• Sonuç bulunamadı

Türk Edebiyatında İnşâ

1.2. İnşânın Tarihî Gelişimi

1.2.3. Türk Edebiyatında İnşâ

1.2.3. Türk Edebiyatı 1.2.3. Türk Edebiyatı

1.2.3. Türk Edebiyatında İnşânda İnşânda İnşânda İnşâ

İnşâ, Türk Edebiyatında bir dil bilimi terimi, resmî yazışmaları ihtiva eden bir disiplin, bir tür kompozisyon tekniği ve güzel yazı yazma sanatı olarak anlaşılmıştır. Ziyâ Paşa,

Şiir ve İnşâ

adlı makalesinde inşâyı doğrudan nesir anlamında kullanmıştır. İnşâ, kelimelerin cümle içindeki söz dizimi kurallarına göre sıralanmasını da karşılamıştır. Bir bilim dalı olarak inşâ, yazıların münşî denilen yazarların beğenecekleri özelliklere sahip olması için bilinmesi ve uyulması gereken kuralları öğreten fen olarak izah edilmiştir. Kâtip Çelebi inşâyı,

ifadede yerine, konusuna ve amacına uygun güzel ibareler kullanmak

olarak tanımlamış ve mektubu da inşânın bir dalı olarak değerlendirmiştir (Uzun, 2000: 338).

İlk zamanlarda Türk Edebiyatında yazışma kurallarını ihtiva eden

inşâ

sanatı, zamanla hünere bağlı belâgat kurallarına göre yazılmış her çeşit nesir yazıyı içermiştir.

21Bu eserlerle ilgili detaylar için bk. Kanar, Kurtuluş, 2000: 337. 22Bu eserlerle ilgili detaylar için bk. Gültekin, 2007: 26.

Sanatlı nesir, bu anlamda ortaya çıkış ve gelişimini İslâmî edebî geleneğe borçludur (Gültekin, 2007: 35-36).

Anadolu’daki güç dengelerinin değiştiği bir süreçte Türkçe, yönetim dili karakterine bürünmüştür. Böylece yazışma dili Farsça olmaktan çıkmıştır. Osmanlıların kurulmasıyla her türlü yazışmada Türkçenin kullanımı yaygınlaşmış, Farsça ise bu anlamda kaybolmuştur.

Edebî gelenekler, edebî kültür ortamlarıyla yakından ilişkilidir. XIV. asırda Anadolu’daki karışıklığın/kargaşanın varlığı, edebî bir kültür ortamının oluşumunu geciktirmiştir. Bu dönemde genellikle Arapça ve Farsçadan Türkçeye yapılmış inşâ ürünlerinden Kur’ân tercüme ve tefsirleri dikkat çekmektedir. Bunların dili de gerçekleştirilmek istenen hedeflerle bağlantılı olarak sadedir.

Bir taraftan Türkçe resmî mektuplar sıkça ortaya çıkarken diğer taraftan ünlü şair, yazar ve âlimlerin çevrelerindeki çeşitli kişi ya da kurumlara gönderdiği mektupların kendileri ya da başkaları tarafından derlenmesiyle münşeât mecmûaları ortaya çıkmıştır (Gültekin, 2007: 40). “Dîvân, kalem, ketebe” adlı devlet dairelerinde görev yapan nişâncı, tevkiî veya kâtipler tarafından yazılmış/derlenmiş olan bu mecmûalar, resmî mektuplar ve manzum/mensur yazılmış hususî mektupları içermektedir. Ayrıca bu mecmûalarda yazılmış makale ya da arzuhâl gibi metinler de yer almaktadır (Uzun, 2006: 18).

XIV. yüzyıl, kâğıdın yaygınlaşmasıyla beraber mektup türünün daha da geliştiği bir yüzyıl olmuş (Karataş, 2012: 2175), nesir alanında Arapça ve Farsçadan tercüme edilmiş müstakil eserler yazılmıştır. Bunlar, telif olmayan dinî içerikli Türkçe eserlerdir. Beylik yöneticilerinin Arapça ve Farsça bilmemesi eserlerin Türkçe yazılmasında etkili olmuştur.

