• Sonuç bulunamadı

KÜRESEL SĠYASETĠN YENĠ BAĞLAMI: SĠVĠL TOPLUM

4.1. Sivil Siyaset

4.1.2. Türk DıĢ Politikasına Bir Katkı Olarak ĠHH

Küresel sivil toplum örgütlerinin siyasal etkinlikleri ile ilgili sürdürdüğümüz tartışmalarda dikkat edilmesi gereken önemli bir husus da sivil toplum-devlet ilişkileridir. Önceki bölümlerde de ifade ettiğimiz gibi sivil toplum, küreselleşmeyle birlikte mahiyet değiştirmiş ve devletlerin sınırlarını aşarak devlet ötesi bir yapıya bürünmüştür. Bu değişimin ona yüklediği yeni siyasal rol, ulus-devlet eksenli dünyaya bakış açılarını aşarak dünyaya daha bütüncül bakabilmelerini zorunlu kılmıştır.

Diğer yandan dünyadaki etkin küresel sivil toplum örgütlerinin çoğunluğunun Batı eksenli olduğu ve Batı medeniyetinin yeni sömürgeci keşif kolları olarak çalıştırıldıkları şeklinde eleştiriler de yapılmıştır. Bu eleştirilerde, küresel sivil toplum örgütlerinin bu çıkar amaçlı ilişkilerin güdümünde kalarak Edward Said‟in tabiriyle Doğu‟nun daha da Doğululaştırılmasına, Batı‟nın da daha Batılı olması gibi bir sonuç doğurduğuna dikkat çekmişlerdir. Örneğin özellikle Afrika‟da fakirlikle mücadele amaçlı faaliyet gösteren küresel sivil toplum örgütlerinin yöntemleri bu bağlamda literatürde çokça tartışılmıştır. Bu örgütlerin yardım etme amaçlarının temelde, Afrika‟da yaşanan insani dramı yok etmek olmadığı aksine göstermelik yardım faaliyetleri yapılarak varolan durumun devam ettirilmesinin amaçlandığı iddia ediliyor. Çünkü kullandıkları yardım yöntemlerinin çözüm odaklı olmak yerine, geçici hayatta kalma tedbirleri olduğu söyleniyor. Afrika‟nın kalkınması ve yapılan dış yardımlarla ilgili çalışmaları bulunan Chanhage‟ye göre Batılı ülkelerin sivil toplum örgütleri aracılığıyla Afrika‟ya yaptıkları yardımların, sıkıntılara çözüm olmak yerine yardımları sağlayan devletlerin yeni sömürge stratejileri olarak çalıştığını görmek gerekir. Ona göre, Afrika ülkelerinde yaşanan istikrarsızlık ve fakirliğin sebebi Batılı ülkelerin tarih boyunca Afrika‟yı bir sömürülmesi gereken kıta olarak algılamalarından kaynaklanmaktadır. Zaten despot ve demokratik olmayan otoriter devlet adamları eliyle yönetilen Afrika ülkelerinde varolan mevcut yapı, Batılı ülkeler tarafından desteklenmektedir. Tarihte Afrika‟nın sömürülme yöntemi askeri müdahalelerle olmuştur fakat günümüz şartlarında bu seçenek

