• Sonuç bulunamadı

TÜRKÇENİN ENTEGR ASYON DİLİ OLAR AK ÖĞRETİLMESİNE DAİR BULGULAR

Prof. Dr. Murat DEMİRKAN*

Naci Serhat BAŞKAN**

ÖZ: Günümüzde Ortadoğu başta olmak üzere dünyanın pek çok bölgesinde yaşanan savaş trajedileri göç akınlarına neden olmuştur. Türkiye’nin jeopolitik konumu nedeniyle her yıl ülkemize yapılan göç baş-vurusunda büyük bir artış gözlenmektedir. Artık ülkemiz dünyanın en yoğun göç akınına maruz ülkelerden birisi konumuna gelmiştir. Bu göçmenlerin ülkemize iyi bir şekilde uyumunun sağlanması gerekir. Bizce bu sıkıntılı süreçte Türk dilinin öğretiminin önemli bir entegrasyon işlevi görebileceğini unutulmamalıdır. Bu çalışmanın esas amacı çok yönlü sosyal bir fenomen olan “Göç”ü ve beraberinde getirdiği dile bağlı sorunları irdelemektir. Türk dilinin göçmenlere öğretilmesinin uyum sürecinde ne gibi katkılar sağlaya-cağının mutlaka ele alınması icap eder. Bu bağlamda, “Entegrasyon Dili Olarak Türkçe” kavramının ta-nımının yapılması, çerçevesinin belirlenmesi ve “Yabancı Dil Olarak Türkçe” kavramından farklı yepyeni bir vizyonun geliştirilmesi kaçınılmazdır.

Göç kavramı “Entegrasyon” ve “Dil Edinimi” süreciyle bir bütün olarak incelendiğinde “Yabancılara Türkçe Öğretimi ya da Yabancı Dil Olarak Türkçe Öğretimi” kavramları yetersiz kalmakta ve yeni bir ta-nımlamaya ihtiyaç duyulmaktadır. Bu nedenle TED ile doğrudan ilgili yeni bir kavram ve alan oluşturul-ması gerektiğini düşünmekteyiz.

Ayrıca, göçmenlerin kolay bir şekilde içtimai, iktisadi ve kültürel olarak topluma ayak uydurabilmele-rinde, sorunlarını dile getirebilmeleuydurabilmele-rinde, kimseye muhtaç olmadan kendi ihtiyaçlarını karşılayarak ayakta kalabilmelerinde ve iş gücüne katkıda bulanabilmelerinde TED programı önemli bir ihtiyaca cevap vere-cektir. Bu alandaki açığın kapatılabilmesi amacıyla entegrasyon ve oryantasyon sorununu en aza indirge-yebilmek için göçmenlerin iletişim kurabilmelerine yönelik dil öğretiminde gerekli hazırlıkların yapılması büyük bir önem arz etmektedir.

Bu çok yönlü entegrasyon ve dil edindirme sürecinde sadece çocuklara yönelik olmayan bilhassa ye-tişkinlerin dil sorunlarının giderilmesi gerekmektedir. “Anadil Olarak Türkçe” ve “Yabancı Dil Olarak Türkçe” öğretiminde farklı olarak “Türkçe’nin Entegrasyon Dili” olarak kullanımı sosyal dil edinim aşa-masını, mesleki entegrasyonu farklı bir boyutta ele alarak kolaylaştırmakta, bu da uyum sürecini hızlan-dırabilmektedir. Bu bağlamda TED programı için klasik yabancı dil öğretiminden farklı kültürel, mesleki, güncel hayatla örtüşen dil öğre(n)tme stratejilerinin belirlenmesi gerekir. Bu yeni alanla ilgili formasyon-larının yapılması, farklı ders içeriği ve müfredat geliştirilerek değişik ders araç-gereçlerinin uyarlanmasına * Marmara Üniversitesi, Atatürk Eğitim Fakültesi, Yabancı Diller Eğitimi Bölümü, Fransız Dili Eğitimi Anabilim Dalı, demirkan2002@

gmail.com

** Marmara Üniversitesi, Atatürk Eğitim Fakültesi, Yabancı Diller Eğitimi Bölümü, Fransız Dili Eğitimi Anabilim Dalı, Y.L. Öğrencisi, n.serhatbaskan@gmail.com

