• Sonuç bulunamadı

1.3. TÜRK KAMU YÖNETİMİNDE VERİMLİLİK VE ETKİNLİK

1.3.2. Türk Kamu Yönetiminin Sorunları, Verimli ve Etkin

1.3.2.1. Türk Kamu Yönetiminin Sorunları

Kamu yönetiminin başarılı veya başarısız olması ülkeler için çok önem taşımaktadır.

Çünkü devletin kamu hizmetlerini sunan en önemli eli, kamu yönetimidir. Yürütme içerisinde büyük yeri olan kamu yönetimi, halka ulaşıp halkın gereksinimlerine verdiği karşılık oranında başarılı veya başarısız sayılmaktadır. Gelişmiş demokratik ülkelerin bile kamu hizmetlerinin etkin ve verimli sunulmasında sorun yaşadıkları görülmektedir. Bu sebepten dolayı pek çok ülke kamu yönetimini yeniden yapılandırmaya gitmiştir. Bunun altında siyasi ve sosyal nedenlerin dışında, çalışmayan hantal yapıların işlevsel hale getirilmesi amaçlanmaktadır (Çevik, 2012:

177). Bu başlık altında Türkiye’de karşılaşılan kamu yönetimi sorunlarını ve yansımaları incelenmeye çalışılacaktır.

Merkeziyetçilik

Merkeziyetçilik, kamusal yetki ve kaynakların başkent örgütleri tarafından kullanılmasıdır. Tanzimat döneminden bu yana Türkiye için yönetimde merkeziyetçilik sorun teşkil etmiştir. Merkeziyetçilik kendini örgütsel merkeziyetçilik ve coğrafi merkeziyetçilik olarak iki şekilde göstermektedir. Coğrafi merkeziyetçilik;

merkezi yönetimin taşra ve yerel yönetimlere karar alma ve alınan kararları uygulamak noktasında çok sınırlı yetki vermesine denilmektedir. Örgütsel merkeziyetçilik ise bir kurulda tüm yetkilerin en üst organlarda ve otoritede toplanması olarak tanımlanmaktadır (Eryılmaz, 2016: 300).

Türk kamu yönetiminde devletin üniter yapısını korumak endişesi merkeziyetçi bir devlet sistemini benimsemeye itmiş ancak bu anlayış sonucunda sosyal ve ekonomik faaliyetlerin tek noktadan kontrol edilmesi ile bürokrasi etkinsiz, gittikçe büyüyen, yavaş ilerleyen, verimsiz bir mekanizma haline gelmiştir (Saran, 2004: 125).

Merkezi Yönetimin tüm ülkeyi ve hizmet alanlarını kapsaması sürekli ve ayrıntılı bir

ulaştığı yerler arttıkça merkez ve yerel yönetimlerin birbirleri ile iletişim kurmaları zorlaşmış ve düşünce alışverişleri yapabilmeleri güçleşmiştir (Haktankaçmaz, 2009:

134).

Kırtasiyecilik

Kırtasiyecilik kapsamında değerlendirme yapılacak olursa, yetki devretmeksizin ya da yetkiyi kendinde toplayarak hizmetleri yürütme anlayışının bir sonucu olarak ortaya çıktığı görülmektedir. Yönetimde yetki devri ve imza yetkisi aktarılması çok sınırlı bir seviyede ve ekseriyetle üst kademelerin kendi içerisinde uygulamış olduğu bir yönetim ilkesidir. Genellikle üst kademede bulunanlar, otoriteyi paylaşmamak ve astlarının kendilerine potansiyel bir rakip olmasını engellemek adına yetki devrinde pek istekli davranmazlar. Bu nedenle, üst düzey yöneticiler zamanlarının büyük bir kısmını alt birimlerden gelen yazıları imzalamak ve onlara cevap vermekle geçirirler. Başkent ve örgütün taşra kuruluşları arasındaki birçok ilişkide, hizmet politikaları ve bunların yürütülmesi konularında kopukluklar yaşanmakta, taşradaki personelin imkânları merkezdeki personel imkânlarından daha az bulunmaktadır. Ayrıca merkezde yapılan işlemlerin taşraya aktarılması da ayrı bir evrak ve iş yükünü teşkil etmektedir. Bu nedenle Türkiye’de de örneği görülen kırtasiyecilik, kamu yönetiminin temel sorunlarından birini oluşturmaktadır (Eryılmaz, 2016: 300).