uygulanabilir olmaktan çıkmıştır. Bunun yerine Afrika‟nın despot devlet başkanları açıkça ya da gizli olarak desteklenmekte ve bu sayede Afrika‟nın, sömürülmediği takdirde bütün Afrika‟yı fazlasıyla doyurabilecek kaynakları, çeşitli anlaşmalarla sömürülmektedir. Ona göre küresel sivil toplum örgütleri tam da burada devreye girmektedirler. Batılı devletler tarafından bu örgütler eliyle Afrika‟ya aktarılmak üzere her yıl devasa yardım bütçeleri oluşturulmaktadır. Bu yardımların miktarları ile ilgili medya ve iletişim kanalları yoluyla reklamlar yapılarak, toplumun vicdani yönü tatmin edilir. Fakat sonuç olarak bu paraların çoğunluğu ilan edilen kitleye ulaşmaz çünkü yardım miktarının yaklaşık yüzde 60‟ı STK‟ ların danışman ve profesyonel çalışanlarına gitmektedir. Kalan kısım ise despot devlet idarelerine, halka dağıtılmak üzere verilmektedir. Fakat bu miktarın da akıbeti kendi halkının üzerinden zenginleşen devlet adamlarını daha da zenginleştirmeleri oluyor. Yoksulluk adı altında meşruluğu sağlanan uluslararası yardımlar böylece ayrıcalıklı bir zengin sınıf yaratıyorlar. Yaratılan bu ayrıcalıklı sınıflar, elde ettikleri zenginliklerin karşılığında Batı‟lı devlet ve şirketlerin Afrika‟nın zenginliklerinden pay almalarında yardımcı oluyor. Dolayısıyla bu yardımlar çoğunlukla reklamı yapılan hizmetleri ulaştırmak görevini yerine getirmiyor aksine varolan durumun devam etmesine sebep oluyor. Burada kullanılan sivil toplum kuruluşları, sivil toplumun özünü oluşturan gönüllülük esasını ihlal ederek kar amaçlı çalışan profesyonel şirket elemanları gibi hareket ediyorlar. Bu sebeplerden dolayı Chachage‟ye göre Afrika‟nın kalkınabilmesi dış yardımlar da dâhil dış müdahalelerden kurtulmakla mümkündür (Chachage, 2005).

Afrika‟da yardım faaliyetleri alanında çalışan sivil toplum örgütleri arasında birçok Hıristiyan kuruluşun güdümünde çalışanlar da vardır. Bu örgütlerden bazıları Afrika‟da gerçekten etkili yardım çalışmaları yapmaktadırlar. Bu örgütler gönüllülük esasına bağlı hizmet ederek bir gönüllüler ordusu eşliğinde Afrika‟nın en ücra köşelerine kadar ulaşarak yardım götürmektedirler. Fakat bu örgütler doğal olarak dini bir misyon çerçevesinde orada bulunmakta ve yardımlarını bu misyonlarının çıkarları doğrultusunda dağıtmaktadırlar. Örneğin sadece dinlerini değiştirerek Hıristiyanlığa geçmeyi kabul eden köylere yardım edilmekte ve köyün en merkezi yapısı olarak konumlanacak şekilde bir kilise inşa edilmekte. Dolayısıyla bu tür

örgütlerin belli amaçlar doğrultusunda ve kendi bağlı oldukları devletlerin politikalarıyla paralel hareket ettikleri söylenebilir.

Bütün bu eleştiriler küresel sivil toplum örgütlerinin doğasında varolan siyasallığın, hangi tür olumsuzluklarla el ele çalışabildiğini göstermeleri açısından önemlidir. Fakat daha önce de belirttiğimiz gibi aynı siyasallık, adaletin ve iyiliğin tesisi için potansiyel bir enstrüman olarak kullanılabilir. Adaletin tesisi için uğraşan örgütlerin bu çabalarında hükümetlerle paralel hareket etmeleri de, onların güdümünde olmaları kadar gerçekleşmesi mümkün ve kaçınılmaz bir vakadır. Diğer bir ifadeyle herhangi bir sivil toplum kuruluşunun gerçekten insani motivasyonlarla beslenen bir faaliyeti varsa ve bu faaliyet devlet tarafından da destekleniyorsa bu durum o örgütün sivilliğini yaralamaz. Tabi ki devletlerin her durum ve koşulda başkalarını düşündüğü ve kendi çıkarlarına dayalı gizli gündemlerinin olmadığı söylenemez, fakat bu durum onlarla hiçbir zaman bir paydada buluşulamayacağı anlamına da gelmez. Bu durumun gözlemlenebilir örneklerini bize İHH vakfının faaliyetleri sağlamaktadır.

