• Sonuç bulunamadı

Tümevarım: Aristo mantığında Gediz yerine Akdenizlileri koymanın hiç bir bilgi katkısı yoktur ancak akılcılık ve deneycilik birlikte kullananıla bilindiğinde önemli bir

Belgede BİLİM TARİHİ VE FELSEFESİ (sayfa 49-52)

EK I.B: EROS VE PSYKHE Sadık Türksavaş

V. ARİADNE VE DİONYSOS

II.2 Mekanikçi Çağ

4. Tümevarım: Aristo mantığında Gediz yerine Akdenizlileri koymanın hiç bir bilgi katkısı yoktur ancak akılcılık ve deneycilik birlikte kullananıla bilindiğinde önemli bir

yöntemdir. Gözlenen, tek tek olgulardan (deneycilik) yola çıkarak, genel yargılara ulaşmayı (teori-akılcılık) amaçlar. Sekülerleşmenin (dini öğeleri sosyal, hukuksal ve siyasi yapılardan ayırmak, laiklik) meşruluk aracıdır. Akıl aracılığıyla doğru bilgilere ulaşabileceğini ve bu bilgilerle de yaşamı düzenleyebileceğini öne süren aydınlanma felsefesinin kaynağıdır. Başka bir deyişle tümevarım, özelden (deneyden) genele giden, bir akıl yürütme türüdür. Ateşin buzu erittiği deney bizi “Isı her zaman buzu suya dönüştürür” sonucuna (nedensellik) götürür. Matematiksel tümevarım: Matematikte kullanılan bir tekniktir. Özellikle formülleri, eşitlikleri ve eşitsizlikleri kanıtlamak için kullanılır. Bunun uygulanmasında zaten hiç bir tartışma yoktur. Bir örnek yapalım. Matematik ve fizikte çok kullanılan bir trigonometrik eşitliği ele alalım:

Burada

Bu eşitliğin önce özel bir durum için doğru olduğunu görelim. için

sonra için doğru olduğunu kabul ediyoruz.

Şimdi önermenin için doğru olmasının, önermenin için doğru olmasını gerektirdiğini göstereceğiz:

Bu durumda matematiksel tümevarım ilkesi gereğince başlangıçtaki önermemiz doğrudur. İspat tamamlanmıştır. Burada görüldüğü gibi matematikle bir sorunumuz yok, ileri de kimse bu gerçekten başka bir gezegende de böyle mi acaba diye kendine soru soramaz. Ama matematik dışında tümevarımın tümdengelime olan bağımlılığı vardır. Moleküller atomlardan oluşur. Atom için geliştirilen modellerle molekül yapıları anlaşılmıştır. Ama bu ispatçılık hukuk alanına, sosyal bilimlere taşındığında bilgi edinmede bazı itirazlar ortaya çıkmıştır. Örneğin Karl Popper (1902-1994) bu doğrulamacılık ispatçılığına itiraz eder. Bunun için siyah kuğu uslamlaması tipik bir örnektir: Bir beyaz kuğuyu düşünün. Yüz beyaz kuğu daha bulup yanına getiriyorum. Bakıyorum 101. kuğu da beyaz. O halde tüm kuğular beyazdır. İşte bu şekilde ele alınan tümevarım tartışmalı bir yaklaşımdır. Ya bir gün karşımıza siyah kuğu çıkarsa? Eğer bu kanıtı kabul edip bütün kuğular beyazdır diye zooloji yapmaya kalkışsak ya da kuşlar üzerine bir model geliştirmeye çalışsak, ne olur? Bir düşünsenize! “Kuğu Gölü” balesini bir daha seyretmemek bir yana, bütün kuğuları beyaz kuğu olarak kabul edip geliştirdiğimiz bilimsel sonuçlar, o harcadığımız bütün para ve emekler boşa gidecek. Zooloji bilimi de ciddi bir zaman kaybetmiş olacak. Biyolojik sistemler karmaşıktır. Bu ispatçılık yöntemleri aksine biyolojide, evrim kuramında bizi büyük yanlışlıklara da götürebilir. Atoma bakalım tekrar. Atomlar istenmeyen bir durumdan kurtulmak veya kendilerini korumak için kendi aralarında çeşitli şekillerde bir araya gelmişlerdir ve molekülleri oluşturmuşlardır diyebilir miyiz? İşte tümdengelim ile tümevarım bütünündeki kırılma noktası buradadır.