Ahmed-i Dâ’î’nin23 XV. asrın başlarında kaleme aldığı mektup yazma kuralları, hitap formülleri ve mektup örneklerini içeren münşeât türünün

Teressül

adlı bilinen ilk inşâ eseri (Haksever, 2011a: 1265), Selçuklular tarafından geliştirilen Fars inşâ geleneğinin adeta devamı niteliğindedir (Gültekin, 2007: 36-38).

23Ahmed-i Dâ’î’nin hayatı ve eserleri ile ilgili ayrıntılı bilgi için bk. Özmen, Mehmet. (2001). Ahmed-i Dâ’î

Yahya b. Mehmet el-Kâtip tarafından 884/1479’dan önce yazılmış olan

Menâhicü’l-

İnşâ

adlı eser, II. Murat ve Fatih Sultan Mehmet devirlerindeki resmî yazılara yer vermiştir. Bu eserin Farsça inşânın etkisinde kaldığı açıktır (Gültekin, 2007: 36-38). Nitekim Arap ve İran Edebiyatlarından etkilenen Eski Türk Edebiyatındaki ilk mektup örnekleri olması dolayısıyla Şeyh Mahmûd b. Edhem’in

Gülşen-i İnşâ

ve Mesîhî’nin

Gül-i

Sad-berg

’ini burada zikretmek gerekir (Derdiyok, 1997: 665). Hüsâm-zâde Mustafa

Efendi’nin

Mecmûa-yı İnşâ

adlı eseri de en eski inşâ kitaplarındandır.

Devlet dairelerindeki hatt-ı humâyûn, irâde-i seniyye, menşur, emir-nâme, buyuruldu, telhis, takrir, tahrirât, tezkire, kâime, temessük, sened, ilmühaber, müzekkire, mazhar, mazbata, lâyiha gibi belgelerle fetvâ, i’lâm, hüccet ve vakfiyeler Türkçe inşânın önemli kaynakları arasındadır (Uzun, 2000: 338).

Türkçe nesrin gelişmesinde birçok sebep bulunmaktadır. Mevcut devlet büyüdükçe sosyal ve kültürel yapıdaki değişmeler, yeni bir inşâ sürecinin başlamasına sebep olmuştur. İran’a gidip tahsil gören şair ve yazarlar, sanatlı nesrin ortaya çıkışına zemin hazırlamıştır. Bunda özellikle Fars ve Arap ekolleri ile resmî yazışma dili etkili olmuştur (Gültekin, 2007: 36-37).

İnşâdan bahsederken Çağatay Edebiyatı mektuplarını unutmamak gerekir. Nitekim, sevgiliye seslenerek başlanan bir tür mektuplaşmadan oluşan eserlerin ilk ortaya çıkışı deh- nâmeler ile olmuştur. İran Edebiyatı kökenli olup Türk dilleri arasında sadece Çağatay Türkçesinde örneklerine rastlanan bu tür, mesnevî biçiminde aruzun hezec bahri ile yazılmış metinlerden oluşmaktadır. İçinde gazellerin de olduğu bu metinlerin konusu, âşık- maşûk arasındaki mektuplaşmadır (Gençtürk, 2010: 149).

İnşâ, Osmanlı edebî geleneğinde, mektup yazımından ziyade, belîğ ve fasîh olmak şartıyla secili ve sanatlı söz dizimini ifade etmiş, mektup yazma da inşânın bir dalı olarak değerlendirilmiştir (Gültekin, 2007: 233). Gelibolulu Mustafa Âlî (1541-1600)’nin

Menşe’ü’l-İnşâ

adlı eserinde, özellikle Molla Câmî’nin eserlerini örnek aldığı; düzgün söz

söyleyen, akranı arasında az bulunan, tarih ve hikmeti bilen, bilgili ve erdem sahibi münşîleri övdüğü görülmektedir (Aksoyak, 2006: 235). Bu övgüler, inşânın sadece mektup

yazmadan ibaret olmadığını açıkça göstermiş, ayrıca iyi bir münşînin nasıl olması gerektiğinin ölçütlerini de ortaya koymuştur.