Türkiye, uzunca bir süre şu anda ülke sınırları dışında kalan çok geniş toprak parçalarının dâhil olduğu Osmanlı devletinin bir bakiyesi olarak bu gün varlığını sürdürmekte. Bu yüzden komşularıyla ve bu toprak parçalarıyla geçmişten gelen ortak bir tarih bilincine sahiptir. Osmanlı devletinin yıkılmasıyla birlikte bir ulus- devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Bu toprak bakımından küçülme ve devlet yapısındaki değişimlerden sonra Türkiye uzunca bir süre dışa kapalı ve komşularıyla ihtilaflı bir şekilde varlığını devam ettirdi. İlk defa Turgut Özal hükümetinin bu dışa kapanmacı yapının aşılması yönünde attığı adımlardan sonra AK Parti hükümetinin iktidara gelmesiyle birlikte özellikle dış politikada büyük bir değişim yaşandı. Bu değişim, Dışişleri bakanı Prof. Dr. Ahmed Davutoğlu‟nun akademisyenken teorik çerçevesini çizdiği ve bir kitap haline getirdiği “Stratejik Derinlik” (Davutoğlu, 2001) adlı kitabında bahsettiği dış politikada “komşularla sıfır sorun ve dünyayla tam entegrasyon” stratejisini, dışişleri bakanı olmasıyla birlikte uygulama şansı bulmasıyla yakından alakalıdır. Teorik çerçevesi dışa sonuna kadar açık olmak olan bu süreçte Türkiye hem komşularıyla hem de Güney Amerika ülkelerinden Uzak Doğu, Orta Doğu ve Afrika‟ya kadar birçok ülkeyle ekonomik,

kültürel ve siyasi bağlar kurarak anlaşmalar imzaladı. Bu ülkelerle vizelerin kaldırılması ve karşılıklı ilişkilerin canlandırılması adına birçok faaliyet gerçekleştirildi. Bu durum Türkiye‟nin etkin bir aktör olarak dünya siyaset sahnesine çıkmasına sebep oldu. Dolayısıyla Türkiye dünyanın farklı bölgelerinde yaşanan krizlere müdahil olmaya başladı. İHH vakfı ise küresel bir sivil toplum örgütü olarak insani yardım faaliyetlerini dünya genelinde 120 ülkede sürdürmekte. Tarih boyunca beraber yaşanılan topraklar da dâhil olmak üzere birçok felaket bölgesine yardım götürüyor. Yardım götürülen bölgelerdeki krizlerin bir kısmı doğal afetler sonucu olduğu gibi büyük bir kısmı da siyasi krizler ve savaş sonucu meydana gelen yıkımlardan kaynaklanmaktadır. Bunların yanı sıra İsrail‟in Gazze‟ye uyguladığı ambargo örneğinde olduğu gibi bazı devletlerin belirli bölgelere uyguladıkları ablukalar ve adaletsiz yaptırımlar da, insani krizlerin yaşanmasına ve insani yardıma muhtaç hale gelmelerine sebep olmaktadır. İHH vakfının bir vasfının da insan hak ve hürriyetlerinin korunması ilkesi olması, vakfın faaliyetlerinin sadece insani yardımla sınırlı kalmamasına sebep oluyor ve ona, kriz bölgelerinde yaşanan hak ihlallerinin ve adaletsizliklerin giderilmesi yönünde çalışmalar yapılması gibi bir sorumluluk da yüklüyor. Dolayısıyla AK Parti hükümetinin dışişlerinde son yıllarda benimsediği dünyayla daha fazla entegrasyon ve kriz bölgelerine müdahil olma yaklaşımı, aynı hassasiyetleri bir sivil oluşum olarak gözeten ve o yönde faaliyetler yapan İHH vakfının Ak Parti‟nin dış politikasıyla yolunun kesişmesini zorunlu kılıyor. Diğer bir ifadeyle biri bu amacını resmi siyasetle yaparken diğeri sivil siyasetin imkânları dâhilinde yapmaya çalışıyor ve yöntemler farklı olsa da amacın aynı olması birbirlerinin faaliyetlerine destek vermelerine yol açıyor.