Örgütsel Problemler

Örgütsel problemler denildiğinde her ne kadar içeriğinde merkeziyetçilik ve kırtasiyecilik problemleri de sayılsa, sorunu insan kaynağı açısından ayrı olarak değerlendirmek kamu yönetimi sorunlarına bakış açısını daha da kolaylaştıracaktır.

Kamu yönetiminde örgütlenme, etkinlik ve işlevselliği sağlama amacına ulaşmaktan uzak kalmış vesayetçi, aşırı merkeziyetçi ve katı hiyerarşik yapıya dönüşmüştür.

Kamu kuruluşlarında görev-yetki-sorumluluk dengelerinin sağlam kurulamaması veya aynı görev için bir kuruluştan daha fazlasının görevlendirilmesi sonucunda yetki çatışmaları yaşanmış, bazı görevler ortada kalmış ve bütün bunlar örgütsel etkinliğin sağlanmasını güçleştirmiştir. Ayrıca devletin temel görevleri arasında yer almayan bazı hizmetlerin kamu görevi olarak görülmesi sebebiyle devlet bunları yerine getirme sorumluluğu hissetmiş bununla beraber devlet giderek karmaşık bir hal alan hantal bir

görüldüğünde yeterince yetki devri yapılamaması sonucunda da devlet çarkı giderek yavaşlamıştır. Kamu hizmetlerine ilişkin merkezi yönetimin sorumluluk alanına giren konularda örgütsel nitelikte işlevsel bir düzenlemeye gidilmemesi de pek çok görevin yerine getirilememesine ya da sınırlı alanlara ulaşabilmesine sebep olmuştur. Bu da asıl amacı birlik sağlamak iken hizmetlerde bütünlük ve birlikten uzaklaşılması sonucunu doğurmuştur. Ayrıca temel nitelikte sayılan kamu hizmetlerine yeterli ölçüde kaynak ayrılmazken önceliği olmayan kamu hizmetlerine kaynak aktarılması kaynak savurganlığını ortaya çıkarmıştır. Yapılan kamu hizmetleri, halkın beklentilerini karşılamazken, kamu hizmetlerindeki bu israf ve verimsizlik de halkın devlete olan güvenini sarsmıştır (Saran, 2004: 136- 137).

Yönetimde Dışa Kapalılık, Gizlilik ve Şeffaflık

Türkiye’de devlet sırlarının korunması ve güvenliğin sağlanması gibi sebeplerle gizlilik ve dışa kapalılık esaslarıyla örgütlenmeye gidilmiştir. Bu da halkın kamu hizmetlerine ilişkin bilgi edinmelerini engellemiştir (Saran, 2004: 138).

Görünürde devlet sırlarını korumak amaçlanmış olsa da yönetimde gizliliğin esas alınmasının asıl amacı yöneticilerin yaptıkları işlemlerden dolayı kendilerini halkın eleştirilerinden korumak olduğu düşünülmektedir. Ancak bu gizlilik ve dışa kapalılık, yöneticilerin yetkilerini kendi çıkarları doğrultusunda kullanmasına olanak vermiştir.

Türkiye’de bilgi vermek yakın zamana kadar yönetimin bir sorumluluğu olarak görülmemiştir. Bu da devletin halk tarafından dışa kapalı ve halk üzerinde otoriter sert bir güç olarak algılanmasına sebep olmuştur. Gizliliğin sınırları yasalarda tam olarak çizilmediği için hangi işlemlerin gizli, hangi işlemlerin açık olacağı yöneticilere bırakılmıştır. Bunun sonucunda kurumlar içinde yapılan yolsuzluklar da saklanmış, halk yönetim karşısında güçsüz ve savunmasız kalmıştır. Gizlilik gerekçesiyle talep edilen evraklar halktan gizlenmiştir. Bütün bunlar sonucunda halk şeffaf bir yönetimin özlemini yaşamıştır (Eryılmaz, 2016: 302-303).