Osmanlılarda

nişâncı

24, Selçuklulardaki resmî yazışmaları yürüten

Dîvân-ı İnşâ

veya

Dîvân-ı Tuğrâ

nın görevini ifa etmiştir. Bu görevi yaparken Dîvân-ı Humâyûn kâtiplerinin

başı olan

re’îsü’l-küttâb

ın memuriyetinden faydalanmıştır. Burada yeri gelmişken Osmanlılarda

nişâncı

seçilebilmek için aranan şartları, Gelibolulu Mustafa Âlî’nin penceresinden incelemekte fayda vardır. Ona göre nişâncı seçilebilmek için yazı yazmada eski olmak ya da olmamak (tecrübe) bir şart değildir. Bu görev bazen ulemâya bazen de münşîlere verilebilir. Nişâncı, Acem ve Buhara’dan gelen mektupları da tercüme edebilmelidir. Böyle biri ortaya çıkmazsa bu görev için kadılar ve müderrislerden biri de seçilebilir ya da İran ve Arabistan’da uygun biri araştırılıp bu görev ona verilebilir (Aksoyak, 2006: 238).

XV. asır, Türkçenin artık oluşturulan metinlere yetmediğinden şikâyet edildiği bir asır olmuştur (Gültekin, 2007: 36). Bu da dilin ne derece işlendiğinin önemli bir göstergesidir.

Türk Edebiyatında önemli mektup örneklerine Eski Türk Edebiyatı ürünlerinden olan münşeât kitaplarında rastlanmakta ve bu eserlerde genellikle Arap Edebiyatının takip edildiği görülmektedir (Karataş, 2012: 2176).

Münşeâtın, ilk örneklerini XIV. yüzyılda vermiş olduğunu25 ve giderek bir tür olarak anılmış inşâ ilminin kurallarına göre yazılan nesir yazıları için kullanıldığını dikkate almak ve nesir dilinin de XIV. yüzyıl ile XV. yüzyılın ilk yarısında çok yalın ve özentisiz bir görünüm arz ettiğini unutmamak gerekir (Haksever, 2009: 24; Okumuş, 2011: 89). Ancak

“XV. yüzyıldan itibaren edebî nesir örnekleri, sürekli olarak daha sanatlı ve süslü bir yol

24 Nişancı, Osmanlılarda yüksek vazifelerden biridir. İslâm hükümetlerinde “sâhib-i kalem-i âlâ, sâhib-i

dîvânü’l-inşâ, muvakki’, tuğrâî, pervâne” gibi adlar verilen bu makamın sahibine Osmanlılar “nişancı” demişler ve makamın gördüğü vazifeden kinaye olarak da “tevkiî” ismini vermişlerdir. Ayrıntılı bilgi için bk. Pakalın, 1993: 697-700.

25İnalcık ise “Timurîler dönemi Farsça münşeâtlarda örnekleri verilen inşâ dili, Osmanlılarda bu örneklere

göre XV. yüzyılın ilk yarısında meydana gelmiş … Cezerî Kasım tarafından geliştirilmiş ve (XVI. asırda) Nişancı Celâl-zâde Mustafa tarafından klâsik şekline ulaşmıştır.” demiştir (İnalcık, 2005: 69).

izlemiştir.”

(Batislam, 2009: 78) Bu yüzyılda mektup, bir amaç olmaktan çıkmış, güzel sözler söylemenin bir aracı haline gelmiştir. Ancak bazen gerçekten mektubun bir amaca binaen yazıldığı da görülebilmektedir. XVI. asır şairi olan Fuzûlî’nin

Şikâyet-nâme

si26, çağına göre sadeliği yönüyle buna güzel bir örnektir (Karataş, 2012: 2177).

XV. asırda birçok münşî yetişmiştir. Bunların başında kendisinden sonraki dönemleri de büyük ölçüde etkileyen Tâcî-zâde Cafer Çelebi gelmektedir27. İnşâ hususunda kendisinden sonraki dönemleri önemli ölçüde etkileyen kişilerden biri de XVI. asrın önemli münşîlerinden biri olan Nişancı Celâl-zâde Mustafa’dır (Uzun, 2000: 339).

