• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM II: KAVRAMSAL ÇERÇEVEVE İLGİLİ ARAŞTIRMALAR

2.1. Dünyada ve Türkiye‘de Ayakkabı Sektörü

2.1.2. Türk Kültüründe Ayakkabı

Deri insanoğlu tarafından pek çok amaçla kullanılmıştır. Ancak deri insanlık tarihi boyunca en çok ayakkabı yapımında kullanılmıştır. Altay dağlarındaki koruganlardan çıkarılan ayakkabı çizme ve deriden eşyalar için 2400 yıllık ömür biçilmektedir. Altay dağlarındaki karlardan süzülen sular yavaş yavaş Koruganların içine süzülmüş ve donarak buzlu bir ortam oluşturmuşlardır. Böylece bozulmadan günümüze kadar gelebilmişlerdir (Yelmen, 2007).

Türk dilinde ayakkabı anlamındaki en eski sözcük ‘‘edik’‘tir. Orta Asya Türklerinde edik, çizmeye benzer konçlu bir ayakkabıdır. Edik sözcüğü, 8. Yüzyılda Orhun Yazıtları’nda geçmektedir. Anadolu Türklerinde ayakkabıcılık sanatı ile ilgili en eski bilgiler İbn-i Batuta Seyahatnamesi’nde görülmektedir. Köylü çizmesi, karda yürümeye yarayan konçlu ayakkabı ve çocuk ayakkabısı anlamlarına da gelmektedir (Sağol, 2007).

İnsanların ilk barınaklarını yaptıkları dönemlerde Orta Asya ve İç Asya’da yaşayan topluluklar avlanarak yaşamışlardır. Bu dönem insanları avlanmaya giderken ayaklarına konçlu çizme giymişler ve bu çizmeler bozkır kültüründe yaşayan eski Türkler’ de zaman içinde gelişerek şeklini almıştır. Birçok Türk topluluğunda Hunlarda, Göktürklerde, Uygurlulardan sonra Moğollarda da yaygın olarak kullanılmıştır. Atlı kültürün gerektirdiği seri hareketleri engellemediği ve bu tarz yaşam şekline uyum gösterdiği için bu çizmeler süvariler tarafından kolayca benimsenmiştir. Çizmeler daha sonra bu kültürden güneydeki kültüre kaymış ve yaygınlaşmıştır. Yapımında çoğunlukla yumuşak deri kullanılmışsa da keçe, kürk deri ve sert deriden yapılmış çizmelere de rastlamak mümkündür. Bazen ayağı saran bazen de oldukça geniş yapılan çizmelerin erken dönemlere rastlayan örnekleri

topuksuzdur (Çoruhlu, 2007). Kaşgarlı Mahmud‘un eserinde çizme ve genel olarak ayakkabılardan çokça söz edilmektedir. Bu eserden anlaşıldığına göre Türkler başa giyilen şeyler gibi ayağa giyilecek şeylere de büyük önem vermişlerdir. Çizmenin başta hükümdar olmak üzere bütün Türkler için adeta milli bir giyim eşyası olduğu söylenebilir. Kırmızı kemer ve kırmızı çizme Orta Asya Türk tarihinde hükümdarlık sembolü olmuştur. Anadolu’ya gelen Avrupalı seyyahlardan Brocquier Anadolu’daki Türklerin büyük kısmının sarı çizme giydiğini kaydetmiştir (Köymen, 1971, Atasoy, 1971, Ögel, 1978).

Şekil 2.6: Orta Asya’da Çizme ve Ayakkabı Çeşitleri

Kaynak: Ögel, Bahaeddin, 1978.

Kazılardan çıkan bazı çizmelere bakıldığında, daha zengin görünümlü olanların soylular ve yöneticiler tarafından giyildiğini göstermektedir. Bu durum çizmenin Türklerde rütbe belirten bir ayak giysisi olduğunu belirtmektedir. Çizmelerde altın, kalay, gümüş teller, boncuk, işlemeli kumaşlar ve renkli deri parçaları aplike olarak kullanılmış ve süslemeler yapılmıştır (Çoruhlu, 2007).

Çarık ve başmak olarak bilinen eski Türk ayakkabıları ise Asur ve Hun Türklerinden Anadolu’ya oradan Osmanlı dönemine gelmiştir. Çarık daha çok Anadolu’da giyilen bir ayakkabı olarak bilinmektedir. Çarık her çeşit deriden yapılmasına rağmen “çarukluk” olarak adlandırılan manda ve öküzlerin sırt derisi tuz veya şap ile terbiye edildikten sonra parçalar, tuzlanıp kurutulmuş daha sonra, bezir

yağıyla yumuşatılmıştır. Bu deriler ayağı saracak biçimde kesilerek, kenarlarındaki deliklerden bağcık geçirilip büzülmüş ve ayak bileğine bağlanarak kullanılmıştır. Bu dönemlere ait kayıtlarda çarık zenginlik göstergesi olarak yer almıştır (Sakaoğlu ve Akbayar, 2002, Tansuğ, 1988, Koçu, 1969).