Örneğin İHH‟nın “Filistin‟e Yol Açık” kampanyası esnasında Mısır hükümetiyle yaşadığı sıkıntılar, Türk dışişlerinin etkin diplomatik müdahaleleri sayesinde çözüme kavuşturuldu ve bu destek, eylemlerinin sorumluluğu kendisini bağlayan İHH vakfının bu eyleminin hükümet tarafından olumlu olarak algılandığı şeklinde yorumlandı. Çünkü Mısır‟ın Gazze‟ye açılan sınır kapısını kapalı tutması, Türk hükümetinin de tasvip etmediği bir uygulamaydı.

Diğer bir örnek de “Rotamız Filistin, Yükümüz İnsani Yardım” kampanyası esnasında yardım gemilerine saldıran İsrail devletine karşı Türk hükümetinin aldığı

çok sert tavırdır. Ortak dini hassasiyetlerden dolayı Türk dış politikası uzunca bir süredir Filistin meselesini çok yoğun bir şekilde sahiplenmek şeklinde bir tutum benimsiyordu ve bu bağlamda İsrail‟in politikalarını her fırsatta sert bir şekilde eleştiriyordu. Aynı hassasiyetlerle yola çıkan insani yardım gemilerine yapılan saldırıya karşı çok sert bir tutum takınması ve yardım gemilerinde mağdur olan ve tutuklanan aktivistleri sahiplenerek onların sağ salim ülkelerine dönmelerini sağlaması, Türk dış politikasının bu eylemi arzulanan sonuçlarıyla birlikte tamamen desteklediğini göstermektedir. Bu durum danışıklı bir ortaklık değil aksine aynı amaç uğruna verilen farklı düzlemlerdeki mücadelelerin kesişmesidir.

Gazze‟ye yardım gemilerine yapılan saldırılardan sonra basında, bu eylemin aslında hükümet tarafından organize edildiği şeklinde eleştiriler yer aldı. Bu eleştirmenlere göre İHH vakfının, devletin onlara yönelttiği en küçük iltifata bile itibar etmemeleri ve kendilerini hükümetin dilinden açık bir şekilde ayrıştırmaları gerektiği ifade edildi. Çünkü bu durumun bir sivil toplum örgütünün politik amaçlar için kullanılarak, asıl özelliği olan hükümet dışılık özelliğine halel getireceği düşünülüyordu. Oysa muhalif ve hükümet dışı olması gereken STK‟ların bazı alanlarda hükümetle aynı paydada buluşabiliyor olması bu örgütlerin sivilliğine halel getirmez. Gülay Göktürk‟e göre “bugün dış politika, giderek artan oranda seçilmiş siyasetçiler tarafından, elbette ki halkın duyarlılıkları dikkate alınarak belirleniyor” (Göktürk, 2010). Ak parti ve İHH örneğine bakacak olursak Ak Partinin özellikle dış politikada alışıldık devlet eksenli politikalardan farklı hareket ederek halk tabanının refleksleriyle olaylara bakıyor olması bu iki yapının Gazze konusuna aynı perspektiften bakmasına sebep oldu. Dolayısıyla İHH vakfının kendisini temize çekmek adına hükümetin onlar için kullandığı olumlu yaklaşımdan kesin çizgilerle ayrılması gerektiği şeklindeki çağrılarda gerçekçi değildir.

İHH vakfının yardım faaliyetleri esnasında tarihte Osmanlı idaresinde yaşamış olan bölgelerle ilişkiye girmesi, o bölgelerde Türkiye‟nin imajının değerli bir pozisyona gelmesinde etkili oluyor. Örneğin İHH seyahatnamelerinde anlatılan tanıklıklara göre, yardım götürülen bazı bölgelerin tarihte Osmanlı devletinin gemilerle yardım yolladığı bölgeler olması, o bölge insanlarının Türkiye‟ye karşı Osmanlıdan kalma sempatilerinin canlanmasına ve daha kuvvetli bir şekilde devam

