• Sonuç bulunamadı

Türkiye sanayileşme ve onun getirdiği çevre sorunları ile geç karşılaşmış bir ülkedir. Ülkemiz sanayileşme sürecine 1950’ler sonrasında girmiş ve kentleşme de aynı tarihlerde hızlanmıştır. Bunun için çevre sorunları 1970’li yıllardan itibaren görülmeye başlamıştır (Görmez, 2003: 51).

Bu yıllardan itibaren süregelen hızlı nüfus artışı ve kırsal alandan kentsel alana yoğun göç, kentlerde içme suyu, kanalizasyon, katı atık ve atık su arıtma gibi çevre ve alt yapıya ilişkin sorunları artırmaktadır. Çevre yönetimi sorunları, kentsel alanda alt yapı konusunda yoğunlaşırken, kırsal alanda ise biyolojik çeşitliliğin ve doğal kaynakların korunması ve sürdürülebilir kullanımı konusunda yoğunlaşmaktadır (DPT, 2006: 159-161).

Kalkınmakta olan bir ülke olarak, Türkiye’nin de karşı karşıya bulunduğu çevre sorunlarının nedenleri arasında (Egeli, 1996: 67);

• Bölgelerarası gelişmişlik düzeyindeki büyük farklılıklar ve gelir dağılımındaki eşitsizlikler,

• Nüfus artışının gelişme hızından yüksek olması,

• Kalkınmanın çevre sorunlarıyla bağlantılı olarak ele alınması gereksinimi,Bu bağlamda çevrenin korunması ve ekonomik büyüme hedefleri arasında uzlaşma sağlanamaması,

• Hukuki ve kuramsal düzenlemelerin eksikliği,

• Kalkınmakta olan ülkelerin uluslararası örgütlerce ya da çok taraflı diğer düzenlemeler çerçevesinde desteklenen programların çoğu kez beraberinde çevre sorunlarını da getirmesi,

• Çevrenin korunmasına ilişkin kamuoyu bilinçlendirmesinin ve katılımının yetersiz olması gibi faktörler yer almaktadır.

Türkiye’deki başlıca çevre göstergelerine bakacak olursak (TUĐK, 2005 ve TUĐK, 2006):

• Đyileştirilmiş su kaynaklarına ulaşımı sağlanmış nüfus oranı 2003 yılı itibariyle %90,9’dur.

• Belediyeler tarafından içme ve kullanma suyu temini amacıyla çekilen ve dağıtımı yapılan su miktarı 2004 yılı verilerine göre 260 litre/kişi-gün’dür. • Belediyelerde kanalizasyon şebekesi ile boşaltılan kişi başına günlük atıksu

miktarı 2001 yılında 147 litre olup, 2004 yılında 177 litre’ye yükselmiştir. • 2004 yılında kişi başına düşen belediye katı atık miktarı yıllık 411 kg/kişi,

günlük 1,34 kg/kişi’dir. Toplanan katı atıkların sadece %1,4’ü kompost tesisinde bertaraf edilirken, % 28,8’i düzenli depolama tesislerine gönderilmektedir. Belediyelerin evsel katı atık toplama oranı 2004 yılında %83’tür.

• Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından derlenen bilgilere göre, 2005 yılında 2825 hektar ormanlık alan yanarak yok olmuştur.

• CO2 eşdeğeri olarak, doğrudan sera gazlarının (CO2, CH4 ve N2O)

emisyonları yıllar itibariyle artış göstermektedir. 2000 yılında toplam emisyon 257 milyon ton iken, bu rakam 2004 yılında 281 milyon ton’a ulaşmıştır.

• Đmalat Sanayisi tarafından su kitlelerine deşarj edilen arıtılmamış atık su miktarı 2004 yılı itibariyle 354 milyon m3, yaratılan tehlikeli atık miktarı 1125 ton’dur. Yerinde arıtılan endüstriyel atıksu yüzdesi ise sadece % 31,2’dir.

• Kamu kurum ve kuruluşları tarafından yapılan çevresel koruma harcamalarının, toplam GSMH içindeki oranı 2000 yılında yaklaşık binde 4 iken, bu oran 2001-2004 yılları arasında ortalama olarak binde 2 oranında seyretmiştir.

• Çevresel Sertifika programlarına dâhil olan kuruluşların 2004 itibariyle yüzdesi sadece % 7,7’dir.

Bütün bu çevre sorunlarına rağmen gerek ekonomik, gerek toplumsal ve kültürel yapıdan kaynaklanan nedenlerle bir yandan çevre koruma amaçlı alt yapı yatırımlarına gerektiğince kaynak ayrılamamakta; bir yandan başta toprak, su ve bitki örtüsü olmak üzere doğal kaynaklar üzerindeki kullanım baskısı artmakta; bilgilendirme ve bilinçlendirme çalışmalarının etkinlik düzeyi düşmekte ve dolayısıyla bir yandan da işletmelerin çevre korumacı teknik ve teknolojilerden yararlanma olanakları kısıtlanmaktadır (MPM, 2000:16).