Fatih Sultan Mehmet’in Kânûn-nâme-i Âl-i Osmân’ında devlet ricâline nasıl hitap edileceği ve bununla ilgili kullanılacak kavramlar üzerinde durulmuştur (Gültekin, 2007: 39). Bu durum, aslında devlet otoritesinin sanat ve edebiyatla hatta inşâ ile yakından ilgili olduğunu göstermektedir. Bu kânûn-nâmenin ilk bakışta devlet bürokrasisine yönelik olduğu düşünülebilir. Oysaki, bürokrasideki kişilerin genellikle aydın, şair, edip olduğu bu dönemin önemli bir gerçeğidir. Buradan yola çıkılarak idarecilerin edebî metinlerin tanziminde etkin olduğu söylenebilir.

Osmanlı münşeâtçılığının ilkel yapısını bırakıp belli bir sanat anlayışı ile yazılmasının İdris-i Bitlisî ile başladığı düşünülebilir. Nitekim

Heşt-behişt

incelendiğinde Bitlisî’nin Farsçayı Türkçe edebî metin yapısı içinde bozmadan ve hiç yorulmadan ne kadar ustaca kullandığı rahatlıkla görülmektedir (Daş, 2003b: 189).

İnşâ alanındaki örnekler arttıkça bu çalışmaların bir sınıflandırmaya da tabiî tutuldukları görülmektedir. Resmî ve husûsî mektupları içeren münşeât mecmûalarının olması, bu sınıflandırmanın varlığını kanıtlamaktadır. Ayrıca XV. asırdaki inşâ metinlerine

26Burada her ne kadar Fuzûlî’nin Şikâyet-nâme’sinden sade ve rahat anlaşılabilirliği yönüyle bahsedilmişse

de O’nun aynı zamanda süslü nesir örneklerine de imza attığı unutulmamalıdır. Şehzâde Bâyezîd’den kendisine gelen mektuba yazdığı cevâb-nâme, Fuzûlî’nin süslü ve ağır nesir üslûbuna güzel bir örnektir (Mazıoğlu, 2011: 167-181).

27XV. yüzyıl, nesrin başlangıç devresi olmasına rağmen birçok nâsiri barındırmaktadır. İznikli Musa b. Hacı

Hüseyin, Kaygusuz Abdal, Ahmed-i Dâ’î, İbn-i Arabşâh, Arif Ali, Ahmed Bîcan, Ali b. Hüseyin, Eşrefoğlu Abdulah Rûmî, Adnî Mahmûd Paşa, Âşık Paşa-zâde, Nişancı Mehmet Paşa, Küçük Abdal, Sinân Paşa, Dursun Bey, Molla Lütfî, Mesîhî, Firdevsî-i Rûmî, Haliloğlu Yahya, Ebu’l-Hayr-ı Rûmî, Yazıcıoğlu Ali, Kıvâmî, Oruç Bey, Neşrî, Mercimek Ahmed, Yahya b. Mehmet el-Kâtip, Şeyh Ahmed gibi bir kısmı aynı zamanda alim, şair olan bu şahsiyetler, XV. yüzyılın önemli nâsirlerindendirler (Okumuş, 2011: 91-101).

müstakil isimler verilirken daha sonraki yıllarda yazılanların çoğuna

münşeât mecmûası

ismi verilmiştir (Gültekin, 2007: 39).

XVI. yüzyılda farklı alanlarda mensur eserler kaleme almış birçok âlim, şair, bilim adamı göze çarpmaktadır. Feridun Ahmet Bey’in

Münşeâtü’s-Selâtîn

’i, Lâmi’î Çelebî ile Kınalı-zâde Alî Efendi’nin

Münşeât

ları bu asrın önde gelen münşeâtlarındandır28.

XVII. yüzyıl, inşâ metinlerinin oldukça fazla olduğu bir yüzyıldır. Önceki asrın derin izlerinin rastlandığı XVII. yüzyılda yazılan kuramsal metinlerde fazla ağır bir üslûp kullanılmamıştır.

Hadîkatü’l-Münşeât

,

İnşâ-i Sa’dî, Hulâsa-i İnşâ ve Münşeât-ı Râmî,

Unvân-nâme-i Gencî

,

Kitâb-ı İnşâ

,

İnşâ

adlı eserler, bu asrın kuramsal metinleri olarak kaydedilmiştir (Gültekin, 2007: 49-51).