YABANCILARA TÜRKÇE ÖĞRETİMİ ÜZERİNE ARAŞTIRMALAR

130

ihtiyaç duyulmaktadır. İlgili çalışma kapsamında Avrupa Ortak Dil Başvuru Metninde geçen 4 temel be-ceri çerçevesinde sosyal, kültürel ve dil entegrasyon sürecine yönelik göçmenlerin ihtiyaçları doğrultusunda bu alandaki yabancı dil eğitiminde yeniden bir yapılanmaya gidilmesine gereksinim duyulmaktadır. Göç-menlerin dil edinim sürecini yakından ilgilendiren 5. beceri olarak addedebileceğimiz “Sosyal Etkileşim/ Sosyal İletişim Becerisi” üzerine de yoğunlaşılması hedeflenmelidir.

Bu dil eğitiminin muhtelif içerikleri doğrultusunda sosyal adaptasyonun daha kolay bir biçimde sağ-lanacağı ve mesleki anlamda iş gücüne yönelik olumlu katkıları olacağı muhakkaktır. TED programı sa-yesinde mesleki entegrasyon, ekonomik entegrasyon ve yurttaşlık entegrasyonu en iyi şekilde gerçekleşip göçmenlerin sosyal dili en etkin bir biçimde öğrenmeleri sağlanabilir.

TED programının tüm bu katkılarını iyi bir şekilde irdelemek ve araştırmak amacıyla, bu çalışmamızda “TED programı nasıl tanımlanmalıdır?”, “Neden bu yeni isimlendirmeye(TED) gereksinim duyulmuştur?”, “TED programının sağlayabileceği başlıca avantajlar ve iktisadi, kültürel, mesleki ve içtimai katkılar ne-ler olabilir?”, “TED programında nasıl bir öğretim yöntemi ve bir dil politikası izlenmelidir?”, “Hangi se-viyelerde dil eğitimi verilmelidir?” gibi değişik sorulara cevap arayacağız.

Bu çalışmamızda ülkemizin Suriyeli sığınmacılara karşı dil politikalarını, bu politikaların toplum ve sığınmacılar üzerindeki etkilerini değerlendirmek ve çözüm yolları üzerinde durmak istiyoruz.

Oytun ve Gündoğar’a göre, Türkiye’deki Suriyelilere ilişkin olarak yapılan saha araştırmalarında böl-gede Suriyeli sığınmacılara yönelik olumsuz tepkinin başlıca sebebinin Suriyeliler ile yerel halk arasındaki farklı dil, kültür ve yaşam tarzından kaynaklanan uyuşmazlıklar olduğu görülmektedir(Oytun ve Gündo-ğar, 2015). Bu mantalite farklılığı toplumsal kabul ve entegrasyon sürecinin en zayıf ayağını oluşturmak-tadır. Suriyelilerin büyük çoğunluğunun alt gelir ve düşük eğitim düzeyindeki insanlardan oluşması da ciddi bir entegrasyon eğitiminin zorunluluğunu ortaya koymaktadır.

Sığınmacıların yaşadığı dil sorunu ile yeterince ilgilenilmemesi hem Türk toplumu hem de sığınmacı-lar açısından olumsuz sonuçsığınmacı-lar doğurmuştur. Şayet dil sorunu çözülmez ise yakın gelecekte büyük prob-lemlere yol açması muhtemeldir. Bu hususta devlet kurumları arasındaki koordinasyon eksikliği iki toplum arasındaki ekonomik, sağlık, toplumsal, kültürel ve psikolojik alanlarca krizin artmasına ve olası daha bü-yük çatışmaların yaşanmasına neden olacaktır. Bu yüzden entegrasyon meselesinin ciddi bir şekilde ana-liz edilmesi ve ihtiyaç duyulan eğitim tedbirlerinin alınması şarttır.

Uluslararası göç hareketleri son yarım yüzyılda beş kıtayı etkisi altına alan, değişik faktörlere daya-nan, demografik açıdan milyonlarca insanı kapsayan bir sü reç olmaya devam etmektedir.

