avrupa güvenlik çatısının oluşumunda önemli değişiklikler ortaya çıkarmıştır. Sistemin iki kutuplu yapısı, Avrupa’yı doğu-batı düzleminde ikiye ayırırken, tehdit olguları öncelikle bu düzlem esas alınarak tanımlanmış, kimlikler bu düzleme göre belirlenmiştir. Savaş sonrası Avrupa güvenlik mimarisini şekillendiren asli belirleyici savaştan galip çıkan Sovyet kızıl ordusunun konvansiyonel üstünlüğü olmuştur.

İkinci dünya savaşı sırasında ortaya çıkan nükleer caydırıcılık, Avrupa’nın kendi güvenliğini kendisinin sağlama olanağını önemli ölçüde sınırlandırmış ve tek nükleer güç olan ABD ile NATO şemsiyesi altında “kollektif” işbirliğine gidilmesini zorunlu kılmıştır. Böylelikle 4 Nisan 1949 tarihinde on batı Avrupa devleti ile Kanada ve ABD arasında imzalanan Kuzey Atlantik Anlaşması ile NATO kurulmuştur. Sovyetlerin askeri güçlerini aynen muhafaza etmesi ve komünist sistemi diğer devletlere yayma girişimlerinin giderek artması, barışın korunmasında ve istikrarsızlıkların önlenmesinde BM teşkilatının yetersiz kalışı NATO’nun kurulmasına neden olmuştur. Bu örgütün kuruluşu, bir anlamda “Batı Avrupa Birliği”nin savunma misyonunun işlevsiz duruma düşmesine sebebiyet vermiştir ( Yılmaz, 2001, 45 ).

Üye ülkelerin bağımsızlık ve toprak bütünlüğünü koruma amacıyla kurulmuş NATO’nun ilk yıllardaki uygulaması, üye ülkelerin sınırları dışındaki olaylara müdahale etmemek biçiminde olmuştur. 1949–1952 yılları, ABD’nin daha çok konvansiyonel kuvvetlere dayanan strateji oluşturduğu dönemdir. NATO bu

dönemde “Sovyet yayılmacılığını, bulunduğu sınırlarda durdurmak” esasını benimsemiştir. 1952–1967 yılları arasındaki NATO stratejisi ise, “Topyekûn Nükleer Karşılık Stratejisi” olmuştur. Bu strateji, her türlü saldırıya karşı tüm nükleer silahlarla karşılık verilmesi anlamı taşımış ve stratejinin caydırıcılığı henüz SSCB’nin nükleer silahlar geliştirmediği algılaması üzerine kurulmuştur. Bu dönemdeki batı Avrupa örgütlenmesi ise, hiç kuşkusuz doğu-batı dengesi çerçevesinde belirlenmiş ve bu çerçevede de bir yandan Sovyet tehdidi, diğer yandan da Amerikan korumacılığı olarak iki tür baskı altında kalmıştır. Bununla birlikte, BAB’ın 1954–1973 yılları arasında üç alanda etkili olduğu ileri sürülebilir. Bunlar; Federal Almanya’nın NATO’ya katılması, silahların denetimi konusunda batı Avrupa ülkeleri arasında karşılıklı güven yaratılması ki bu çerçevede 1954 yılında silahlanmayı denetleme ajansı (ACA) kurulmuştur ve İngiltere’nin AET ile ilişkilerini geliştirmesi yolunda çaba gösterilmesi biçiminde özetlenebilir (Sever, 1997, 46).

4.1.2. 1960-1990 Yılları Arasındaki Gelişmeler

SSCB 1960’larda nükleer gücünü tesis etmiş ve bu durum iki tarafı nükleer bir savaşa sürükleyebilecek riskler taşır duruma getirmiştir. Gelişmeler üzerine Belçika savunma bakanı Harmel, 1967 yılında NATO konseyine bir rapor sunmuş ve NATO stratejisinin değiştirilmesini önermiştir. Rapor doğrultusunda NATO, 1967’de doğrudan savunma, kontrollü tırmanma ve genel nükleer karşılık aşamalarını içeren “Esnek Mukabele Stratejisi”ni benimsemiştir. Bu strateji 1991 yılına kadar yürürlükte kalmıştır (Torumtay, 1996, 55 ).

