• Sonuç bulunamadı

2. ORYANTALĠZMĠN TARĠHSEL GELĠġĠMĠ

2.6. Sosyal Darwinizm

Avrupa‟da bilimin ilerlemesiyle pek çok kuram ve bilimsel gerçeklik ortaya atılmıĢ ve geliĢtirilmiĢtir. Bunların en önemlilerinden biri, on dokuzuncu yüzyılda Ġngiliz biyolog Charles Darwin (1809-1882) tarafından İnsanın Türeyişi (1871) ve Türlerin Kökeni (1859) kitaplarıyla geliĢtirilen evrim kuramıdır. Ġnsan düĢüncesinin dinin sınırlarından kurtulmasını ve tamamen bilime yönelmesini savunan Darwin‟in evrim kuramı elbette büyük yankı uyandırmıĢ ve pek çok çalıĢmaya kaynak oluĢturmuĢtur. Avrupa‟nın Doğuya yöneliminin arttığı ve sömürge savaĢlarının yoğun olduğu böyle bir dönemde Darwin‟in evrim kuramı bazı araĢtırmacılar tarafından “güçlü olan hayatta kalır” ilkesine dönüĢtürülmüĢ ve bu durum da sosyal Darwinizmi doğurmuĢtur.

Sosyal Darwinizm, Darwin‟in biyolojik evrim hakkındaki düĢüncelerinin toplumsal alana yorumlanmasıdır. Biyolojik evrimsel değiĢikliği ve hayata adapte

olup yaĢayabilme düĢüncesini Darwin eserinde açıklamaktadır: “Toplumun en ilkel durumunda, en sağgörülü (basiretli), en iyi silahları ya da tuzakları bulup kullanmıĢ, kendilerini en iyi savunabilmiĢ bireylerin en çok sayıda döl bıraktığını anlayabiliriz.

Böyle insanların en çok bulunduğu boylar büyür ve öbür boyların yerini kapar.”

(Darwin, 2014: 159). Yine İnsanın Türeyişi adlı kitabında Ģu açıklamaları yapar:

“Yabanıl insanların vücutça ve kafaca zayıf olanları eleniverir; ve sağ kalanlar, çoğunlukla, gerçekten sağlıklı kimselerdir. Öte yandan biz uygar insanlar, elenme sürecini engellemek için elimizden geleni yaparız; geri zekâlılar, sakatlar ve hastalar için bakımevleri kurarız; yoksulları koruma yasaları çıkarırız; tıp uzmanlarımız, her hastayı yaĢatmak için en son ana dek bütün ustalıklarını gösterir. Vücutça zayıf oldukları için eskiden çiçek hastalığından ölebilecek olan binlerce kiĢinin aĢılanarak sağ kaldıklarına inanmak için gerekçe vardır. Böylece uygarlaĢmıĢ toplumların zayıf bireyleri kendi soylarını sürdürmektedir.” (Darwin, 2014: 165). Ayrıca Darwin‟e göre canlılar, kendilerini besleyecek kaynaklardan daha çok ve daha hızlı üremektedir, bu durum da hayatta kalmak için rekabeti doğurur. Darwin‟in bu gibi açıklamalarını araĢtırmacılar “güçlü olanın (en uygunun, idealin) zayıf olanı yenerek hayatta kalması” Ģeklinde yorumlamıĢ ve bu fikrin sosyolojiye uyarlanmasıyla

“güçlü olan toplumlar (uluslar, gruplar) güçsüz olan toplumları yenerek hayatta kalır” görüĢü benimsenmiĢtir.

Sosyal Darwinizm doğal ayıklanma yasasından yola çıkarak insanın tek amacının hayatta kalmak olduğuna inanmıĢ, böylece insana dair diğer tüm değerler önemini yitirmiĢtir (Doğan, 2003: 45). “YaĢamak için mücadele” kapitalist toplumun bir özelliğidir ve bu kavram biyolojik bir prensip haline geldikten sonra sosyolojinin bir kuralına dönüĢtürülmüĢtür. SanayileĢme ve ticaretin hızla geliĢtiği on dokuzuncu yüzyılda, yaĢamak için mücadelenin ve buna bağlı olarak doğal ayıklanmanın gerekliliğinin savunulmasına çok uygun bir ortam vardır (Doğan, 2003: 44). Bu ortamdan esinlenerek sosyal Darwinizm görüĢünü geliĢtiren araĢtırmacılar Herbert Spencer (1820-1903), Thomas Robert Malthus (1766-1834), Francis Galton (1822-1911) olmuĢtur. Bu görüĢ, sömürgeci güçlerin, kendi eylemlerini meĢrulaĢtırmaya ortam hazırlamıĢtır. Emperyalist düĢünce ve kölelik uygulamaları, Darwinci bir düĢünce düzlemine oturtularak, dönemin kutsal alanı olan bilimle desteklenmiĢtir.

