• Sonuç bulunamadı

3. ORYANTALĠZMĠN ETKĠLĠ OLDUĞU ALANLAR

3.1. Edebiyat

3.1.1. Türk Edebiyatı ve BatılılaĢma Sorunu

Türk edebiyatı, Osmanlı Devleti‟nin Batıyı örnek almasıyla ve siyasi stratejilerin etkisiyle değiĢmeye baĢlamıĢ ve Batının yazınsal değerlerini yakından takip etmiĢtir. Batı edebiyatının türleri, konuları, eserleri örnek alınmaya ve çevirileri yapılmaya baĢlanmıĢtır. “Ülkemizdeki ilk örgütlü tercüme giriĢiminin, kayda değer ilk sömürgeleĢtirme hareketlerinin baĢ verdiği On Yedinci yüzyılda görülmüĢ olması da tesadüfi değildir. Ne var ki, NevĢehirli Ġbrahim PaĢa‟nın himayesinde, Nedim‟in baĢkanlığında kurulan yirmi beĢ kiĢilik tercüme kurulu, hayli naif, eklektik ve sığ olduğu görülen bir anlayıĢla, Ġmparatorluğun sorunlarının çözümüne iliĢkin ipuçlarını Antik Yunan‟da arayacaktır” (Alatlı, 2010: XXVIII).

Öncelikle askeri alanda Batının örnek alınması ve çeĢitli devlet kurumlarında yeniliklere gidilmesi, kaçınılmaz olarak kültür, sanat ve edebiyatı da etkilemiĢtir; ancak bu hızlı değiĢim süreci verimli olmamıĢtır. Batının edebi türlerinin karĢısında yüzyılların köklü geleneği Divan Ģiir vardır ve Batıyı görüp

dilini öğrenen yenileĢmeci mutasavvıflar, Divan Ģiirinin mazmunlar âlemine sırt çevirip bireyin merkeze alındığı yeni edebiyat türlerini denemeye giriĢirler. Zamanla, bu yeni fikirlerin etkisiyle, Ģiirin hüküm sürdüğü Türk edebiyatı öncelikle gazeteler (makaleler), sonra da roman ve tiyatro ile tanıĢır (Uysal, 2006: 363).

Batıyı örnek alma (ve bazen taklit etme) Türk edebiyatı camiası içinde tartıĢmalara, kutuplaĢmalara yol açmıĢtır. Aydın kesimin genel görüĢü Batıyı bilimsel geliĢmelerle örnek alırken öz değerleri unutmamak yönündedir. Ancak durum böyle olmamıĢ, Batıdaki bilimsel geliĢmeler takip edilmeyerek görünüĢe önem verilmiĢtir. Batının sosyal kuralları, modası, müziği gibi yüzeysel özellikler taklit edilmiĢtir. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti ise “…bir yanıyla Osmanlı Ġmparatorluğu‟ndaki yenileĢme hareketinin bir birikimiydi; ama öbür taraftan, yeni kurulan devlet, bu geçmiĢi reddeden ideolojik bir yönelimin içerisindeydi. Bu çatıĢmanın bir kimlik krizi doğurması kaçınılmazdı. Bu yüzden modern Türk edebiyat geleneği Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun miras bıraktığı karmaĢık kültürel kimlik sorunlarıyla hep iç içe oldu.” (Doğan, 2014: 15).

Tanzimat Fermanı ile edebiyatta yeni bir dönem açılmıĢ, Batının edebi ürünleri hızla Türkçeye çevrilmiĢ ve yerli eserlere de örnek olmaya baĢlamıĢtır.

Tanzimat dönemi çeviri faaliyetlerinde Voltaire, Rousseau, Fenelon gibi düĢünürlerin eserlerine ağırlık verilirken Hobbes, Locke, Marx, Hume, Nietzsche gibi ekonomist, bilim adamı veya rasyonalistlerin eserleri değerlendirilmemiĢtir (Alatlı, 2010: XXIX). Böylece, Batı ile Doğu arasındaki ayrımın temelinde yatan bilimsel, teknolojik ve felsefi ilerlemelerden geri kalınmıĢtır.

