8. TÜRKİYENİN JEOPOLİTİK KONUMU VE ETKİ ALANLARININ GÜVENLİK
8.3. Ortadoğu Bölgesinin Türkiye Açısından Stratejik ve Jeopolitik Önemi
Dünya petrolünün % 62’sinin üretildiği Orta Doğu yıllardır çıkar çatışmalarının odak noktası olmuştur. Coğrafi olarak Asya, Avrupa ve Afrika kıtaları arasında bir kavşak noktası olan bu bölge aynı zamanda birbirinden farklı çok sayıda etnik, kültürel ve dinsel öğelerin de bir arada bulunduğu bir bölge olması itibariyle ayrı bir özellik taşımaktadır.
Orta Doğu’yu güç odaklarının hedefi haline getiren nedenler şunlardır; üç kıtayı birleştiren kara-hava-demiryollarının düğüm noktası olması, önemli stratejik hammaddelerden birisi olan petrolün Dünya rezervinin 2/3’nin burada bulunması, petrol ve doğal gaz boru hatlarının bu bölgede yoğunlaşması ve tek tanrılı üç büyük dinin merkezinin burada olmasıdır (Kocaoğlu, 2003, 167).
Türkiye ve İsrail’in, bu bölgenin demokrasi ile idare edilen iki ülkesi olduğu şüphesizdir. Ancak demokrasinin otomatik olarak siyasal ve kurumsal istikrarı beraberinde getirdiği de söylenemez. Her iki ülkede de, demokrasi inişsiz ve çıkışsız olmaktan uzaktır ve her biri istikrarsızlık doğuran değişik faktörlerden etkilendiği gibi bölgede meydana gelen tüm olumsuz gelişmeler, doğrudan ya da dolaylı olarak bu ülkeleri çok yakından etkilemektedir.
Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın “modernleşme, Batı’ya yönelme ve uluslar arası platformda terörist devlet statüsünden kurtulma” yönünde bir politika izlemeye başlaması, Suriye'nin Batı ile olan ilişkilerinin gelişmesine yardımcı olabileceğinden dolayı, Türkiye'nin Suriye için önemi daha da artacaktır. Beşşar Esad yönetiminin, Hafız Esad döneminde bölgede oluşan güç dengelerini değiştirecek bir uygulamaya gitmesi şimdilik pek mümkün gözükmese de, Türkiye ve Yunanistan ile olan politikalarında Türkiye'den yana bir değişime yönelebileceği değerlendirilmektedir. Türkiye-İsrail ilişkilerinin gelişmesi ve Türkiye'nin Suriye'ye ile iyi ilişkilere sahip olması, Yunanistan'ın Orta Doğu'daki hareket kabiliyetini sınırlandıracağı öngörülmektedir.
Günümüzde “Orta Doğu” adı ile “terör” sözcüğü neredeyse özdeşleşmiştir. Bunun sebebi bölgedeki tüm ülkelerde terörist örgütlerin yoğun şekilde faaliyette bulunmalarıdır. Terör örgütlerine bu imkânı verenler de şüphesiz bölge ülkeleridir. Demokrasi eksikliği, çağ dışı yönetim sistemleri, ekonomik geri kalmışlık radikal akımların gelişmesine uygun bir ortam hazırlamaktadır. Ancak daha önemlisi, bazı bölge ülkelerinin terörizmi ve terörist örgütleri uluslar arası hukuku hiçe sayarak temel bir siyaset aracı olarak görmeleri ve kendi çıkarları doğrultusunda kullanmalarıdır.
İran, mevcut konumu ve ilişkileri ile gerek Orta Doğu gerekse Kafkasya da güvenlik ve istikrarın belirlenmesinde kilit ülkelerden biridir. Bugün Batı'ya kapalı
rejimine rağmen dünyanın en önemli enerji kaynaklarına sahip ülkelerinden biri konumundadır. ABD'nin Orta Doğu, Kafkaslar ve Doğu Akdeniz’de İsrail ve Türkiye ile işbirliği yapması karşısında İran da RF, Ermenistan ve Yunanistan ile yakın bir işbirliği içerisine girmiştir. Rusya ve İran arasında sadece ekonomik ve ticari değil, askerî alanda da yakınlaşma yaşanmaktadır. Son dönemde Rusya'nın nükleer silâh teknolojisini İran'a aktardığı basında sıkça gündeme gelmektedir. Güçlü bir Türkiye, Yunanistan'ın Ege ve Kıbrıs'a yönelik politikalarını etkileyebileceği gibi İran’ın Kafkaslar, Orta Doğu ve Orta Asya'daki etkinliğini de önemli ölçüde sınırlandırabilecektir. Bu nedenle Yunanistan ve İran ortak düşmanları olarak gördükleri ülkemizi, güçsüz duruma düşürmek için ülkemize yönelik terör örgütlerini her dönemde destekleye ve işbirliği yapmaya devam edecektir.