1960–1968 yılları arasındaki olayların önemli sonuçlarından birisi, 1969 Lahey zirvesinde Avrupa’nın siyasal işbirliği kararı almış olmasıdır. 1970’li yıllar ise sıkı iki kutuplu sistemin gevşemeye başladığı, ancak Avrupa dışı alanlarda ciddi çatışmaların ortaya çıktığı bir dönemi açıklamaktadır. Sovyetler birliğinin “Barış içinde bir arada yaşama” politikasının bir uzantısı olarak önerdiği Avrupa güvenlik projesi, Avrupa’da “Avrupa güvenlik konferansı” oluşturulması fikrini ateşlemiştir. Avrupa güvenlik ve işbirliği konferansı Avrupa güvenliğinin iki kutup arası işbirliğine dayandırılmasını esas almıştır. 1975 Helsinki deklarasyonu ile güvenlik kapsamı

içerisine insan hakları, temel özgürlükler, ayrımcılık yapılmaması gibi konular da girmiştir. Böylece, Avrupa’nın güvenlik ve savunma kimliği liberal demokrasinin temel ilkeleri ile anlamlandırılmaya başlanmıştır.

1970’li yıllar, bir yandan yumuşama sürecinin geliştiği, ancak öte yandan önemli krizlerin de yaşandığı yıllar olarak şekillenmiştir. Brejnev’in bu dönemin başında giriştiği Detant politikası 1974 sonrasında üçüncü dünya devletlerinde yaşanan “devrimler” ile zarar görmüş; bu dönem Arap-İsrail savaşı, petrol krizi gibi krizlerle ve silahlanma yarışıyla sonuçlanmıştır. Özellikle 1970’lerin sonlarındaki güvenlik tartışmalarının odağını da, doğu-batı askeri güç dengesi almıştır. Hem stratejik, yani doğrudan ABD ve Sovyetler arasında karşılıklı kullanılabilecek olan, hem de ister bir ülkeden diğerine orta menzilli atışlarla, isterse daha kısa cephe atışlarından olsun Avrupa kıtasında kullanılmak üzere olan nükleer silahlar, Avrupa güvenlik stratejilerinde önemli bir yer işgal etmiştir. 1979 yılında Cruise ve Pershing füzelerinin Avrupa’ya yerleştirilmesi kararı alan NATO’ya karşılık SSCB de 175 adet SS-20 füze bataryasını aynı coğrafyaya yerleştirmeye başlamış ve bu gelişme, Avrupa’da nükleer gerilimi arttırmıştır. Ancak, silahlanma 1980’lerde artık her iki taraf için de oldukça maliyetli bir hal almış ve bir tür “azalan verim” etkisi yaratmıştır. Bu durum, ABD’deki başkanlık seçimleri ile birleşmiş ve bu ülkenin yeniden güçlendirilmesi eğilimlerini ön plana çıkartmıştır. SSCB’ deki değişim sürecinin başlangıç yılları ve NATO müttefiklerinin tutumları da buna uygun zemini hazırlamıştır ( Torumtay, 1996, 58 ).

Uluslararası sistemdeki iki kutuplu yapı 1980’lerin ortalarından itibaren değişmeye başladıysa da, Avrupa güvenlik stratejilerine ilişkin politikaların tanımlanması, ancak 1990’ların başında daha net çizgilerle netleşmeye başlamıştır. 21–22 Kasım 1990’da Paris’te gerçekleştirilen AGİK toplantısına katılan 34 ülke, bir yandan AKKA antlaşmasını imzalarken, bir yandan da Paris Bildirgesini ve Karşılıklı Saldırmazlık ilanını yayınlayarak iki kutuplu sistemin resmen bittiğini tescil etmiştir. Tam bu dönemde, Avrupa’nın, özellikle Almanya’nın bölünmüşlüğünün ortadan kalkması nedeniyle, Avrupa ülkeleri açısından güvenlik konularının yeniden düzenlenmesi ihtiyacı ortaya çıkmıştır.