XVII. yüzyılda kuramsal metinlerde sanatlı üslûp önceki asırla benzer iken münşeât metinlerinde de sanatlı nesir üslûbunun bu asırda Veysî ve Nergisî’nin münşeâtları ile zirveye ulaştığı görülmektedir (Gültekin, 2007: 102)29.

XVIII. asırda edebiyat, renkli ve halka/avama ait unsurların içinde bolca olduğu bir hale bürünmüştür. Günlük konuşma diline yaklaşmış bir dil kullanılmıştır.

Münşeât-ı

Osman-zâde Tâib

,

Münşeât-ı Âsım

,

Münşeât-ı Lutfî

,

Mecmûa-i İnşâ

,

Münşeât-ı Mehmed

Reşîd

,

Mekâtib-i Müfîd

,

Münşeât Mecmûası

,

San’ât-ı Kitâbet

,

Risâle-i İnşâ

,

İnşâ

(3 adet

28XVI. yüzyıl nâsirleri arasında Zenbilli Ali Efendi, Kemâl Paşa-zâde Şemseddin Ahmed, Abdülganî Efendi,

Zâtî, Sehî Bey, Fuzûlî, Taşköprülü-zâde İsâmeddin Ahmed, Gelibolulu Mustafa Surûrî, Kınalı-zâde Hasan Çelebi, Ahdî, Ebussuûd Efendi, Pîrî Reîs, Seydî Ali Reîs, Birgivî Mehmet Efendi, Âşık Çelebi, Bâkî, Latîfî, Gelibolulu Âlî, Selânikli Mustafa Efendi, Lütfî Paşa gibi şahsiyetler yer almaktadır (Okumuş, 2011: 91-116).

29Bu asrın eserleri arasında Münşeât-ı Nâbî, Münşeât-ı Veysî, Münşeât-ı Nergisî, Münşeât-ı Nef’î, Münşeât-ı

Nev’î-zâde Atâyî, Münşeât-ı Latîfe, Münşeât-ı Abdülkerim Çelebi, Münşeât-ı Abdülganî-zâde Mehmet Nâdirî, Münşeât-ı Okçu-zâde, Menşe’ü’l-İnşâ, Behcetü’l-İnşâ, Düstûrü’l-İnşâ, Münşeât-ı Zuhûrî, Münşeât-ı Dahkî, Münşeât-ı Sâmî, Münşeât-ı Âlî Efendi, Münşeât-ı Mehmet Abdülbâkî, Münşeât-ı Seyyid Mustafa, Münşeât-ı Vânî Mehmet Efendi, Mekâtibü’l-Müfîd, Münşeât, Münşeât-ı Dîvân-ı Humâyûn, Münşeât-ı Âlî, Mekâtib-i Hulefâ ve Selâtîn, Münşeât Mecmûası (7 adet ayrı müstakil eser), Kitâb-ı İnşâ, İnşâ (5 adet ayrı müstakil eser), İnşâ-i Kadîm, İnşâ Mecmûası (4 adet ayrı müstakil eser), Münşeât (3 adet ayrı müstakil eser), Mecmûa-i Resâili ve’l-Fermânât ve Muâhedâtü’l-Devletiyye, Münşeât ve Resâil, Mecmûa-i Münşeât (4 adet ayrı müstakil eser), Ravzatü’l-İnşâ, İnşâ-i Mu’teber, Risâle fî-Beyâni’l-Mürâselât, Risâle-i İnşâ, İsimsiz (2 adet ayrı müstakil eser) adlı eserler sayılabilir. (Gültekin, 2007: 102-131).

ayrı müstakil eser),

İnşâ-i Mergûb

(4 adet ayrı müstakil eser) adlı müstakil eserler XVIII. asır nesrinin kuramsal metinleri olarak dikkat çekmektedir (Gültekin, 2007: 51-58)30.

Yukarıda yüzyıllara göre sıralanmış eserlere bakılırsa münşeât mecmûası açısından XV. asır, münşeât mecmûasının hiç görülmediği bir asır olarak tespit edilmiştir. XVI. asırda otuz sekiz; XVII. asırda elli dört; XVIII. asırda yetmiş yedi; XIX. asırda ise elli bir eserin kaleme alındığı görülmüştür (Gültekin, 2007: 85).