Demek ki tümevarımın ve tümdengelimin matematikte doğrulamacı olarak böyle güzel çalışması bunların bir arada da doğru çalışacaklarını ve diğer bilim alanlarına genelleştirilmesinin sağlıklı olacağını kanıtlamaz. Seyrettiyseniz, “Kuğu Gölü” balesini yazan kişi, her şeye kendine yeten mantıksal bir akılcılıkla yaklaşmıştır. Zaten bale modernitenin bir ritüellerinden biridir. Ritimlerin yanı sıra “Kuğu Gölü”, tipik bir aydınlanmacı tümevarımın ve tümdengelimin bağımlılığı mantığının örneğidir: Siyah kuğu (kötü-kaos) - beyaz kuğu (iyi-kozmos) ikili karşıtlığıyla yazılmıştır. Ama ya bir gün doğada siyah kuğu gözlenir ve de onun rengi dışında beyaz kuğudan hiçbir farkı olmadığı anlaşılırsa? İşte o zaman Çaykovski’nin bu balesinin, yani modernite ritüel figürünün daha sonu gelecektir. Biliyorsunuz, geçenlerde oynayan “siyah kuğu” filmi var. Burada bu dualitenin yapı bozumu anlatılır. 1875 de ilk kez sahnelenen Bizet’in “Carmen” operasında da bu vardır. Tamamen tümdengelim mantığıyla kaleme alınmıştır. Bütün Çingene kadınlar “kötü” kadınlardır. Carmen de çingenedir. O halde Carmen de “kötü olmalıdır ve cezalandırılmalıdır”. Ama daha sonra eserdeki bu görünümün üstünü örtmek için Batılı aydınlar günah çıkartan postmodern Carmen yorumları ve versiyonları yapmışlardır24: “Carmen erkekler için bir nesne konumundaydı, büyüleme gücü onların fantezi mekanında oynadığı role bağımlıydı, ‘iplerin kendi elinde olduğu’ yanılsamasıyla yaşamasına rağmen erkeklerin semptomundan başka bir şey değildi. Nihayet kendisi için de nesne haline geldiğinde, yani libidinal güçlerin etkileşimi içindeki pasif bir unsurdan ibaret olduğu anladığında, kendini ‘özneleştirir’, bir ‘özne” haline gelir. Nitekim Lacancı25 perspektiften bakıldığında ‘özneleşme’ kendini bir ‘nesne’, ‘çaresiz bir kurban” olarak yaşamayla sıkı sıkıya bağlıdır. Narsist (kötümser) şişirmelerimizin kesin hükümsüzlüğüyle yüzleşmemizi sağlayan bakışa verilen addır.” Peter Brooks versiyonunu daha ilginçtir. Modernizmin evrensel aklının baskıcı ve totaliter iktidarının yaptıklarının bu üstünü örtme telaşında olay bambaşka gelişir. Felsefeci Zijek yorumunda bu açıkça görülür: “-Jose Carmen’den aldığı son ret cevabını hüzünle kabul eder, ama Carmen ondan uzaklaşırken, uşaklar ona Escamillo’nun ölü bedenini getirirler-kavgayı kaybetmiştir, boğa onu öldürmüştür. Şimdi çökme sırası Carmen’e gelmiştir. Jose’yi arena yakınlarındaki ıssız bir yere götürüp diz çöker ve bıçaklaması için kendini ona sunar. Bundan daha ümitsiz bir son var mıdır? Elbette vardır: Carmen Jose’yi, bu zayıf adamı terk edip sefil günlük hayatını yaşamayı sürdürebilirdi. Başka bir deyişle, ‘mutlu son’ bütün sonların en ümitsizi olurdu.” Tabi Zijek beklediğim gibi bu Peter Brooks versiyonunun bir örtme olayı (simülakr) olduğuna değinmemektir.

Bugün dersimizde tümdengelimle tümevarım arasındaki ilişkiyi yapı bozuma uğratarak modernitenin evrensellik iddiasını temize çıkartmaya çalışan Carmen versiyonları üzerine kritikler yapabiliyorsak, üzerine konuşabiliyorsak, bu bizlerin de simülasyon kuramlarının, yapıçözümcü felsefeleri okumalarının farkında olmamız sayesindedir. Bunu son derslerimizde ele alacağız.

24 Slavoj Zizek, Yamuk Bakmak, s. 94, çeviri Tuncay Birkan, Metis Yayınları 2004.

GÜNLÜK IV

Belgede BİLİM TARİHİ VE FELSEFESİ (sayfa 49-52)