• Sonuç bulunamadı

2. ORYANTALĠZMĠN TARĠHSEL GELĠġĠMĠ

2.1. Haçlı Seferleri ve Oryantalizm

Onur Bilge Kula, Batı-Doğu karĢıtlığı durumunun baĢlangıcı olarak Haçlı seferlerini gösterir. Türklerin Avrupa‟ya hızla ilerlemeleri, Avrupa‟nın üzerinde oluĢturduğu coğrafi tehdit, Avrupa insanının bu duruma karĢı koyma endiĢesiyle birleĢme yolu aramasına sebep olmuĢ ve bu yol da büyük bir Haçlı ordusu olarak görülmüĢtür. Denilebilir ki ayırma ve ötekileĢtirmenin kökeni dinseldir. Onur Bilge

Kula, bu durumu Ģu Ģekilde tarihlendirir: “Biz ve öteki söylemi en açık biçimde din alanında, yani, Hıristiyanlık-Ġslam karĢıtlığında belirginleĢtirilmiĢ ve gerekçelendirilmiĢtir. Tarihsel açıdan söz konusu söylemin belirginleĢme sürecinin bazı önemli yapıtaĢları ve aĢamaları Ģöyle betimlenebilir: Avrupa Hıristiyanlığını Türklerin egemenlik alanını geniĢletmeleri konusunda uyaran ve Türk ilerlemesini durdurmak için, Avrupalıları Doğu Hıristiyanlığının yardımına çağıran Bizans Ġmparatoru I. Aleksios Komnenos‟tur. Anılan imparator 1088 yılında Flandre Kontu Robert‟e bir mektup yazarak, Doğu Hıristiyanlığını Türklere karĢı koruma konusunda destek istemiĢtir. Anılan imparator bu mektupta Türklerin Hıristiyanların kutsal yerlerini ve kadınlarını kirlettiklerini, Hıristiyanları acımasızca öldürdüklerini öne sürmüĢtür.” (Kula, 2011: 5).

Thierry Hentsch, Haçlı Seferleri‟nin kaynağının aslında bir yanılgı olduğunu belirtir. Papa II. Urbanus‟un, Hıristiyan halkları birleĢmeye ve savaĢa çağırırken tek amacı Bizans‟a yardım etmek değil, papalığın gücünü pekiĢtirmek istemesidir. Haçlı Seferleri‟ne çağrı amacıyla verdiği vaazda Ģu kıĢkırtıcı ifadeleri kullanır: “Nefret edilmeyi hak eden, insan onurundan nasibini almamıĢ ve Ģeytanın esiri olmuĢ bu imansızlar ırkının, her Ģeye kadir Tanrı‟nın sevgili kullarına karĢı zafer kazanması bizler için ne utanılacak bir Ģey olurdu.” (aktaran Hentsch, 2008: 62). Hıristiyan halklarının birliğini sağlamak amacıyla yapılan bu çağrı zamanla bir sömürge seferine dönüĢmüĢtür. Dinsel ve savaĢçı coĢkular tetiklenerek, aslında kurtulma gibi bir dertleri olmayan Kudüs Hıristiyanlarını kurtarma gayesi ortaya konmuĢtur. Kudüs yolu üzerinde bulunan Selçuklular da düĢman ilan edilmiĢtir. “Gerek hasım gerek dava konusunda bir yanlıĢ anlama söz konusudur ve sonuç olarak ister Filistinli Hıristiyanlar ister Bizanslılar söz konusu olsun, kurtarıcısı olmaya soyunulan halklar hakkında da bir yanılgı vardır.” (Hentsch, 2008: 62). Hentsch de Doğu-Batı ayrılığının baĢlangıcı olarak Haçlı seferlerini göstermeyi uygun görmektedir. “Akla ilk gelen varsayım, bu ayrılığın 11-13. yüzyıllar arasında Haçlı seferleriyle birlikte baĢladığı. Gerçekten de, o dönemde Avrupa Hıristiyanlığı (Yunan-Bizans Hıristiyanlığından ayırmak için Germen-Latin Hıristiyanlığı demek belki de daha doğru olacaktır) Ġslamiyet‟le somut olarak karĢı karĢıya gelir ve „Muhammed‟in dini‟ni dert etmeye baĢlar.” (Hentsch, 2008: 50).

Haçlı ordusunun ilk amacı Kutsal Topraklar olan Kudüs‟ü iĢgal etmek ve bunu takiben zengin Doğu topraklarına egemen olmaktı. Doğu ve Batının fiziksel ilk karĢılaĢması, Haçlı seferlerinin baĢladığı 1099 yılına dayandırılır. Haçlı ordusu yolunun üzerinde ilk olarak Anadolu‟da yaĢayan halklara rastlamıĢ ve bunların hepsine Türkler diyerek karĢısına aldığı toplumun tamamına bu isimle hitap etmiĢtir.