Devletin, inşâyı yönetmeliklerin ve resmî metinlerin ya da ders kitaplarının sınırları içine sıkıştırdığı bir dönem olarak XIX. asır dikkat çekmektedir31. XIX. asır, devlet eliyle yapılan müdahaleler neticesinde dilde sadeleşmeye gidildiği bir asırdır. Bu durum dönemin inşâ eserlerinde kendini rahatlıkla hissettirmektedir (Gültekin, 2007: 157)32. Tanzimat’a

30Bu dönem eserleri arasında Münşeât-ı Nevres, Münşeât-ı Râgıb (Telhîsât-ı Râgıb Paşa), Münşeât-ı Kânî,

Münşeât-ı Âtıf Mustafa, Münşeât-ı Münîf, Münşeât-ı Refîâ, Münşeât-ı Zeynî-zâde Hüseyin, Münşeât-ı Vehbî, Münşeât-ı Salih b. Hüseyin b. Osman b. Salih, Muharrerât-ı Husûsiye-i Neş’et, Münşeât-ı İbrahim Vehbî, Münşeât-ı Ahmed Resmî, Münşeât-ı İshak Hvâcesi Ahmed Efendi, Münşeât-ı Abdülkerîm b. Sinan

Efendi, İnşâ-i Mergûb-i Seyyid Vahdetî Çelebi, Münşeât-ı Esîrî, Münşeât-ı Bahaüddin Ahmed Cizyedâr- zâde, Mektûbât-ı Sezâî, Münşeât-ı Kâtib Hüsnî, Münşeât-ı Âbî, Mecmûa-i Münşeât, Mektûbât-ı İbrâhim Hâs, Münşeât-ı Nahifî, Münşeât-ı Hâfız Osmân, Münşeât-ı Seyyid Mehmet, Münşeât-ı Emîn, Münşeât-ı Mehmet Nesîb, Münşeât-ı Halîl Mâhir, Münşeât-ı Ebû Reşîd Hoca Mehmet Râsim b. Yûsuf Egrikapılı Çelebi, Münşeâtü’l-Letâif ve Sandûkatü’l-Ma’ârif, Münşeât-ı Abdullah Efendi, Mecmûa-i Eş’âr ve Münşeât, Münşeât Mecmûası (8 adet ayrı müstakil eser), Münşeât (3 adet ayrı müstakil eser), Mecmûa-i Münşeât (6 adet ayrı müstakil eser), Mecmûa-i Resâil, Münşeâtü’l-Mufassala li-Mülûki’l-Osmâniyye, Münşeât-ı Siyâsiye, Mecmûa-i Mektûbât, Mecmûa-i Münşeât-ı Resmiyye, Mektup Sûretleri (2 adet ayrı müstakil eser), Kitâb-ı İnşâ (2 adet ayrı müstakil eser), İlm-i İnşâ, İmlâ ve İnşâ, Nümûne-i İnşâ, Kitâb-ı İnşâ-i Mergûb, İnşâ-i Mergûb (2 adet ayrı müstakil eser), İnşâ-i Mergûbe, İsimsiz (11 adet ayrı müstakil eser), İnşâ Mecmûası adlı eserler zikredilebilir (Gültekin, 2007: 131-157).

31İnşâ-i Mergûb (13 adet ayrı müstakil eser), Münşeât-ı Mehmet Süheyl, Münşeât (3 adet ayrı müstakil eser),

İnşâ (2 adet ayrı müstakil eser), Münşeât-ı Said Efendi, İlm-i İnşâ ve Lûgati, Kitâbet Mecmûası, İlm-i İnşâda Müsta’mel Olan Lûgatler, İnşâü’l-Mergûbi’l-Matlûb, İnşâü’l-Mergûb (3 adet ayrı müstakil eser), İnşâ-yı Cedîd, İlm-i İnşâ (2 adet ayrı müstakil eser), İnşâ Mecmûası, Unvân-ı Mekâtib, Kitâb-ı İnşâ, Mecmûa-i Münşeât (2 adet ayrı müstakil eser) adlı kuramsal eserlerin yanında tarihi belli olmayan yaklaşık kırk beş tane inşâ ile ilgili eser bulunmaktadır (Gültekin, 2007: 58-85).