Özellikle üç yüz yıldan beri çok faklı sebeplere dayalı pek çok göç dalgası yaşanmıştır. Sadece 1821-1924 yıllarında toplam 55 milyon Avrupalı deniz aşırı ülkelere gidip yerleşmişlerdir. Bunlardan 34 mil-yon kişi ise ABD’ye yerleşmiştir. 18 milmil-yon İngiliz, 10 milmil-yon İtalyan, 5 milmil-yon Alman bu dönemde ülke-lerini terk edip göçmen durumuna düşmüştür. Birinci ve ikinci dünya savaşından sonraki savaş mağduru yüz binlerce insan yine istemeyerek ülkelerini terk etmek zorunda bırakılmışlardır.

Tarihlerinin büyük bir bölümünde konargöçer yaşayan Türklerin özellikle kırk yıldan beri Batı Avrupa ile yaşadığı göç deneyimi Suriyeli sığınmacıların adaptasyonu konusunda neler yapılması gerektiği konu-sunda bizlere önemli kazanımlar sağlayacaktır. Suriyeli sığınmacıların aksine, Türkiye’den göçün başlıca nedeni, iş gücü kıtlığı çeken Batı Avrupa ülkelerine Türk işgücü ihracıdır(Beş yıllık kalkınma planı). Türk göçmen işçisi ancak “Homo economicus” yönü ile ilgi uyandırmıştır. Dolayısıyla geçici misafir işçilik ye-rine kalıcılığı tercih eden bu “yarım dilli” ailelerin uyum durumları, kültürlerarası iletişim sorunları, dil entegrasyonundaki yetersizlikten dolayı yaşadıkları uyum sorunları uzun süre ikinci plana atılmıştır. Yine yakın tarihlere kadar Türk araştırmacılardanziyade yabancı araştırmacılar bu konular üzerine eğilmişlerdir.

TÜRKÇENİN ENTEGRASYON DİLİ OLARAK ÖĞRETİLMESİNE DAİR BULGULAR

Türkiye’deki Göç Akını Krizi

Türkiye kıtalar arası geçiş konumu dolayısıyla hem çok göç alan hem çok göç veren bazı zamanlarda bu olgunun öznesi bazı zamanlarda ise nesnesi bir ülke konumundadır.

Türkiye, Cumhuriyetin kurulduğu ilk yıllardan itibaren ülke sınırlarının dışında kalan soydaşlarına ev sahipliği yapmak durumunda kalmıştır.1960’lı yıllardan itibaren de, önce Batı Avrupa’ya, sonra Afrika, Ortadoğu ve Doğu Asya ülkelerine işgücü göçü sağlayan bir ülke haline dönüşmüştür.

1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Cenevre Sözleşmesi Türkiye’deki mültecilik mevzu-atının esasını oluşturur. Türkiye bu sözleşmeyi 1961’de onaylamıştır.

Uluslararası Mülteci Hakları Derneğine göre Coğrafi kısıtlama sebebiyle Asya ve Afrika’dan gelen göçmenler koruyucu düzenlemelerin dışında tutulduğu için bu ülkelerden gelenlere mülteci statüsü veri-lememektedir.

Suriyelilerin durumuna ilişkin ilk hukuki düzenleme 30 Mart 2012 tarihli ve 62 sayılı “Türkiye’ye Toplu Sığınma Amacıyla Gelen Suriye Arap Cumhuriyeti Vatandaşlarının ve Suriye Arap Cumhuriyetinde İkamet Eden Vatansız Kişilerin Kabulüne ve Barındırılmasına İlişkin Yönerge” ile Suriyelilerin “geçici koruma” altında oldukları kabul edilmiştir.(ORSAM, 2014) Her ne kadar bu düzenleme doğrudan Suriye-lilere mülteci statüsü vermese bile çok kullanılan ve dışlamayı çağrıştıran “geçici misafir” ifadesi artık bu sıfattan rahatsızlık duyan Suriyeli sığınmacıları tanımlamamaktadır.