Yüzyıllar içinde ayakkabılar yapıldıkları malzemelere ve formlarına göre çeşitli isimler almışlardır. Başmak, bapuç, pabuç, çapula, çedik, bot, çizme, edik, filar, fotin, yemeni, iskarpin, kaloş, kemercin, katır, kundura, mercan terlik, mest lastik, merkup, makosen, nalin, takunya, tomak, sandal, pandufla, cermuk, galata yemenisi, muze,patik, yemeni bunlardan bazılarıdır (Koçu, 1969, Şen, 2007, Sağol, 2007).

Şekil 2.7: Çarık ve Yemeni

Kaynak: Gaziantep.net.

Osmanlı dönemine ait arşivlerde ayakkabıcı ya da ayakkabı kelimelerine rastlanmamıştır. Bu işle uğraşan esnafın adı, Babuççu, Başmakçı, Dikici veya Haffaf olarak geçmektedir. Daha sonra Haffaf kelimesi değişerek “Kavaf” adını almıştır (Sakaoğlu ve Akbayar, 2002).

16. ve 17. yüzyılda, Osmanlı döneminde içerde ve dışarda farklı özellikte ayakkabılar kullanılmıştır. Ayakkabının kullanım alanına göre atlas, deri ve kadife gibi malzemeler değişmiştir. Kışlık ayakkabıların içi ayağı sıcak tutmak amacıyla kürkle kaplanmıştır. Saray mensupları ile halk tabakasının giydiği ayakkabılar farklılık göstermiştir (Dağtaş, 2007). Saray ayakkabılar; konçlu çizmeler, terlikler,

nalınlar, kösele tabanlı süvari pabuçları Halk tipi ayakkabılar; başmak, potin, çapula, çediktir (Tansuğ, 1988).

Osmanlı imparatorluğunda 17.yy yarısına doğru büyük bir ekonomik kriz yaşanmıştır. Bu kriz nedeniyle Tüketiciyi korumak amacıyla, özellikle temel ihtiyaç maddeleri için resmî makamlarca belirlenen ve her yerde geçerli olan bir fiyat belirlenmiş ve bu fiyat ‘narh’ olarak ifade edilmiştir. İstanbul’da bu yıllardaki narh kayıtlarına göre o dönemlerde giyilen ayakkabılar, çizme, papuş, mest, başmak, tomak, iç-edik, çedik, terlik, mesti, na’lbek, filari, şatır filari ve postaldır. Renkleri sarı, kırmızı, siyah ve beyaz; malzemeleri ise meşin, kösele, gön ve sahtiyan olarak belirtilmiştir(Otar, 2007).

Beykoz debagat ve kundura fabrikası olarak Sultan II. Mahmut’un emriyle 1812 yılında Hamza Efendi isimli bir şahıs tarafından kurulmuştur. İlk üretim, ordunun ihtiyacını karşılamak üzere çizme, palaska, kütüklük ve koşum takımları üretmektir. 1826 yılında yeni bir ordunun kurulmasıyla askeri kundura üretimine başlamıştır. 1842 yılında yeni makinalar alınmış, fabrika modernleşme sürecinde gelişme kaydetmiştir.1870 yılında günlük ayakkabı üretim kapasitesini 300’e, 1912 yılında ise 1000’e çıkarmıştır. Bu fabrika üretimleriyle oldukça büyük bir üne kavuşmuş, dünyanın en ünlü köseleri Fransız köselesi iken Beykoz köselesi olmuştur. I. Dünya savaşında ordunun ayakkabı ihtiyacını karşılamış,1933 yılında Sümerbank’a devredilmiştir.1999 yılında üretim tamamen durmuş 2004 yılında özelleştirilmiştir (Büğüş, 2001, SKYLİFE, 1999).

1923’te Cumhuriyet’ in ilan edilmesinden 1950’ ye kadar ısmarlama ayakkabı dönemidir. Bu dönemde düşük gelir seviyesi, kısıtlı talep ve üretimin tamamen el emeğine dayanması sonucu, ayakkabı üretim miktarı sınırlı kalmıştır. 1950-1975 döneminde ayakkabıcılık makineleşmeye yönelmiş, üretim önceki döneme göre birkaç katına çıkmış, fakat kitle üretimine geçiş mümkün olmamıştır. 1975 yılından sonra ayakkabı sanayi gelişme yoluna girmiştir. Makineleşmiş ve yarı makineleşmiş tesislerin artması, ihracatta görülen artışlar ve devletle ilişkilerin sıkılaşması bu döneme rastlamaktadır.

1980 sonrası hükümetlerin izlediği dışa açılma ve ihracat teşvik politikaları Ayakkabı Sanayiini de etkilemiştir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bu birliği oluşturan ülkelerin vatandaşları Türkiye’den bavul ticareti yoluyla ciddi miktarda ayakkabı satın almışlardır. Diğer yandan bu talebe bağlı olarak sektörde makineleşme oranı yükselmiş, kurulu kapasite artmıştır. Yine bu dönemde düzenli fuarlar yapılmaya başlanmış, 1989 yılında lise düzeyinde ayakkabıcılık mesleki- teknik eğitimi başlamıştır (A.Büyükekşi ile kişisel görüşme, 10 Mayıs, 2011).