etmesine vesile oluyor. Özellikle Afrika kıtasının birçok bölgesinde daha önce beyaz derili olarak sadece Batılıları gören Afrikalıların, Türkiye‟den geldiklerini duydukları beyaz ve Müslüman İHH gönüllüleriyle karşılaşmaları, bu gönüllüleri adeta kendilerinden biri olarak karşılamalarına sebep oluyor. Bu durum Türkiye‟nin uzun yıllardır devlet olarak ihmal ettiği bölgelerle sivil inisiyatifler aracılığıyla sevgiye dayalı bir bağ kurulması sonucunu da doğuruyor. Dolayısıyla diyebiliriz ki Türkiyeli bir küresel sivil toplum kuruluşu olan İHH‟nın dünyanın farklı bölgelerinde yaptığı faaliyetler, iyiliğin ve yardımlaşmanın dünya üzerinde tesisine katkı sağladığı gibi Türkiye ile diğer halklar arasında gönül köprüleri kurarak Türkiye‟nin son yıllarda dış politikada hedeflediği dünyayla entegrasyon amacına da büyük katkı sağlamaktadır.

SONUÇ

Bu tez kapsamında küresel şartlarda yeni bir olgu olarak ortaya çıkan küresel sivil toplum olgusu incelenmiştir. Küresel sivil toplumun doğuşu, klasik sivil toplumdan mahiyet olarak farkları ve etki alanları tartışmaya dâhil edilmiştir. Bu bağlamda küreselleşme kavramı çerçevesinde sivil toplumdan küresel sivil topluma dönüşümün aşamaları anlaşılmaya çalışılmıştır. Teorik çerçeve olarak seçtiğimiz küresel sivil toplum olgusuna somut bir örnek oluşturması bakımından İHH vakfı, küresel sivil toplumun küresel arenada elde ettiği etkinlik ve sivil siyasal roller bağlamında ele alınmıştır. Tezimizin ana önermesi olan küresel sivil toplum örgütlerinin alttan gelen bir sivil siyasallık taşıdıkları ve devletlerin yanında elde ettikleri yeni roller, İHH vakfının küresel ulus ötesi bölgelerde gerçekleştirdiği faaliyet ve eylemler temel alınarak incelenmiştir.

Çalışmamızın ilk bölümünde, araştırmanın konusunu ve bağlamını oluşturan sınırlılıklar belirtildi ve bu kapsamda İHH vakfının bu çalışmada küresel sivil toplum kavramına neden örnek oluşturduğu aktarıldı. İHH vakfının insani yardım faaliyetlerini ulus ötesi alanlara taşımış olması onun küresel sivil toplum örgütlerine bir örnek olarak görülmesinin başlıca nedenidir.

Bu çerçevede ikinci bölümde, vakfın genel çerçevesi çizilmiş ve kurulma nedenlerini oluşturan faktörler, çalıştıkları insani yardım ve insan hak ve hürriyetleri alanlarındaki vizyonları ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda vakfın yayınları incelenerek ve kuruluş süreci anlatılarak bir söylem analizi çıkartılmaya çalışılmıştır. Vakfın kuruluşunu tetikleyen İslami motivasyonlar ve bunun yanı sıra insan hak ve hürriyetleri alanında yaptığı faaliyetlerde kullandığı dil, söylemlerinin temelinde yatan ümmet algısının küresel imkânlarla dolaşıma sokulması amacını ortaya koymaktadır. İçine doğduğu ortam, Türkiye‟de siyasal İslam‟ın yükselişe geçtiği bir döneme rastlayan İHH vakfı, aynı hassasiyetlerle fakat bu İslamcı siyasallığın sivil bir uzantısı olarak ortaya çıktı ve söylemleri de bu içine doğduğu ortamın hassasiyetlerinden bağımsız değildir. Küresel imkânlar dâhilinde örgütlenmesi de bu İslami hassasiyetlerindeki ümmet algısından beslenmektedir.