32 XIX. asır inşâ sahasının önemli eserleri arasında Münşeât-ı Hâcı Râsim, Münşeât-ı Enverî, Münşeât-ı

Âsım, Münşeât-ı Ebû Bekr Rif’at, Münşeât-ı Es’ad, Münşeât-ı Celâleddin, Bâhir Efendinin Bazı Tahrîrâtı, Münşeât-ı Celâl (2 adet ayrı müstakil eser), Münşeât-ı Rif’atî Mehmet, Münşeât-ı Târihiyye, Münşeât (6 adet ayrı müstakil eser), Münşeât-ı Münîb, İnşâ-yı Hayret (Riyâzü’l-Kütebâ ve Hıyâzü’l-Üdebâ), Dîvânü’l-İnşâ, İnşâ-i Mergûb-i Abdullah Şâkir, İnşâ (3 adet ayrı müstakil eser), İnşâ-i Mergûb-i Cedîd-Elkâb, Sûret-i Mektûb, Mecmûa-i İnşâ, İsimsiz, Kitâb-ı İnşâü’l-Mergûbi’l-Cedîd, İnşâ-i Mahsûsa, İnşâ Örnekleri, İlm-i Kitâbet, İnşâ ve Şiir Mecmûası, İnşâ-yı Husûsî, İnşâ-i Cedîd, Mecmûa-i Eş’âr ve Münşeât, Mecmûa-i Mekâtib ve Eş’âr, Mecmûa-i Münşeât (3 adet ayrı müstakil eser), Mecmûa-i Münşeât ve Eş’âr, Mektûbât ve Münşeât, İnşâ-yı Mergûb, Mecmûa-i Gazeliyât ve İnşâ, İnşâ-i Mergûb (4 adet ayrı müstakil eser), Mecmûa-i Eş’âr ve Fevâid ve İnşâ, Mecmûa-i Ulûm-i Kitâbet adlı eserler zikredilebilir (Gültekin, 2007: 157-171),

kadar mektup türü,

inşâ

denilen nesir sahasının bir parçası olarak değerlendirilmiştir (Batislam, 2009: 77; Gökyay, 1974: 17). Tanzimat’tan sonra ise inşâ, bir sanat kolu olarak değil bir bilim dalı olarak kabul edilmiştir (Karataş, 2012: 2176).

1836’da çıkarılan bir hatt-ı humâyûnla

reîsü’l-küttâb

lık makamı, umûr-ı hâriciye nezâretine çevrilerek bakanlık seviyesine çıkarılmış, artık eski inşâ yerini batılı anlamda daha farklı yeniliklere sahne olan yeni inşâya bırakmıştır. Eski inşânın kısmen etkisi ve izleri devam etse de oluşan yeni inşâ, birçok münşînin kalem oynattığı bir uğraş halini almıştır (Gültekin, 2007: 40).

Tanzimat sonrası kitâbet, resmî ve husûsî kitâbet başlığında çoğu zaman aynı yapıt içinde beraber ele alınmıştır. Bu yapıtlara önceleri

münşeât

ya da

inşâ

; bunları tertipleyenlere de

münşî

denirken Tanzimatla beraber kitâbet-i resmiye ve gayr-ı resmiye el kitâbı denmiş, yazışmalar için

kitâbet

, bu işle meşgul olanlara da

kâtip

denmiştir. Ayrıca kitâbet-i adliye, kitâbet-i askeriye, kitâbet-i hâriciye gibi yeni kavramlar da kullanılmaya başlanmıştır. Bu eserlerde kuramsal bilgilerin yanında açılan yeni okulların müfredâtlarına yetişmeye çalışan bir çaba görülmektedir. Bu dönemde inşânın değişim ve dönüşümünü içeren birçok eser hazırlanmıştır (Gültekin, 2007: 40-41)33. Kısaca Tanzimat ve sonrasındaki dönemde inşâ, köklü değişikliklere sahne olmuştur. Bu durumu Tanpınar,

“Türkçede nesrin teşekkülü için insanın ve cemiyet müesseselerinin değişmesi, tahsil

sisteminin Türkçeye dönmesi lâzımdı. İşte Tanzimat bunu yaptı.”

(Tanpınar, 1997: 33)

ifadeleri ile özetlemiştir.

Benzer Belgeler