ĐKĐNCĐ BÖLÜM

ÇEVRE SORUNLARINA BĐR ÇÖZÜM ARACI OLARAK ÇEVRE

POLĐTĐKASI VE AVRUPA BĐRLĐĞĐ

2.1 ÇEVRE POLĐTĐKASININ TANIMI

Birinci Dünya savaşı sonrası hızlanan ve güçlenen büyüme tutkusu, Batının gelişmiş toplumlarında refah ve mutluluğu maddi üretim ile özdeşleştirmek eğilimini güçlendirmiştir. Bu bağlamda, bir ülkede üretilen mal ve hizmetlerin parasal değerini gösteren gayri safi milli hâsıla, başlı başına bir refah ölçüsü olarak kabul edilmiştir. Ne var ki son 20 – 30 yıldan bu yana GSMH’daki büyümenin olumsuz sonuçlarının da fark edilmesiyle birlikte maddi üretimin her şey demek olmadığının, insan refah ve mutluluğunun şimdiye kadar iktisadi davranışlarda hesaba katılmayan bir dizi unsura da bağlı olduğunun farkına varılmıştır. Sağlıklı bir toplumsal yapı, güvenli insani ilişkiler, gelir dağılımında eşitlik yanında doğal, kültürel ve estetik çevre de bu unsurların arasında yer almaktadır. Đnsanın refahının ve mutluluğunun unsurlarından birini oluşturan çevre, insanın kendisinin ve diğer bütün canlıların içinde yer aldığı, canlı – cansız bütün varlıkların karşılıklı etkileşim içinde oldukları ortamı oluşturmaktadır. Bu ortamda meydana gelen ve çevre sorunu adını verdiğimiz her aksama, insan refah ve mutluluğunu olumsuz yönde etkilemektedir (Bezirci, 2005: 305).

Çevre sorununa yol açan olaylar özünde mal ya da hizmetlerin üretim / tüketim ilişkisine dayanmaktadır. Bu anlamda her iktisadi faaliyet çevre kirliliğine yol açmaktadır. Üretim yapılınca, az ya da çok çevre değerleri üzerinde bir kirlenme meydana gelmektedir. Ayrıca üretilenler tüketildiği zaman da kirlenme olacaktır. Diğer yandan çevre kirliliğinin önlenmesi ve oluşturulan kirliliğin de temizlenmesi bir maliyet ve kaynak kullanımını gerektirir. Bu ise kaynakların kullanılacağı başka malların üretiminden vazgeçmek demektir. Çevre korumaya ayrılan kaynaklar, diğer yatırımlardan karşılanacağından, toplam yatırımlarda, dolayısıyla da GSMH artış hızında düşme ve büyümenin yavaşlaması yönünde bir etkinini ortaya çıkması muhtemeldir (Torunoğlu, 2005: 74).

Đşte bu noktada devlet devreye girmektedir. Asıl gayesi kamunun refahı ve güvenliğini sağlamak olan sosyal devletin, çevre koruma ile üretim ve kalkınma arasında belirli tercihler geliştirmesi gerekmektedir. Çevre değerlerini yok etmeden, insanların refahını ve gelecek kuşakların yaşama şansını da güvence altına alarak, üretime ve büyümeye devam etmek belirli bir politikanın saptanmasını ve onun doğrultusunda hareket etmeyi gerektirir. Buna çevre politikası denilmektedir (Budak, 2000: 21- 22).

En geniş anlamıyla politika, belli bir sorunun çözümü için geleceğe yönelik olarak alınması gereken önlemlerin ve benimsenen ilkelerin bütünüdür. Politika, Türk Dil Kurumu sözlüğünde; “Devletin etkinliklerini amaç, yöntem ve içerik olarak düzenleme ve gerçekleştirme esaslarının bütünü” olarak tarif edilmiştir (http://www.tdkterim.gov.tr, E.T. 25.04.2012). Bu tanıma uygun olarak, çevre politikasından da bir ülkenin çevre konusundaki tercih ve hedeflerinin belirlenmesi anlaşılır. Bu cümlede sözü edilen politika (policy = yönelti) ile dar anlamdaki politika (politics = yönetki) birbirlerinden ayrı kavramlardır. Birincisi, çevrenini korunması ve geliştirilmesiyle, geleceğe dönük önlemlerle ilgili olduğu halde, ikinci kavram, bu konulardan siyasal erk savaşımında yararlanmayı ve bu amaçla kullanılan kurumları, süreçleri ve yöntemleri anlatır.

Çevre politikası, bir ülkenin çevre konusundaki tercih ve hedeflerinin belirlenmesi olarak tanımlanmaktadır (Keleş, 1987:11). Demir (2006: 82)’e göre, çevre politikasının ana amacı, çevre kalitesinin toplumsal açıdan etkin düzeyde tutularak toplumsal refahı maksimize etmektir.

Çevre politikaları, her ülkede farklı farklı hedefleri gerçekleştirmeye yönelik olmakla birlikte, hemen hemen her yerde üzerinde birleşilen ortak hedeflerden de söz edilebilir. Bu ortak hedeflerden birincisi, bireylerin sağlıklı bir çevrede yaşamalarının sağlanması; ikincisi, toplumun sahip olduğu çevre değerlerinin korunması ve geliştirilmesi; üçüncüsü ise, çevre politikalarının uygulanmasının gerekli kıldığı yükün paylaşılmasında toplumsal adalet ilkelerine uygunluğun sağlanmasıdır (Kırımhan, 1995: 165-166).

Çevre politikalarının belirlenmesinin ve uygulanmasının temel koşulu tanılama/teşhistir. Bu aşamada, toplumun çevreye vermekte olduğu değerin ölçülmesi önem taşır. Halkın değer yargıları, politikaların yöneldiği hedeflerin belirlenmesi için birer araçtır. Đkinci aşamada ise, türlü düzenleme yöntemlerinin incelenmesi, karşılaştırılması ve aralarından en uygun görülenlerin seçilmesi gelir. Son aşama ise, genel olarak belirlenen politikaların, karar mekanizması içinde uygulanmasının sağlanmasıdır (Keleş ve Hamamcı, 2005: 327-328).