Burada belirtilmesi gereken önemli bir husus da, yasal olarak “mülteci” statüsüne sahip olmayan Su-riyeli sığınmacılar için Türk basınındaki haber yazılarında sıklıkla mülteci sıfatının kullanılıyor olması-dır. Bu kavram kargaşası ise “sığınmacı” ve “mülteci” kavramlarının birbirlerinin yerine ve eş anlamlı olarak kullanıldığını veya gazetecilerin Suriyelilerin yasal statülerinden tam manasıyla haberdar olmadık-larını göstermektedir.(Efe, 2015)

Bugüne kadar Suriye’de yaşanan uluslararası süreç değerlendirildiğinde, Suriyeli sığınmacıların uzun bir süre daha ülkemizde kalacaklarına dair ciddi emareler bulunmaktadır. Suriye’deki iç kargaşa bitse dahi, kısa süre içinde bu ülkenin yeniden ihya edilmesi ve barış içinde yaşanılır hale gelmesi zor görünmektedir. Üstelik farklı örgütlerin karargâhı haline gelen bu bölgenin bu unsurlardan arındırılarak demokratik huzurlu bir topluma kavuşturulması da uzun yıllar alacağa benzemektedir. Suriye’den Türkiye’ye gelen sığınmacı-ların kısa süreli ve geçici bir durum olarak görülen göç dalgası, gün geçtikçe kalıcı bir vaziyet almaktadır. Murat Erdoğan (2015) Suriyelilerle birlikte yaşamanın sadece “onlar bizim kardeşlerimizdir” söylemi ile sürdürülemeyeceğini belirtmektedir. Erdoğan yaptığı araştırmada Türk toplumu ile Suriyeliler arasında çok ciddi bir kültürel mesafe olduğunu vurgular. Ona göre Türk toplumunun olağanüstü mali ve insani fe-dakârlıklarla ortaya koyduğu olgunluğun, toplumsal kabulün ve desteğin devamı ancak Türkçenin öğretil-mesi ve kültürel entegrasyon süreciyle sağlanabilir. Ahmet Akkaya’nın Suriyeli sığınmacılara uyguladığı anket sonuçları da bu insanların büyük çoğunluğunun (%96,2) Türkçe’yi olumlu bir tutumla algıladıkla-rını ve kullandıkları metaforlarla bu dile değer verdiklerini ortaya koymaktadır.(Akkaya, 2013) Suriyeli-lerin Türk kültürüne ve diline karşı duyulan bu müspet duygular bir bakıma onların dil ve kültür enteg-rasyonu için ne kadar hazır ve gönüllü olduklarını ve niçin Arapça konuşulan ülkeleri değil de Türkiye’yi seçtiklerini açıkça göstermektedir.

Yapısal marjinallik ve gettolaşma mı yoksa Dil Entegrasyonu mu?

Bulunduğu coğrafi durum sebebiyle, Türkiye uzun yıllardan beri göçe mecbur edilmiş halklara kapıla-rını açan bir ülke konumundadır. 1988-1991 yıllarında Irak’tan gelen Kürtlere 1989, 1992-1995,1999 tarih-lerinde Arnavut ve Bosnalılara; Özal döneminde Bulgaristan’dan gelenlere de kapılarını açmıştır. Türkiye

YABANCILARA TÜRKÇE ÖĞRETİMİ ÜZERİNE ARAŞTIRMALAR

132

son yıllarda mülteciler ve göçmenler için “transit ülke” durumundan çıkıp “hedef ülke” haline gelmiştir. Kirişçi’ye göre Türkiye 2011’den beri son on yılın en önemli sığınmacı akını olarak görülen Suriye krizi ile karşı karşıya kalmıştır.(Kirişçi, 2003).

Batı Avrupa ülkelerinin adeta “Doğu sınırını sonuna kadar açın, ama Batı sınırlarınızı sıkı sıkı kapa-tın bize gelmesinler” mantalitesindeki politikası, Türkiye’nin gösterdiği kardeşlik ve cömertliğin önemini bir kez daha ortaya koymaktadır. Uluslararası hukukun ve vicdanın sorumluluğunu yerine getiren Türkiye pek çok kalkınmış ülkeye insanlık dersi vermiştir.