Bölgede etkili olan ve geleneksel politikasından vazgeçmeyen RF ise Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'ne yaptığı silâh satışı ile hem kendisine ekonomik bakımdan avantaj sağlamayı hem de uluslar arası sahnede diplomatik ve askerî gücüne katkıda bulunmayı hedeflemektedir. Bu yönde Rusya'nın, Kıbrıs ve Ege sorunlarında arabulucu rolü oynama imkânı bulamasa bile elde edeceği stratejik avantajı Türkiye ve Batı'ya karşı kullanma amacında olduğu değerlendirilmektedir. Rusya, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile ilişkilerini geliştirerek Türk- Yunan uyuşmazlığının çözümünde söz sahibi olmak ve NATO müttefikleri arasında bölünmeler yaratmayı planlamaktadır. Yunanistan'ın ise Rusya ile işbirliğini geliştirerek, Türk-Yunan sorunlarına destek sağlamayı ve Rusya üzerinden Kafkaslar ile Orta Asya'ya açılmayı hedeflediği düşünülmektedir.
Tüm bu gelişmelerin ışığı altında Türkiye’nin Orta Doğu politikasının üç temel yaklaşım üzerine yapılandığı görülmektedir. Bu yaklaşımlardan birincisi; bölgeden kaynaklanan tehdit veya risk faktörlerine göre millî güvenlik ihtiyaçlarımızın karşılanmasıdır. Bu amaçla şunlar ileri sürülmüştür (Kocaoğlu, 2003, 16).
(1) Türkiye’nin güvenlik ihtiyaçlarına yönelik bölücü terör örgütüne bölge ülkelerinden sağlanan desteğin kesilmesi,
(3) Lâik devlet düzenimizi yıkmaya yönelik dini rejim ihracının önlenmesi, (4) Irak’ın toprak bütünlüğünün korunarak bölgede bağımsız bir Kürt devletinin oluşumunun engellenmesi,
(5) Sınır aşan sularla ilgili düzenlemelerin hak ve menfaatlerimize uygun şekilde yapılması,
(6) Bölgedeki Türk azınlıkların haklarının korunması,
(7) Komşu ülkelerin Türkiye üzerindeki bölücü emellerinden vazgeçirilmesi ve Türkiye aleyhine ittifak içine girmelerinin önlenmesi gerekmektedir.
İkinci yaklaşım; genel anlamda bölgede barış ve istikrarın sağlanmasına katkıda bulunulmasıdır. Orta Doğu’da barış ve istikrarın sağlanarak bölgede işbirliği ortamının tesisine yönelik, Orta Doğu Barış sürecinin Filistinlilerin de kabul edebileceği bir anlaşma ile sonuçlandırılması, Irak’ın toprak bütünlüğü sağlanarak demokrasi yönetimine geçmesi, Orta Doğu’da AGİT gibi bir organizasyonun oluşturulması ve bölge ülkelerinin demokrasiye yönlendirilmesi gerekmektedir.
Üçüncü ve son yaklaşım ise, bölge ülkeleri ile karşılıklı ticaret hacminin artırılması gerekmektedir (Kocaoğlu, 2003, 19). Ülkeler arasındaki ekonomik ilişkilerin gelişmesinin siyasî ilişkileri de olumlu etkileyeceğine bir gerçektir. Bölgede genel anlamıyla bir barış tesis edildiği takdirde savaştan yeni çıkmış ve birçok yaptırıma maruz kalmış Lübnan, Irak ve Filistin gibi ülkelerin yeniden yapılandırılması ve modern hayatın unsurlarına kavuşturulması amacıyla yapılacak yatırımlarda ülkemiz, bu ülkelerle ekonomik ilişkilerin yanında siyasî ilişkilerin kurulmasına da katkı sağlayacak planlar geliştirmelidir.
8.4. Türkiye’nin Bölgesel Çıkarları Açısından Bölgenin