Böylece üstün (bu durumda Batılı) ırkların hayatta kalacağı, alçak ve geliĢememiĢ (Doğulu) ırkların ise zamanla yok olacağı düĢüncesi bir kılıf olarak kullanılmıĢtır.

“Bilimsel bir kuram olarak biyolojik evrimciliği önceleyen toplumsal evrimcilik, gözlem ve tümevarım yoluyla bir gün çözülüvereceği hiç de kesin olmayan eski bir felsefi sorunun sahte bir bilimsellikle süslenmiĢ halinden baĢka bir Ģey değildir”

(Lèvi-Strauss, 2010: 30).

Sosyal Darwinizmin basit bir tanımı olmamakla birlikte, ortaya atan bir ideologu da bulunmamaktadır. Kapitalizmi ve sömürge faaliyetlerini meĢrulaĢtırma Ģeklinde kendisini göstermiĢ bir kavramdır. Ġlk olarak, kiliseye karĢı seküler ahlak savunması Ģeklinde ve yönetici sınıfın yozlaĢan doğalarına karĢı ortaya çıkmıĢtır (Tanar, 2011: 22). Ulusçuluk hareketlerinin artmasıyla birlikte sosyal Darwinizm, öjeni düĢüncesi (sağlıksız ceninleri ayırıp sağlıklı ceninleri yetiĢtirme yollarını arayan toplumsal düĢünce) ile beraber ırkçılığı da içinde barındırmaya baĢlamıĢtır.

Uluslararası ticaretin artmasıyla da daha sert bir söylem kazanmıĢtır. “Buna göre, beyaz ırkın, yani Batı‟nın, dünyanın geri kalanından daha ileride olması, biyolojik evrim sürecinde daha güçlü ırk özellikleri kazanmasının kaçınılmaz sonucuydu”

(Tanar, 2011: 26). BaĢka bir deyiĢle Batının üstünlüğü doğa kanunlarına dayanan bir olaydır, olması gerekendir. Zayıf olan elenmelidir ve böylece doğal geliĢim devam etmelidir.

Osmanlı aydınlarını da büyük ölçüde etkileyen alman biyolog Ernst Haeckel (1834-1919), Darwinizm ile sosyolojinin bir arada ele alınamayacağını savunsa da ırkların fiziksel özelliklerine göre çeĢitli sınıflandırmalar yapmıĢ ve Akdeniz uluslarını hem zihinsel hem fiziksel olarak en üstün insanlar olarak göstermiĢtir (Tanar, 2011: 41). Toplumsal hayat düĢünüldüğünde yaşamak için mücadele yerine geçim araçları için rekabet ifadesini tercih etmekte ve bu rekabetin, beraberinde geliĢimi getirdiğini savunmaktadır (Doğan, 2003: 65-66). Yine aynı bilim adamına göre geri kalmıĢ ırkları geliĢtirmeye çalıĢmak boĢ bir uğraĢtır çünkü ırksal eĢitsizlik sonradan giderilemez ve bu geri kalmıĢ ırkların Akdeniz ırkları karĢısında yok olmaları kaçınılmazdır.

Osmanlı ve Arap dünyasını etkilemiĢ bir diğer bilim adamı Ludwig Louis Büchner‟dir (1824-1899). Büchner‟e göre insan aklı, yaĢamak için gerekli olan mücadeleyi düzenleyecektir. KarĢılıklı yağmalama zihniyetinin, eĢit Ģartlar prensibiyle değiĢtirilmesi gerektiğini vurgulamıĢtır (Doğan, 2003: 67). Aklın geliĢmesiyle doğal ayıklanma ve mücadele önce sınırlanacak, sonra ortadan kalkacaktır. Alman bir biyolog olan Alfred Ploetz (1860-1940) ise sağlam, sağlıklı ve üstün ırkın korunmasının önemli olduğunu ve tüm insanlara eĢit muamele edilmemesi gerektiğini savunmuĢtur. Beyaz üstün ırkın korunması gerekir ve sosyal mücadelede baĢarısız olanlar açlığa, yok olmaya mahkûmdur (Tanal, 2011: 45).

Osmanlı aydınları üzerinde etkisi olmuĢ bir diğer bilim adamı Fransız psikiyatr Gustave Le Bon‟dur (1841-1931). Le Bon, Ploetz gibi, uygun ve üstün olmayan bireyleri hayatta tutma veya geliĢtirme çabalarını yersiz bulmaktadır. Üstün ırkların bir araya gelip çoğalması gerekmektedir. Le Bon için ilerlemenin Ģartı mücadeledir ve mücadelenin Ģiddeti azaldıkça gerileme baĢlar (Tanar, 2011: 57).

Irkçılık ile bağlantılı olarak mücadeleyi savunan en önemli isimlerden birisi de Ludwig Gumplowicz‟dir (1838-1909). Tarihsel ve sosyal özellikleriyle yapılanmıĢ varlıklar olarak tanımladığı ırkların birbiriyle mücadele etmelerini, savaĢmalarını kaçınılmaz görmüĢtür. “Avrupalılarla Asya ve Afrikalıların barıĢ içinde birlikte yaĢayacakları bir noktaya gelmelerinin mümkün olmadığını çünkü zayıfların yok edilmesi gerektiğini belirtmektedir.” (Doğan, 2003: 80).