Balkanlardan gelen soydaşlarımız kültürel, ekonomik ve dil entegrasyonu açısından fazla zorluk çek-memişler; sosyoekonomik uyum sürecini sağlıklı bir şekilde tamamlamayı başarmışlardır. Açıkçası onlar yoğun bir kültür şoku yaşamamışlardır. Suriye’den gelen sığınmacıların yaşadığı sosyoekonomik ve kül-türel gerilimlere maruz kalmamışlardır. Bu nedenle soydaşlarımız kısa sürede yeni bir yaşam düzeni kur-mayı ve Türk vatandaşı olkur-mayı başarmışlardır. Suriye’den gelen sığınmacılar kültürel entegrasyon açısın-dan Almanya’ya giden ve “misafir işçi” sıfatıyla anılan Türk gurbetçilerin durumunu hatırlamaktadır.

Avrupa’daki dil entegrasyon örneği

Avrupa’da yaşayan yurttaşlarımız olağanüstü güç görünen iki amacı bağdaştırma ya çalışıyorlar. Bun-lardan biri iş gücü yolu ile ekono mik bütünleşmeyi gerçekleştirmek diğeri toplumsal bütünleşmeyi bazı konularda reddet mek sureti ile ulusal kimliklerini muhafaza etmek. Bu durum aile içinde kabul gören de-ğerler ile okul ve toplumda verilen toplumsallaşma modeli bazı konularda örtüşmediği için doğal olarak çelişkili bir durum ortaya çıkarmaktadır. Arnd-Michael Nohl “Kültürlerarası Pedagoji” kitabında” göçmen çocukları köken kültürde ne kadar güçlü bir şekilde toplumsallaşmışlarsa, göç edilen ülkenin norm ve de-ğerleriyle de o kadar zor özdeşleşeceğini” belirtmektedir.(Nohl, 2014) Türkler bu nedenle her iki kültüre de yabancı kaldığı için “noksanlı kültürlenmeden” dolayı “kültürel olarak dağınık bir benlik” geliştirmek-tedirler.(Nohl, 2014)

Kuşkusuz bu ikilemli durumu birinci kuşak fazlasıyla yaşamıştır. Bugün de ikinci ve üçüncü kuşaklar bu çelişkiyi az ya da çok hissetmektedirler. Sosyal ve ekonomik entegrasyondan kaynaklanan bu çok yönlü sorunu değerlendirebilmek için bazı kavramları aydınlat makta fayda vardır. Bu kavramların en önemlisi göçmenlerin maruz bırakıldığı yapısal marjinallik ve gettolaşma olgusudur.

Nermin Abadan-Unat’a göre gelecek kuşaklar “kısmî ya da tümden bütünleşmeyi (asimilasyon) seçe-bilirler ya da aşırı saldırganlık yolu ile sisteme başkaldıraseçe-bilirler yahut da mutlak kayıtsızlık (apathy) yolu ile kendi içlerine kapanabi lirler”. (Nohl, 2014)

Yabancılar Pedagojisini büyük ölçüde benimseyen Almanya asimile olmamış yabancıları toplumsal is-tikrarın bir tehdidi olarak görmektedir. Zira toplumsal istikrar toplumun bütün üyelerinin ortak değer ve normları özümsemesine bağlıdır. Bu nedenle Yabancılar Pedagojisi ve savunduğu toplumsal istikrar mo-deli tüm kültürler arası çalışmalara rağmen güncelliğini korumaktadır. Yazar yabancılar pedagoji mode-line entegre olmamış kişilerin “toplumsal patlayıcı madde” olarak toplumsal istikrar için bir tehlike arz edebileceğini söyler.