Araştırmamızın amacı küresel şartlarda sivil toplumun geçirdiği dönüşümü tartışmaktır. Bu bağlamda üçüncü bölümde öncelikle sivil toplum kavramının tarihsel kökenlerine değinildi. İlk olarak devlete rağmen varolan bir olgu olan sivil toplumun, ulus-devletlerin aşınmasıyla birlikte daha rahat hareket ettiği bir sürece girilmiş ve bir adım sonrasında da küreselleşmenin bir sonucu olarak bir anlamda devlet ötesi yapılar olan küresel sivil toplum doğmuştur. Bu tespitten sonra sivil toplumun Batı dışı toplumlarda mümkünlüğü tartışmaları çerçevesinde, günümüz küreselleşmiş dünyasında güç dengelerinin daha adil dağılma imkânları hatırlatılmış ve dünyanın Doğulu sayılan kısımlarında yaşayan halkların bu imkân sayesinde sivil küresel hareketler oluşturarak küresel alanda etkinleşmeye başladıkları belirtilmiştir. Küresel sivil toplumun doğuşuyla birlikte sivilliğe getirdiği yeni bağlamlardan biride vatandaşlık algısında meydana gelen değişimdir. Ulus-devletin şekillendirdiği vatandaş tipi bu yeni evrede dönüştü ve uzun süre otoriter ve dışa kapalı bir devlet terbiyesi altında yaşayan bireyler bu dönüşümle birlikte dünyayı keşfettiler. Bunun yanı sıra otoriter devletin çizdiği dar politik alanı etkileyerek dönüştürecek sivil eylem tarzlarının mümkünlüğü de bu evrede keşfedilen bir imkân olmuştur. Uzun süre dışa kapalı bir ulus-devlet çatısı altında yaşanan Türkiye‟de bu imkânın farkına varılmış ve küresel sivil hareketler doğmuştur. Bölümün sonunda, bu küresel sivil hareketlere bir örneklik oluşturan İHH vakfı da, faaliyetleri ve eylemleriyle küresel kamusal alanda kapladığı yer bakımından değerlendirilmiştir.

Çalışmamızın son bölümünde sivil siyasallık olgusu incelenmiştir. Sivil siyasallık, resmi siyasetin yöntemlerinden farklı bir şekilde çalışan ve tabandan gelen bir hareket olarak ilk insanın varolmasından beri icra edilen bir faaliyettir. İnsanların günlük hayatlarında aldıkları her türlü karar ve olaylar karşısında takındıkları tavır, bir siyasettir aynı zamanda. Bu çerçevede dünyadaki insan sayısı kadar siyaset vardır diyebiliriz. Bu siyasallığın, hem bireyler bazında hem de ortak değerler ve amaçlar etrafında toplanmış bireylerin kurduğu sivil toplum kuruluşları bazında örgütlenmesi, resmi devlet siyasetinden farklı alternatiflerin de mümkün olduğu bir dünyanın keşfedilmesine zemin hazırlamıştır. Küresel sivil toplum örgütleri bu sivil siyasallığın en etkin örgütlü yapıları olarak karşımıza çıkar. Sivil olmaları, şiddeti reddetmeleri ve toplumsal tabandan beslenmeleri yaptıkları faaliyetlerin resmi

siyaset ve onun kararları üzerinde baskı unsuru kurabilme imkânını sağlar. Bunun yanı sıra iletişim ve ulaşım imkânlarının gelişmesi, dünyanın farklı bölgelerinde olan ve ortak değerler ve amaçlar etrafında birleşen sivil toplum kuruluşlarının beraber hareket ederek, şeyleri değiştirmek adına daha etkili baskı unsurları haline gelmelerini sağlar. Dolayısıyla, küresel sivil toplum kuruluşları bütün bu özellikleriyle yeni bir siyasallığın öncüsü durumundadırlar.