Yönetimde tutuculuk olarak ifade edebileceğimiz bu uygulamalar, yolsuzlukla verilen mücadelenin en büyük engelini oluşturmaktadır. Bu nedenle değişen koşullara uyum sağlayamayan, verimli ve etkin çalışmalara engel olan ve halkın beklentilerini karşılayamayan bürokratik yapı farklı şekillerde yozlaşma örnekleriyle karşı karşıya kalmıştır (Kılavuz ve Arslan 2005: 262).

Türkiye’de şeffaf bir yönetim özlemi 2003 yılında kabul edilen 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu ile bitmiş, şeffaf yönetime geçiş süreci başlamıştır. Bilgi Edinme Hakkı Kanunu, Avrupa Birliği dinamikleri içerisinde ortaya çıkmıştır ve Türkiye’de en hızlı uygulanan yasal düzenlemeler arasına girmiştir. Kanun şeffaf ve demokratik bir yönetimin gereklerinden olan açık, eşit ve tarafsız bir şekilde halkın bilgi edinme hakkını kullanmasını amaçlamıştır. Kurum ve kuruluşlar, yasalarda yer alan istisnalar dışında her türlü bilgiyi ve belgeyi başvurarak ulaşmak isteyenlere sunmak ve yapılan başvuruları hızlı ve doğru sonuçlandırmak üzere olması gereken gerekli teknik ve idari önlemlerin alınmasıyla yükümlüdürler. Bu sebeple kurumlarda bilgi edinme birimleri kurulmaya başlanmıştır (Eryılmaz, 2016: 303).

Atanmış-Seçilmiş Bürokrasi Çatışması

Türk kamu yönetiminin başarısızlığa uğramasına neden olan bir diğer husus, atanmış bürokrasi ile seçilmiş siyasal elitler arasındaki problemlerdir. Kamu politikalarının uygulanmasında idari bürokrasi, siyasal seçkinlere daima bağımlıdır. Bu bağımlılık Türkiye’de siyasal seçkinlerin bürokratlar üzerinde güçlü bir kontrolü sonucunu doğurmuştur. Bürokratlar kamu politikalarında yapabilecekleri en iyi şeyi yapsalar bile eğer siyasal seçkinler bu çabaları hükümetin ve iktidar partisinin geleceğiyle ilişkilendirmiyorsa, ya bu çabalar boşa gitmekte ya da bürokratların görevlerine son verilmesiyle sonuçlanmaktadır. İktidarlar uzmanlık alanlarına yönelik olarak bürokratları görevlendirebilir, halkın ihtiyaç ve taleplerini hükümete kanalize etmek üzere bir sistem kurabilirler. Bu anlamda atanmış ve seçilmiş bürokrasi çatışması da geçmişten günümüze kadar olan süreçte Türk kamu yönetimini olumsuz anlamda etkilemektedir (Çevik, 2010: 185).

Kayırmacılık

Yönetimde yozlaşmanın bir başka ürünü olan kayırmacılık; kamu hizmetlerine girişte liyakat yerine dost, akraba ilişkilerinin geçerli olması ve kamusal hizmetlerin dağıtımında ihtiyaç ve yerindelik kriterinden ziyade oy, partiye destek veya ideolojik sebeplerin yer alması olarak iki farklı şekilde görülmektedir. Kayırmacılıkla birlikte mali kaynakların boşa sarf edilmesi ve belirli bürokratik makamların bazı kitlelerce ele geçirilmesi gibi sonuçlar ortaya çıkabilmektedir. Bu durum, kamu yönetiminin işlevselliğini azaltmakla birlikte yapılmak istenen yatırımlardan, elde edilecek

ve kronik sorunlarından biri haline gelen kayırmacılığı azaltmak amacıyla yeni politikalar geliştirilmeli, yerindelik ve ihtiyaç analizi yapılarak politikalar üretilmelidir (Eryılmaz, 2002: 241).