Türklerin önemli bir kısmı 1980’lerde ol duğu gibi günümüzde de “getto” tipi yaşam tarzına mahkum edilmişlerdir. -F. Heckman bu ya şam biçimini “koloni” terimi ile betimlemektedir.(Heckmann, 1992) Kül-türel yabancılaş maya yol açan asimilasyon durumunda, çocuklar okul çevresi tarafından kabul edilebilmek için gerçek kimliklerini saklamaya çalışırlar. Tamamen toplumun beklentisine göre hareket eden bu birey-ler kendi kimlikbirey-lerinden ve kültürbirey-lerinden, ailebirey-lerinden hiç söz etmek istemezbirey-ler. Asimile olmuş kişibirey-ler ai-lelerinin dil yetersizliği nedeniyle aile efradından ve ait oldukları topluluktan ve kültürden utanç duyarlar. Bu bölünmüş kimlik kompleksini aşmak için anne ve babaların yaşadıkları ülkenin dilini öğrenmesi ve

TÜRKÇENİN ENTEGRASYON DİLİ OLARAK ÖĞRETİLMESİNE DAİR BULGULAR

sağlıklı toplumsal uyum sürecini gerçekleştirmesi gerekir. Batı Avrupa yurttaşlarının düşük statülü kesimi bile ekonomik ve kültürel bakımdan yukarı doğru yükselirken, göçmenler dilsel entegrasyon yetersizliği nedeni ile toplumsal kalkınmanın getirdiği yükselişin sağlamış olduğu fırsatlardan yeterince yararlanama-maktadırlar. Onlar sosyal sınıf sisteminin en alt tabakasında kalmaları sağlıklı toplumsallaşma sürecini ya-şayamamalarından kaynaklanmaktadır. Artan ekonomik refahtan ve sosyal yükselişten göç menlerin çok azı pay almaları da yine sağlıklı entegrasyonun gerçekleşmemesindendir. Göçmenler arasındaki ger ginlik ve marjinalleşmenin günümüze dek değişik biçimlerde süregelmesinin temel sebebi de entegrasyon soru-nundan başka bir şey değildir.

Geleceğe yönelik planlama ve entegrasyon stratejilerinde, yurt dışında sağlıklı bir şekilde uyum süre-cini kültürler arsı temas ve pedagoji sayesinde gerçekleştiren Türk kökenli soydaşlarımızın tecrübelerin-den yararlanılabilir. Avrupa’daki bu göçmenler bize Avrupa’da misafir işçi olmadıklarını ve kalıcı yurt-taşlar olduklarını göstermişlerdir. Avrupa’daki Türkler çağımızda çok kültürlü yaşamın tüm zorluklarına rağmen ne kadar önemli olduğunu, farklı kültürel değerlerle birlikte yaşamanın nasıl başarılabileceğini, dil ve kültürel entegrasyon süreçlerinin ne gibi faydalar sağladığını, toplumsal tolerans ve kabulün ne manaya geldiğini acı-tatlı tecrübeleriyle bize ispatlamışlardır. Onlar en önemli kazançlarının ekonomik olmaktan ziyade karşılıklı zihniyet evrimine ve kültürler arası etkileşime dayalı kültürel, eğitimsel ve dilsel zengin-lik olduğunu ortaya koymuşlardır. Böylezengin-likle bu soydaşlarımız sadece yaşadıkları ülkeye katkıda bulun-mamışlar aynı zamanda her türlü kültürler arası bilgi-görgü ve hayat tecrübelerini Türkiye’deki soydaşları ile paylaşarak onlara da her konuda katkıda bulunmuşlardır.

Suriyeli sığınmacılar da gettolaşır mı?