Nurdan Gürbilek, Batıyı örnek alan yazarlarımızdaki “endiĢe” kavramı üzerinde durmuĢ ve bu örnek almanın yazarlarda bir teslim olmuĢluk, kimliğini kaybediĢ olarak bireysel bir endiĢeye yol açtığını belirtmiĢtir. Bu endiĢe de zamanla cinsel kimliğe iliĢkin eril bir kaygı olarak kendisini göstermiĢtir. “Batı karĢısında yaĢanan yenilgi çoğu zaman tamlığı kaybetme korkusuyla, yetersizlik duygusuyla, muhtaçlığa çakılıp kalma endiĢesiyle; daha kavramsal bir ifadeyle söylersek bir narsisistik yaralanmıĢlık olarak yaĢanmıĢtı” (Gürbilek, 2014: 14). Batı, erkek konumuna yükselirken Doğu kadınlaĢmıĢtır. Romanlardaki karakterlerden kadın

olanlar genelde çok etki altında kalan, Batı romanları okuyan, o romanlardaki gibi bir hayat sürdüğüne inanan etkilenmiĢ zayıf kiĢilerdir. Yazarın kendisi de bir romancı olarak, Batıdan aldığı bir türün yazarı olarak etkilenmeyi içinde yaĢamakta ve bu endiĢesini romanlardaki kadın karakterlerde yansıtmaktadır (Gürbilek, 2014: 22-29).

Tanzimat romanlarında Batıyı örnek alan erkek karakterler eril kimliğini kaybeden, feminenleĢen, kılık kıyafetine ve hatta makyajına özen gösteren tipler olarak sunulmuĢtur. “Etkilenen eğer kadın değilse mutlaka kadınsılaĢmıĢ erkek, erilliğini yitirmiĢ ya da bir türlü erilleĢememiĢ erkektir bu romanlarda.” (Gürbilek, 2014: 48).

Bu endiĢenin diğer bir boyutu da, Batının örnek alındığı alafranga yaĢam tarzını eleĢtiren Tanzimat romancılarının kendilerinin alaturka bir yaĢama bağlı olmamalarıdır (Doğan, 2014: 32). Hem Batıyı örnek alıp hem de “aĢağılanmıĢlık”

duygusuna kapılmanın yarattığı paradoksun gerilimi Tanzimat dönemi romanlarına da yansımıĢtır. Bu paradoks “…Osmanlı-Türkiye edebiyatını besleyen en önemli gerilim kaynağı haline gelmiĢtir. Namık Kemal‟den Peyami Safa‟ya uzanan çizgi esas anlamda bu paradoks üzerinden Ģekillen[miĢtir]” (Doğan, 2014: 82). Yazar ve aydınların bu gerilimini Orhan Pamuk Ģu Ģekilde dil getirir: “Elbette yazılan ve okunan bir Türk romanı vardır, ama bu romanın Batı romanını tanıyan aydınlarda bir kısırlık ve yetersizlik duygusu uyandırdığı da doğrudur.” (Pamuk, 2011a: 179).

Batı edebiyatından alınan roman türü Türkçede henüz çok yeni olduğundan, Tanzimat dönemi yazarlarında gecikmiĢlik duygusu ve yeni arayıĢlar hâkimdir. Bu arayıĢlarda bazen baĢkaldırı, bazen ise uzlaĢma görülür (Parla, 2013: 74). Bu arayıĢlar ve ardı sıra gelen tartıĢmalar edebiyat eserlerinde de kendisini göstermiĢtir.

Tanzimat dönemi yazarları edebiyatımıza ilk romanları kazandırırken, ele aldıkları karakterler genellikle Batıyı düĢüncesizce taklit eden zengin züppe karakterlerdir. Bu alafranga züppelerin ilk örneği de Ahmet Mithat‟ın Felâtun Bey‟inde görülür (Gürbilek, 2014: 44). “Ahmet Mithat‟ın „Felatun Bey‟leri, Recaizâde‟nin