Friedrich Wilhelm Nietzsche (1844-1900) ise yaşamak için mücadele fikrini kabul ederken bu mücadelenin, doğal kaynakların azlığından değil insandaki “güç elde etme” arzusundan doğduğunu ileri sürmüĢtür. Bu mücadelenin açlıktan kurtulmak için olduğunu söylemek, meĢru bir kılıf aramanın sonucudur (Doğan, 2003: 110). En iyinin hayatta kalması, doğal ayıklanma, güçsüzün korunmasının tehlikeli olması gibi durumları kabul etmiĢtir. Güç istemi ve üstün insan doktrinlerini savunan Nietzsche, “savaĢ ve Ģiddeti, temizleyici ve gerekli; cesaret verici ve değiĢimi meydana getirici; pasif ve zayıflatıcı demokrasinin panzehiri olarak görmekteydi.” (Doğan, 2003: 111).

Arap dünyasında Batıdaki bilimsel geliĢmelere önem verilmesi on dokuzuncu yüzyılda hız kazanmıĢ ve Darwin‟in düĢüncelerini ele alan bilim adamları olmuĢtur. Materyalist düĢünceyi sistemli bir Ģekilde Arap dünyasına ilk tanıtan kiĢi olan ġibli ġümayyil, Büchner‟in Darwin üzerine yazdığı kitabı tercüme etmiĢ ve görüĢleriyle Doğu dünyasında büyük tepki toplamıĢtır (Doğan, 2003: 126).

Batılıların ilerlemesinin nedeni olarak kimya, fizik, biyoloji alanlarındaki çalıĢmaları göstermiĢ, Doğuluların bunlara önem vermediği için geri kaldığını belirtmiĢtir.

Darwin‟in doğal ayıklanma teorisini dinsel alanda açıklamak istemiĢtir. Doğada çevre Ģartlarına en iyi ayak uyduranların hayatta kaldığı gibi, dinin de hayatta kalmak için çevreyle beraber değiĢtiğini belirtmiĢtir (Doğan, 2003: 127). Doğulu bir bilim adamı olan Salama Musa (1887-1958) Darwin‟in savunuculuğunu üstlenmiĢ ve ġümayyil gibi ağır eleĢtirilere maruz kalmıĢtır.

Darwin‟in evrim teorisinin toplumsal alana uygulanmaması gerektiğini, söz konusu durumun insanlar için değil, hayvanlar için geçerli olduğunu düĢünen araĢtırmacılar da vardır. Darwin‟in en büyük destekçilerinden olan Thomas Henry Huxley (1825-1895) bunlardan birisidir. Huxley‟e göre toplumsal alanla doğa alanı arasında büyük fark vardır ve birbirlerine karıĢtırılması tehlikelidir. Hatta baĢarılı olmak için insanın, içindeki evrim geçirmiĢ canavarı yenmesi gerektiğini ileri sürmüĢtür (Tanar, 2011: 20).

Rus sosyolog ve anarĢizm kuramcısı Pyotr Kropotkin (1842-1921) ise Darwin‟in hayatta kalmaya iliĢkin düĢüncelerine farklı bir yorum getirerek en güçlü veya en uygunun hayatta kalıp güçsüzün yok olması fikrine karĢı çıkmıĢ, hayatta kalmanın mücadeleyle değil yardımlaĢma ile mümkün olduğunu ileri sürmüĢtür.

Aslında Darwin‟in sözlerinin çarpıtıldığını ileri sürer ve sadece güçlü olanın hayatta kalması fikrini “herkesin herkesle rekabeti şeklindeki Malthusçu dar kavrayıştan doğan terim” olarak yorumlar (Kropotkin, 2013: 16). Darwin‟in takipçilerinin, onun görüĢlerini geniĢletmek yerine daralttıklarını söylemiĢtir. Herbert Spencer‟ın “En uygun canlılar hangileridir?” sorusunu ağır bir dille eleĢtirir ve hemen arkasından sosyal Darwinistleri iĢaret ederek Ģunları dile getirir: “Sonunda hayvanlar âlemini kana susamıĢ canlılar arasında sürekli mücadelenin olduğu bir dünya olarak tahayyül etmeye kadar vardılar. Modern literatürü Mağlupların vay haline! Ģeklindeki savaĢ

çığlıklarıyla çınlattılar, sanki modern biyolojinin son sözü buymuĢ gibi! KiĢisel menfaatler uğruna „acımasız mücadele‟yi biyolojik bir ilke düzeyine çıkardılar, karĢılıklı imhaya dayalı bir dünyada yok olup gitme pahasına insan da buna boyun eğmeliydi.” (Kropotkin, 2013: 17).