Türklerin Anadolu‟ya hâkim olmaları Bizans Ġmparatoru Basileus Aleksios Komnenos‟u endiĢelendirmektedir. Batıdan yardım talep etmiĢ, bu yardım da 1096 yılında gelmiĢtir. Ancak Basileus‟un yardım talebinin amacı bir Haçlı ordusu oluĢması değil, kendi güvenliğini sağlayacak birliklerin temin edilmesidir. “Bu nedenle imparator iman aĢkıyla dolu, savaĢa susamıĢ, savaĢçı erdemlerini her Ģeyin üstünde tutan ve Ġsa adına savaĢan bu Ģövalyeleri ürküntüyle karĢılamıĢtır.”

(Hentsch, 2008: 64).

Ağustos 1096 tarihinde Frenk ordusu, Ġmparator Basileus tarafından Ġznik‟e bir günlük uzaklığa yerleĢtirilir. Büyük bir Frenk kalabalığının Konstantinopolis‟e ilerlediğini haber alan Selçuklu Sultanı Kılıç Arslan (1079-1107) Haçlı ordusunun niyetini tam olarak bilmese de, Ġznik‟i almaya geldiklerini düĢünerek tedirgin olmuĢtur (Maalouf, 2006: 20). Ġlk çarpıĢmayı Kılıç Arslan kazansa da daha sonra Anadolu Beylikleri arasındaki tartıĢmalara yönelmesi sebebiyle büyük bir yenilgi alır (1097) ve Frenk ordusunun ilerleyiĢi devam eder. Kılıç Arslan‟ın yenilgisini ġamlı vakanüvis Ġbnü‟l-Kalanisi Ģöyle anlatır: „‟Ġslam açısından utanç verici bu olay öğrenildiğinde, tam bir panik yaĢandı. Korku ve endiĢe muazzam boyutlara ulaĢtı.‟‟

(aktaran Maalouf, 2006: 31).

Kılıç Arslan‟ın yenilmesinin ardından Frenklerin Antakya‟yı almaları ve yavaĢ ama emin adımlarla Suriye‟de yayılmaları gerçekleĢmiĢtir. Frenklerin bu baĢarısının temelinde aslında Türk ve Arap liderlerin sürekli birbirleriyle didiĢmeleri yatmaktadır. Ġktidar kavgalarına o kadar gömülmüĢlerdir ki bu amaç uğruna zaman zaman Frenklerle ittifak oluĢturmuĢlardır. Vakanüvis Ġbnü‟l-Esir bu durumu Ģu cümleyle anlatır: “Sultanlar pek anlaĢamıyordu, Frenkler ülkeyi bu sayede ele geçirebildiler.” (aktaran Maalouf, 2006: 64).

Frenklerin Doğuda yayılmalarının baĢ mimarları olan Saint-Gilles, Godefroi ve Bohèmond‟un 1100 yılında arka arkaya saf dıĢı edilmeleri Selçuklu Sultanı Dukak‟a cesaret verir ve Godefori‟nin kardeĢi Urfa senyörü Baudouin‟e bir tuzak hazırlar. Eğer baĢarılı olursa Batılıların yenilmezlikleri kırılacak, Doğuya cesaret gelecek ve Dukak da kurtarıcı sıfatına hak kazanacaktır. TrablusĢam emiri Fahrü‟l-Mülk ise Dukak‟ın metbuluğunu tanımamak adına bu tuzağı detaylarıyla Baudouin‟e anlatınca Dukak‟ın baskını baĢarısız olur. (Maalouf, 2006: 69-70) Bu baĢarısız baskından sonra Baudouin Filistin‟e ulaĢıp kendisini Kudüs Kralı ilan eder. “Arap dünyasındaki iflah olmaz parçalanma karĢısında, Frenk devletleri en baĢından itibaren kararlılıkları, savaĢçılık değerleri ve göreli dayanıĢmalarıyla gerçek bir bölgesel güç olarak sivrileceklerdir.” (Maalouf, 2006: 71). Bu baĢarısız pusudan sonra 1101 yılında Frenkler üç kere Anadolu üzerinden Doğuya gitmeye çalıĢmıĢlarsa da, artık tecrübe kazanmıĢ Kılıç Arslan ve DaniĢmend, kurdukları ittifak sayesinde onlara izin vermezler ve yenilgiye uğratırlar. Akınlar düzenleyen Batılıların tek kusuru sayıca eksik olmalarıdır ancak bu kusuru “yıllar yılı aĢmalarını sağlayan ürkütücü –kalelerinden daha ürkütücü- bir kozları vardır: Arap dünyasının uyuĢukluğu.” (Maalouf, 2006: 73).