Türkiye’nin de Avrupa ülkelerinin vaktiyle düştüğü hataya düşmemek için önereceğimiz TED (Türkçe-nin Entegrasyon Dili olarak öğretilmesi) gibi bazı uyum programlarını uygulayacak kurumları hayata ge-çirmesi ve Suriyeli sığınmacıların çalışma hayatına ve sosyal entegrasyona dair beklentilerini karşılaması gerekmektedir. Başlangıçta Suriyeliler önce “geçici misafirler” sonra ise “geçici koruma altındaki sığın-macılar” olarak vasıflandırıldılar. Kap’a göre Kamplar dışında hemen hemen Türkiye’nin her tarafına da-ğılmış iki milyonu aşkın Suriyeli olduğuna göre artık onlar çoktan misafirlik statüsünden çıkmış ve “müs-takbel vatandaş” olma yoluna girmiş bireyler olarak görülmelidir.(Kap, 2014) Bu nedenle mutlaka onların entegrasyonuna yönelik kurumsal düzenlemelerin yapılması ve kapsamlı bir ulusal entegrasyon stratejisi-nin tanzim zamanı gelmiştir. Zaman “kalsınlar mı dönsünler mi?” tartışması yapma zamanı değil, kalacak-lar için yarınkalacak-ların barış ve kardeşlik içinde yaşanan Türkiye’sinin entegrasyon temelli inşa etme dönemidir. Erdoğan’a göre; “Türkiye’de yaşayan Suriyeliler, ülkelerinde barış ve huzur ortamı sağlanırsa geri dö-nebileceklerini söyleseler de bunun kısa ve orta vadede imkânsızlaştığını da kabul etmektedirler. Yani Tür-kiye’deki Suriyelilerin çok ciddi bir bölümünün geri dönmeme ve sürekli olarak Türkiye’de yaşamayı tercih etme olasılıkları oldukça yüksektir..”(Erdoğan, 2015)Toplumsal kabul ile sosyal, ekonomik uyum sürecinin ancak Türkçenin entegrasyon dili olarak öğretilmesi sayesinde mümkün olabileceği aşikardır. Oytun ve Gündoğar’a göre; Bu süreklileşen sığınmacı olma durumu göç eden ve göçü kabul eden yurttaşların psi-kolojilerini ve tepkilerini elbette menfi bir biçimde etkilemektedir. (Oytun ve Gündoğar, 2015)

Toplumsal kabul kapasitesi konusundaki olumlu tabloya rağmen son dönemlerde Suriyeli sığınmacılar konusunda kaygı yaratacak toplumsal tepkiler ortaya çıkmaya başlamıştır. Türk toplumu bu güne kadar “muhacirlere, geçici misafirlere” oldukça yüksek bir toplumsal kabul göstermiş ve destek olmaya çalışmış-tır. Ancak uyum süreci iyi yönetilemezse Suriyelilere karşı menfi duyguların yayılacağı ve bu karşıtlığın bazı gruplar tarafından saldırılara, nefrete dönüşebileceği bir vâkıadır.

YABANCILARA TÜRKÇE ÖĞRETİMİ ÜZERİNE ARAŞTIRMALAR

134

Erdoğan tarafından yapılan saha araştırmasının bulguları şunlardır:

“Suriyelilerin Türkiye’de olmaktan memnun ve mutlu oldukları, mümkünse ülkelerine geri dönmek istedikleri ancak bu ihtimalin her geçen gün azaldığını ifade ettikleri, çalışma hakkı istedikleri, çocukla-rının eğitim alamamasından rahatsız oldukları, Cenevre Anlaşmasına Türkiye’nin koyduğu ve Suriyelile-rin bu nedenle mülteci olmalarını engelleyen coğrafi çekincenin kaldırılmasını talep ettikleri, her geçen gün Türkiye’de kalmaya daha sıcak baktıkları, Türkiye vatandaşlık verirse kabul etmeye sıcak baktıkları görülmektedir.”(Erdoğan, 2015)

Yazar burada Suriyeli sığınmacıların Türkiye’de sürekli olarak kalacaklarından hareketle yaşamakta oldukları topluma her bakımdan uyumlarını sağlayacak birlikte yaşam ve entegrasyon politikalarına baş-lanması gerektiğini vurgular.

Bundan dolayı can güvenliği, barınma, gıda, giyinme gibi acil temel ihtiyaçlardan hemen sonra ya-şadığı ülkenin dilini edindirme hizmeti yani “Türkçenin Entegrasyon Dili” olarak öğretilmesi en önemli proje olarak karşımızda durmaktadır. İletişim becerilerinin kazandırılması her bakımdan Suriyelilerin en-tegrasyonlarını kolaylaştıracağı gibi daha iyi bir şekilde ihtiyaçlarını dile getirmelerini ve daha iyi hizmet almalarını da sağlayacaktır. Sadece kendi dillerinde ve kendi müfredatlarını uygulayarak kendi(yerel) öğ-retmenleri ile eğitim almaları kısa vadede faydalı gibi gözükse de uzun vadede gettolaşmalarına,