„Bihruz‟ları, Ömer Seyfettin‟in „Efruz‟ları Tanzimat (ve hatta 20. yüzyıl) edebiyatının ana karakterlerinden birini oluĢturmuĢlardır.” (Mardin, 2013: 15). Bu karakterler zamanla birer “tip”e dönüĢmüĢ ve sürekli iĢlenmiĢtir. Batının dıĢarıdan görünen özelliklerini taklit etmeyi modernleĢme olarak kabul ederler. Güzel kıyafetler giymek, yeni arabalar satın almak, eğlencelere katılmak, gösteriĢ

yapabilmek bu tipler için BatılılaĢmaktır. Alafranga züppe, zamanla alafranga haine dönüĢmüĢtür (Moran, 2013: 259). Hilmi Yavuz‟a göre “Ahmet Mithat Efendi de, Recaizade de „Oryantalizm‟in tuzaklarına düĢmemek firasetini göstermiĢlerdi. Onlar için alafranga züppelik bir istisna‟ydı; -bugün içinse bir kural, bir norm, neredeyse…” (Yavuz, 2003).

Edebiyatın BatılılaĢması konusunda gelen itirazların yanında bazı yazarlar Batının, ürettiği eserler bazında hakkını vermek gerektiğini de ileri sürmüĢlerdir.

Bunlardan biri olan ġemsettin Sami (1850-1904) Medeniyyet-i İslâmiyye (1879-1885) isimli kitabında bu düĢüncesini Ģu Ģekilde belirtmiĢtir: “Bugün, Ġslâm medeniyetinin ne dereceye kadar yükselmiĢ olduğunu ve günümüz medeniyetinin bu medeniyetten doğduğunu bize gösterenlerin ve hatta seleflerimizin bizce meçhul olan pek çok eserini gözümüzün önüne koyanların Avrupalı bilginler olduğunu unutmamalıyız.” (aktaran Doğan, 2014: 30). ġemsettin Sami, “Şiir ve Edebiyattaki Teceddüd-i Ahirimiz” baĢlıklı yazısında ise Türk edebiyatının gerçeklikten uzak bir masallar diyarı olduğunu, bunları çocukların bile okumayacağını söyler (aktaran Moran, 2013: 9-10). ġemsettin Sami gibi düĢünen yazarlara göre Batı edebiyatını örnek alarak romana geçmek, “hayalcilikten akılcılığa, çocukluktan olgunluğa, kısacası ilkellikten uygarlığa” geçmektir (Moran, 2013: 11).

Aydınların arasındaki tartıĢmaların genel ekseni, Osmanlı değerlerini korurken Batıyı da yakalayabilmek çevresinde yoğunlaĢmıĢtır. Batının yüzeysel görünüĢünü taklit etmekle hiçbir yere varılamayacağın, sadece gülünç duruma düĢüleceğini belirten yazarlar da olmuĢtur. “Önce Ahmet Mithat Efendi okuyucuya öğretmenlik yapıyor, sonra o ve diğerlerinin gayreti „nasıl Osmanlı kalsak da Frenk mukallidi olmasak‟ tezi etrafında yoğunlaĢıyor. Tanzimat‟tan bu yana hangi esere baksak, bir Rakım Bey‟le Felatun Efendi karĢılaĢtırması bulursunuz. Bu sabitleĢen züppe ile Osmanlı kutuplaĢması konusu, Osmanlı aydınının modernleĢme olgusunu kavramaktaki aczinin bir göstergesidir. 19. Yüzyılın son çeyreğindeki çalkantılarda edebiyatçılar Servet-i Fünun çevresinde teknolojik yenilikleri tanıtmakla meĢguldür.

Abdülhamid sansürünü mazeret diye göstermek yetmez. Osmanlı aydını, içindeki dünyayı yeterince tanısa bu sansürün kurduğu ağın dıĢına çıkmasını bilirdi.” (Ortaylı, 2004: 21).