TrablusĢam ve Beyrut bir yıl arayla (1109-1110) Frenklerin eline geçmiĢtir.

TrablusĢam Batılılar tarafından fethedildikten sonra büyük bir yağma hareketi baĢlamıĢtır. Kütüphanelerdeki binlerce eserden uygun görülmeyenler yakılır. ġehir sakinlerinin çoğu köle olmuĢ, bir kısmı da mallarına el konularak sürülmüĢtür (Maalouf, 2006: 84-85). Ġki yıl içinde Frenkler Arap dünyasının en önemli Ģehirlerinden üçünü (TrablusĢam, Beyrut, Sayda) ele geçirip yağmalamıĢlar, insanları sürgüne mecbur bırakmıĢlardır. Kadılar ve kanun adamları ya öldürülmüĢ ya da sürgün edilmiĢtir. On üç yıldır Arap topraklarına seferler düzenleyen, yağmalayan Batılıların etkisiyle, tehdit altındaki Ģehirlerde bir uyanma baĢlamaktadır. “Uzun süredir resmi nutukları süsleyen bir slogan olmaktan öteye gidemeyen „cihat‟

yeniden sahneye çıkar.” (Maalouf, 2006: 86). 1111 yılında Kadı Ġbnü‟l-HaĢeb önderliğinde Halep‟te baĢlayan eylemler giderek yayılmıĢtır. Sultan Muhammed ordusunu toplayıp giriĢimde bulunduysa da Halep Sultanı Rıdvan Frenklerden korktuğu için bu giriĢime yanıt vermemiĢtir. Yine 1115 yılında Sultan Muhammed

tarafından Suriye‟ye gönderilen ordu, Frenk ve Arap birleĢik kuvvetleriyle karĢılaĢınca geri çekilir. Halep‟in baĢına zamanla Ġlgazi ve ardından ümit vadeden Belek getirilse de Müslümanların sorunlarına kesin çözüm olamamıĢlardır.

Uzun yıllar süren Haçlı Seferleri sırasında Batı, Doğuya Ģiddet göstererek üstünlük kuramayacağını anlayınca Doğuyu tanımaya yönelmiĢtir. “Ġslâm‟ın karĢısına silahla çıkmaktan ziyade, misyonerlerle çıkmaya baĢla[mıĢtır].” (Zakzûk, 2006: 7). On ikinci yüzyılda Batıya Ġspanya aracılığıyla, Ġslam hakkında nesnel bilgiler ulaĢmaya baĢlamıĢtır. Bu bilgilerin ardında safça bir bilgi edinme isteğinden çok kötü niyet vardır. “İslam nesnel bir şekilde anlaşılmalıdır ki kilisenin neye karşı olduğu daha iyi bilinsin” anlayıĢı hâkimdir. “Çürütebilmek için ötekini daha iyi tanımamız gerekir. Temelde, genel olarak günümüze kadar değiĢmeyen bir tavır:

Bugün pek çok Katoliğin Ġslam‟a karĢı gösterdiği anlayıĢ, sonuçta onu Hıristiyan inancı „içerisine almaya‟ yarar” (Hentsch, 2008: 72). Bir baĢka deyiĢle bu çalıĢmalar tanıma veya sempati duyma maskeleri altında yok etme çabasıdır. Doğuyu (Müslümanları) anlamak için Batının önce Arapça öğrenmesi gerekmiĢtir. Bu amaçla 1613‟te Hollanda‟da, 1632‟de Cambridge‟de ve 1634‟te Oxford‟da kurulan Arapça kürsüleriyle dil çalıĢmaları ve eser çevirme iĢlemleri baĢlamıĢtır. Cambridge Üniversitesi‟nde 1636 yılında açılan Arapça Bölümü‟nün amacı sadece dil veya edebiyat öğrenmek değil, Müslümanlığa ilgi duyulmasını engellemek, Hıristiyanlık öğretisine eğilimi arttırmaktır. “Ġslâmiyeti tenkit ederek fikrî planda fütuhatını durdurma, Hıristiyan Batı ülkelerinde Ġslâm‟ın cazibesini giderme, Hıristiyanlığı yayma maksatlarına 19. asırda sömürgecilik de eklenince oryantalizm çalıĢmaları daha geniĢ boyutlara ulaĢtı.” (Zakzûk, 2006: 8).