• Sonuç bulunamadı

TÜRKİYE EKONOMİSİNİN YAŞADIĞI KRİZLERE GENEL BAKIŞ 1978-1980 borç krizi sonrası Türkiye ekonomisinin ithal ikameci modele sahip içe dönük

POLİTİKALAR

BÖLÜM 2: TÜRKİYE VE DÜNYADA YAŞANAN EKONOMİK KRİZLER VE ETKİLERİ: KARŞILAŞILAN SORUNLAR, UYGULANAN

6. Dış ticaret ve cari işlemler dengesi (DPT, 1998)

2.2. TÜRKİYE EKONOMİSİNİN YAŞADIĞI KRİZLERE GENEL BAKIŞ 1978-1980 borç krizi sonrası Türkiye ekonomisinin ithal ikameci modele sahip içe dönük

yapısını sonlandırmıştır. 1980-1983 askeri yönetim yılları ekonomik istikrar ve serbest ticareti kendisine hedef alan yıllar olmuştur. Ulusal paranın devalüe edilmesi ve ihracatı teşvik eden politikalar ihracatta büyük bir artışa neden olmuştur. Baskı altına alınan ücretler ile yurtiçi talebin düşük düzeyde tutulması ile ihracat artışı gerçekleştirilmiştir. 1983 yılından sonra ithalatta kademeli serbestleşmeye geçilirken 1989 yılında enflasyonla mücadele programının bir parçası olarak tarifeler düşürülmüş, 1990 yılında ise fiyat ve miktar kısıtlamaları neredeyse tamamıyla kaldırılmıştır.

1988 yılının başlangıcından 1989 yılının sonuna kadar olan süreçte sermaye hesabındaki liberalizasyon tamamlanmış ve ülkeye yabancı para girişi serbestleştirilmiştir. 1989-1990 yılları arasında bir yıllık dönem içerisinde ülkeye giriş yapan döviz nedeniyle TL’deki değer artışı %20’den aşağı değildir.

Türkiye dünyadaki krizlerden fazlasıyla etkilenmiştir. Özellikle 2000-2001 ve 2008 krizinde yurtdışındaki krizlerin etkisi büyük olmuştur.

Yıllık 2 milyar dolar civarında kayıtlı ihracat ve yaklaşık 5 milyar dolar civarında bavul ticareti yapılan Rusya Federasyonu Türkiye açısından en önemli ihracat pazarı konumunda olmuştur. Yıllık 1,5 milyar dolara ulaştığı tahmin edilen turizm ve müteşebbis gelirleri de ilave edildiğinde Türkiye’nin Rusya’dan sağladığı döviz gelirleri 8-10 milyar dolar seviyesine ulaşmaktadır. Bu rakam Türkiye’nin toplam döviz gelirlerinin yaklaşık yüzde 13-15’i civarındadır. Dolayısıyla Rusya’daki ekonomik kriz Türkiye’nin döviz gelirlerini fazlasıyla etkilemiştir. Diğer taraftan büyük ölçüde hammadde ithalatı yapılan Rusya’da rublenin devalüe edilmesi bu ülkeden yapılan

ithalatın bedelinin bir miktar düşmesine ve aynı zamanda ucuzlayan ithal girdiler dolayısıyla ihracatın rekabet gücünün artmasına neden olmuştur.

Asya krizinin etkileri ise oldukça şiddetli olmuştur. Krizin ilk dalgası İMKB seansında kendini hissettirmiştir. Türkiye bazı ürünlerde yoğun rekabetle karşı karşıya kalmıştır. Türkiye için olumlu sayılabilecek etkiler ise, ucuz ithal girdi olanaklarının doğması ve Türkiye’nin bölgeden kaçan yabancı sermayeyi çekebilecek alternatif bir ülke konumunda olması idi (Engin, 2007-2; 32).

Türkiye ekonomisi son otuz yıldır istikrarsızlık, kriz, büyüme, enflasyon sarmalı içinde bir kısır döngüde gitmektedir. Genelde bu problemlerin temeli yapısaldır. Yüksek kamu kesimi borçlanma gereksinimleri ekonomiyi hassas hale getirmektedir. Politik elitlerin kendi çıkarlarını ön plana alması, çıkar çatışmalarının ve kötü yönetimin krizlerin etkilerini derinleştirdiği aşikardır. Gerçektende Türkiye’nin son otuz yılında ekonomisi konjonktürel olarak çok sert dalgalanmalar yaşamış hızlı dip yapılan dönemleri hızla büyüme dönemleri izlemiştir. Ekonominin temelinde “kendi gücüyle gerçekleştiremeyecek yüksek oranlı gelişme hızlarını izleyen önemli gerileme” dönemlerinin yaşandığı rahatça görülebilmektir (Hatipoğlu, 1996; 74).

Ekonomide gerçekleşen bu dengesiz gelişmeler hemen hemen her sektörü etkisi altına almış ve sarsmıştır. Hükümetler bu derin krizlerin sonunda istikrar paketleri ortaya koymuş ve yapısal dönüşümler başlatmıştır. Ülkemizde bu anlamda ilk dönüm noktası 1980 yılında açıklanan 24 Ocak 1980 kararlarıdır.