Araştırmamızda sivil siyasallıkla alakalı yaptığımız son tespit ise resmi devlet siyasetine alternatif bir hareket olarak gelişen sivil siyasallığın aynı değerleri taşıması durumunda resmi siyasetle uzlaşabildiği ve ortak hareket edebildiğidir. Bu bağlamda İHH vakfının uluslararası alanda gerçekleştirdiği faaliyetlerinin, son yıllarda büyük bir dönüşüm geçiren Türk dış politikasına paralel bir hareket tarzı benimseyerek katkı sağladığını vurguladık. Komşularla sıfır sorun ve dünyayla tam entegrasyon parolasıyla hareket eden ve tarihsel, dinsel bağların olduğu dünyanın farklı bölgeleriyle temas kurulmaya çalışılması, son yıllarda Türk dış politikasının temel göstereni olarak işaretlenebilir. İHH vakfının da bu bölgelere insani yardım faaliyetleri götürmesi ve bu vesilelerle Türk insanıyla o bölge insanları arasında köprüler kurması, yeni yaklaşımıyla dünyada bir güç olmayı hedefleyen Türkiye‟nin dış politikasına sivil bir katkı olarak yazılabilir.

Toplumsal problemlere, toplumsal sorunların ve ihtiyaçların belirdiği asıl düzlem olan tabandan gelen çözüm çabaları, çoktandır siyasetçilerin sundukları çözüm önerilerine esaslı alternatifler oluşturmaktadır. Bu durum, küresel sivil toplum örgütlerinin önümüzdeki yıllarda, sivil siyasallığı ahlaki bir tavır olarak çok daha etkin bir şekilde çalıştırılacağı öngörüsünü beslemektedir.

KAYNAKÇA

Akın, Mahmut A. (2009). Siyasal Toplumsallaşma Sürecinde Gençlik: Teorik

ve Uygulamalı bir Çalışma. Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler

Enstitüsü, Konya.

Akpolat, Yıldız (2008). Türkiye‟de sivil toplum siyasetin neresinde? ya da siyasetin nesnesi olmaktan öznesi olmaya doğru giden süreç: bir çerçeve örneği olarak Erzurum‟un siyasete bakışı. Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi,

7(40), 201-218.

Akşit, B. Kurtuluş, C. Küçükural, Ö. (2003). Türkiye ve Ortadoğu‟da sivil toplum tartışmaları: sivil, “mivil” ya da “tivil” toplum. Sivil Toplum, 1(3), 33-59.

Akşit, Bahattin (2004). İslami eğilimli sivil toplum kuruluşları. (Editör: Yasin Aktay). Modern Türkiye‟de Siyasi Düşünce Cilt 6/ İslamcılık. İstanbul: İletişim, 664- 681.A

Akşit, Bahattin (2009). İslami eğilimli sivil toplum kuruluşları ve sivil toplum içindeki konumları. (Editör: Ayşen Uysal). Siyasal İslam ve Liberalizm: Endonezya,

İran, Mısır,Tunus, Türkiye. İzmir: Yakın Kitabevi, 1-11.

Aktay, Yasin (2005). Türk siyasi düşüncesinde kayıp halka: Siyasal kemalizm, sosyalizm ve islamcılık. Divan Dergisi, sayı 19, 35-59.

Aktay, Yasin (2008). Doğu batı ekseninde sivil toplum. (Editör: Ömer Çaha).

“Sivil” Toplum Kavramı Tartışmaları. İstanbul: Kaknüs Yayınları, 53-71.

Aktay, Yasin (2009). İslamcı politik teolojinin seyir notları. (Editör: Ömer Laçiner). Modern Türkiye‟de Siyasi Düşünce cilt 9/Dönemler ve Zihniyetler. İstanbul: İletişim, 1258-1280.

Aydın, Mustafa (2002). Siyasetin Sosyolojisi (1. Baskı). İstanbul: AçılımKitap. Beck, Ulrich (2005). Siyasallığın İcadı. (Çeviren: Nihat Ülner). İstanbul. İletişim.

Beckman, B. (1998). Demokratikleşmeyi açıklamak: Sivil toplum kavramı üzerine notlar. (Editör: Elizabeth Özdalga). Sivil Toplum, Demokrasi ve İslam

Benzer Belgeler