Tanzimat Dönemi edebiyatında baĢlayan bu tipler karĢılaĢtırması uzun süre varlığını korumuĢtur. Pek çok yazar, eserinde Doğu ile Batıyı karakterler veya diyaloglar üzerinden karĢı karĢıya getirmiĢ, kıyaslama yapmıĢtır. Örneğin Ahmet Hamdi Tanpınar (1901-1962) Huzur (1948) adlı romanında karakterlerini Ģu Ģekilde konuĢturur: “ġark bu, güzelliği de burada. Tembel, değiĢmekten hoĢlanmaz, geleneklerinde adeta mumyalanmıĢ bir dünya (…) yarı Ģiir bir hülyada, realitenin sınırlarında yaĢamıĢ. Maamafih bu hâli benim hoĢuma gitmiyor, deve kervanı ile seyahat gibi ağır ve yorucu geliyor.” (Tanpınar, 2013: 182).

Osmanlı Devleti ve daha sonra Türkiye Cumhuriyeti, yüzünü Batı medeniyetine döndüğü için kendi içinde de bir oryantalistleĢme süreci yaĢamıĢtır. Bu süreç, Balkan ülkelerinde yaĢanan kayıpların etkisiyle on dokuzuncu yüzyılın sonlarında baĢlamıĢtır. “Osmanlı Devleti kendini bir yandan Doğu‟nun bir parçası olarak görürken diğer yandan Türklerin diğer Doğu halkları üzerinde üstünlüğü düĢüncesine dayalı bir hegemonya oluĢturmaya çalıĢ[mıĢtır]” (Doğan, 2014: 16).

Diğer Doğu halklarının karĢısında duyulan üstünlük duygusu, ülke içinde çeĢitli gruplar arasında da kendini gösterir. ModernleĢme önem kazandıkça, ekonomik olarak güçlü bir kesim modernleĢmeyi/Batıyı yakaladığını düĢünür ve kendi ülkesindeki fakiri, köylüyü geri kalmıĢ, cahil kimseler olarak nitelendirir. “Batı bizi

„öteki‟ olarak zihnen temellük ederken, biz daha da ileriye gidiyor ve kendimizi

„öteki‟ olarak temellük etmeye baĢlıyoruz! Batı bizi nasıl anlıyorsa, biz de kendimizi onların (Batılıların) bizi anladığı gibi, iĢte tastamam öyle anlamaya çalıĢıyoruz. Ve elbette bilinci ayniyetinden söz edemiyoruz artık.” (Yavuz, 1999: 27).

Batıda yaĢanan geliĢmeleri yakalamaya önem veren aydınların yanı sıra Osmanlı değerlerine, tarihine, Ġslâm‟a önem veren yazarlar da vardır. Bunların baĢında Namık Kemal (1840-1888) gelmektedir. “Namık Kemal‟in özgürlükçülüğü ulusçu bir esasa dayanmaz. Onun „vatan‟ı Ġslamların vatanıdır. Laik de değildir.

Latin harflerine karĢıdır. Medeni Kanun‟un adını ağzına almaz.” (Ortaylı, 2014: 29).

Ünlü oryantalist Ernest Renan‟ın 1883 yılında verdiği “İslamiyet ve Din” baĢlıklı konferans üzerine yazdığı müdafaa, daha sonra yazılacak müdafaaların da önünü açmıĢtır. Renan, verdiği konferansta Ġslâmiyet‟in, bilimin önünde bir engel olduğunu savunmuĢtur. Namık Kemal ise Renan‟ın görüĢlerine karĢı çıkarak, sadece onun

değil, ġark ile ilgilenen diğer araĢtırmacıların da Ġslam hakkında çok cahil olduklarını iddia etmiĢtir (Kemal, 1962: 13). “Mâlûmdur ki Avrupa‟da Diyânet-i Ġslamiyye‟nin tedkikiyle uğraĢanlar, ya Hıristiyanlık‟a mu‟tekıddir, ya değildir. Eğer Hıristiyanlık‟a mu‟tekıd ise, fikr-i aslîsi bu tedkîkatın tecrid-i nefs ve iltizâm-ı hak ile icrâsına mâni oluyor.” (Kemal, 1962: 16). Doğu bilimleri uzmanı Joseph Von Hammer‟ın (1774-1856) yazılarına eleĢtiride bulunarak Ġslamiyet hakkında son derece cahil olduğunu, verdiği bazı bilgilerin “kim bilir kimden iĢittiği bir maskaralık olduğunu” iddia etmiĢtir (Kemal, 1962: 15).