2.2.1. 1980 EKONOMİK KRİZİ VE 24 OCAK 1980 KARARLARI

2.2.1.1. EKONOMİK KRİZİN TEMELLERİ

Türkiye ekonomisi 1963-1970 döneminde istikrar içinde büyüme bakımından oldukça başarılı bir performans göstermiştir. Bu dönemde büyüme hızı yaklaşık olarak yüzde 6.5 dolayında gerçekleşirken, yıllık enflasyon oranı yılda ortalama yüzde 5.5 dolaylarında kalmıştır. Halkın ortalama refah seviyesinde yılda yaklaşık yüzde 3.8 oranında bir iyileşme olmuştur (Şahin, 2000; 171).

Aynı büyüme hızı Üçüncü Kalkınma Planı döneminde de (1973-1977) sürmüştür. Özellikle 1974-1976 döneminde arka arkaya üç yıl, ilk iki plan dönemi ortalamalarının üstünde büyüme hızına ulaşılmıştır. Ancak bunun yanında 1970’li yıllardan itibaren ekonomide fiyat istikrarı bozulmaya başlamış 1970 ile 1976 arasında döneminde yüzde 10 ila yüzde 30 arasında değişen yıllık enflasyon oranlarıyla karşılaşılmıştır. Yine bu dönemde ortalama enflasyon yüzde 18’ i aşmıştır (T.C.M.B, 2006).

1974 yılından itibaren yükselen petrol fiyatlarının ödemeler bilançosu üzerinde dolaylı ve dolaysız birçok baskı yaptığı görülmektedir. 1978’de tonu 68.4 dolar olan ham petrol fiyatı 1977’de tonu 99.9 dolara, 1979’da 145.2 dolara ve 1980’de 243 dolara yükselmiştir. Petrol ithalatı için Türkiye’nin yaptığı ödeme 1974’de 752 milyon dolar iken 1980’de 2.990 milyon dolara ulaşmıştır (Şahin, 2000; 173).

Dünyada petrol fiyatları sürekli yükselirken Türkiye bu fiyat yükselişlerini başlangıçta tüketici fiyatlarına yansıtmamış, fiyatlar düşük tutulmaya devam edilmiş ve maliyet ile satış fiyatı arasındaki fark hazine tarafından karşılanmıştır. Başka bir deyişle Türkiye, petrol fiyatlarının süratle yükseldiği bir dönmede adeta sübvansiyonlarla petrol tüketimini teşvik etti (Şahin, 2000; 174). Bu yanlış politika kriz oluşumunu hızlandırmıştır.

IMF petrol şokundan itibaren bir istikrar paketi için ısrar etmeye başlamıştı. Başlangıçta, kriz kısa vadeli dış borçlanmalar yoluyla kısmen atlatıldı. Ancak 1978 yılının başında dış finansman kuruluşlarının Türkiye’ye borç vermesi son derece riskli duruma gelmişti. Taze para bulmak bir yana dış borçların ödemesi bile yapılamaz olmuştu (Parasız, 1998; 196). Böyle bir durumda ithalat hızla gerileme gösterirken ve endüstride girdi darlıkları üretimi düşürürken tüketim mallarında stoklama ve ünlü karaborsa dönemi başladı. Bu durumda hükümetin IMF ile anlaşmaktan başka çaresi kalmamıştı. Ancak hükümet bir süre devalüasyon kararı almaktan ve istikrar paketinden kaçındı. Bu arada iç ve dış ekonomik dengeler daha da bozuldu. Sonuçta 1 Mart 1978’de Türk Lirası (TL) dolara karşı yüzde 29 devalüe edilerek 1$=19.5 TL den 1$=25.25 TL’ye yükseltildi. O sırada genel kanı hala TL’nin aşırı değerlenmiş olarak kaldığı yönündeydi. Nitekim Mart ve Haziran 1979’da TL iki kez daha devalüe edilerek 1$=47 TL’ ye getirildi. Ancak bu devalüasyon oranı da yetmedi. Hükümet bu sırada iç talebi düşürecek önlemler

1978-1979 da yüzde 1 oranında artmıştı (Parasız, 2002; 330). Bunların yanında büyüme hızlı gerilemiş, ihracatta ise reel bir artış sağlanamamıştır. İhracattaki bu gerileme cari işlemler açığını hızla artırmıştır. Üstüne üstlük bu dönemde petrol ürünlerinin fiyatı 1979’ da yüzde 40 ve 1980 yılında yüzde 70 oranında olmak üzere toplam yüzde 110 oranında artmıştır. Döviz dar boğazı çok ciddi boyutlara ulaşmıştır.

Bu sorunların yanında işsizlik oranlarına da dikkat çekmekte fayda vardır. 1979’ da yüzde 14 olan işsizlik oranı 1980’ de yüzde 15.4’e ve 1981’ de yüzde 16.9’ a ulaşmıştır (Devlet İstatistik Enstitüsü, İşsizlik Tabloları, 2006).

Sonuç itibariyle ekonomik krizin alt yapısını birçok ekonomik gelişme oluşturmuştur. Bunları özetlemek gerekirse: