• Sonuç bulunamadı

Mantıksal Pozitivizm

Belgede BİLİM TARİHİ VE FELSEFESİ (sayfa 60-63)

GÜNLÜK IV Mantıksal Çözümleme

IV.2 Mantıksal Pozitivizm

IV.2.1 Giriş: Felsefecilerin, modern dönemin başında laboratuvarlarda sabahlara kadar oturup mekanikçi düşüncenin yönlendirmesinde deney yapanlarla, çok özel matematik tekniklerle (analitik mekanikçiler) hareketlerin diferansiyel denklemlerini yazanlar ve bunları yeni tekniklerle çözmeye çalışanlarla yollarını ayırmaya başladıklarını, geçen derste (bölümde) “ispatçılık” başlıklı felsefi çalışmalarıyla (bilim felsefesi) yeni kimlik arayışları içine girdiklerini görmüştük. 20. yüzyılın başlarında, yukarıda özetlenen mekanikçi düşüncenin yeni formları (kuantum ve görelilik) kuramları deneysel olarak kanıtlanmaya başladığında, felsefecilerin, özellikle matematik ve fizik alt yapılı felsefecilerin yeni mantıksal pozitivizm (olguculuk) yöntemleri arayışları daha da hızlandı. 1920’lerde entelektüel soy kütüğü teorik fizikçi ve felsefeci Ernst Mach’a dayanan, “Viyana Çevresi” olarak bilinecek bir bilim felsefecisi grubu ortaya çıktı. Bunlar çoğunlukla o yıllarda Avrupa’nın felsefede en güçlü üniversitelerinden bir olan Viyana Üniversitesi’ndendiler. Viyana Üniversitesi civarındaki kahvelerde toplanıyorlardı. Çoğu fizikçi, matematikçi, psikolog gibi farklı alanlardan geliyorlardı. Yaşamını 1939’e kadar sürdürecek olan bu ekol, Descartescı deterministlerin mantıksal pozitivizm doktirinini (bilimi önermeler ve bu önermeleri bir düzene oturtmaya çalışan teorilerden oluşan bir sistem olarak gören) bilimlerin birliği için temel alıyordu. Bu felsefeyi analitik bir süreç olarak gören, “Bilimsel Dünya Görüşü” başlıklı bir bildiriyi felsefe dünyasına sundular. Amaçlarının sosyal bilimleri doğa bilimlerinin başarıları üzerinden modellemek, bilimle bilim olmayanı ayırmak, bilimin metafizikle olan ince sınırlarını tayin etmek, yağmur gibi ortaya çıkan yeni sosyal bilim dallarındaki “başıbozukluğa” matematiksek ideallerle ve indirgemeci açıklamalarla bir çeki düzen vermek olduğunu ilan ettiler. “Felsefenin yeni bir işe kalkışması lazım. Felsefe ortalığı karıştırıcı, dağıtıcı değil, felsefenin artık toparlayıcı olması lazım” diye konuşuyorlar ve yazıyorlardı. Bu misyon, bilimi metafizik sorunlarından ve bilim dışı anlamsız önermelerinden arındırmak için, bir şekilde bilim ve felsefeyi yeniden tanımlayacak bu disiplinler arası yöntemlerinin bütününe mantıksal pozitivizm adını verdi. (Ömer DEMİR, Bilim Felsefesi).

Tabi ki bu bilimsel bilgi ile bilimsel olmayan bilgiyi ayıran “evrensel” yöntemleri özellikle o yıllarda kendini hala tam olarak tanımlayamamış sosyal bilim alanlarında etkin olacaktı. Fen bilimlerinde böyle bir endişenin olmadığını “ispatçılık” felsefesini işlerken konuşmuştuk. Ancak unutmamak lazım ki, bugün kaotik olarak tanımlanabilen sistemler üzerine yapılan çalışmalar uzun yıllar fizik alanı dışına itilmiştir. Bugün hala fizikte kaotik sistemler üstüne yapılan kuramsal “fizik” çalışmalarını fizik olarak görmeyen kesimler vardır. (Kaotik sistemlerin tek-biçim ve toplanabilme özelliklerinin olmamasından). Tekrar bu Viyana okuluna dönersek, yöntemlerinin evrenselliğinden söylemek istedikleri, mantıksal çözümlemelerinin, sosyolojinin, psikolojinin kendi bilgi edinme kuralları için de, hukukun kendine yeten mantıksal kurallar içinde geçerli olmasıydı. Yani psikolojide bir bilgi edinme kuralı varsa bu bilginin güvenilir (epistemolojik) bilgi olup olmadığını ayıracak bir çözümleme yöntemi hukuk için de, sosyal bilimler için de geçerli olmalıydı.

Ama bugün bu endişelere yer vermeyecek yeni bilim dalları, her şeyin bilimi olduklarını iddia eden, sosyal bilimlerle fen bilimlerini bile ayırmayan yeni bilim adayları var. Karmaşıklık gibi, kaos kuramı gibi, kendiliğinden örgütlenme gibi, simülasyon gibi tüm postmodern (nonlinear science) yöntemleri kapsayan, hem makro ve hem de mikro dünyada geçerli olduğunu söyleyen, bilimlerin bilimini olduğunu iddia eden “Karmaşıklık Bilimi” var.

Başka aday da “Siborg Bilim” (Küreselleşmeci bilim, Büyük bilim (Big Science)). Son derslerimizde bunları bir şekilde gözden geçirmeye çalışacağız. Ama burada hemen şunu söyleyebiliriz. Bilimlerin bilimi olduklarını iddia eden bu adaylar, “Bugünün dünyasında bırakın doğa bilimleri içindeki ayrımı, sosyal ve doğa bilimlerinin ayrımı kalmadı” diyorlar. Yani “Bırakın doğa bilimlerini biyoloji, fizik, kimya diye ayırmayı, fizik ve sosyolojiyi ayırmak, fizik ve psikolojiyi ayırmak gibi durumları bile ortadan kaldırıyoruz” diyorlar. Bu iki adayın da inandıkları tek çözümleme var, o da bilgisayarlar! Yani onlara göre mantıksal pozitivistlerin pabuçları çoktan dama atılmış durumda. Ama bilim felsefesi anlamak için bizim bu Viyana Okulunun çözümlemelerini gözden geçirmemiz lazım.

IV.3 Mantıksal Çözümleme

Bir sembolik önermenin doğruluk tablosu, o sembolik önermenin içindeki önerme değişkenlerinin alabileceği doğruluk değerlerine göre, sembolik önermenin alacağı doğruluk değerlerini gösteren bir tablodur. Yukarıda "ve, veya, ise" sembollerini kullanarak oluşturulan doğruluk tablolarını görüyoruz. Tümel evetleme eklemi, tikel evetleme eklemi ve koşul ekleminin bir bileşik önermedeki doğruluk tablosunu inceleyelim. Tümel evetlemeli bir önerme ancak her iki bileşeni de doğru ise doğru olabilir. Diğer tüm hallerde yanlıştır. Tikel evetlemeli bir önerme ise ancak iki bileşeni de yanlışsa yanlış olur.

Eğer bir bilim dalı böyle bir mantıksal çözümlemeye uygun değilse “o zaman biz bunu bilim kabul etmeyeceğiz” diyorlar. Mesela hukuk bilimi? Her ne kadar adaletin temel kuralında, “Hak sahibi olana, hakkının verilmesi esastır, özgürlüğün korunmasıdır,” dense de,

hukuk felsefesi üzerine geniş çalışmalar yapılmış30 olsa da hukuk yasalarına baktığınız zaman, bunların hep “ve, veya, ise” biçiminde kendine yeten mantıksal kurallarına göre kurulu düzenin korunması için yazıldığını görürüz. Otoritenin sağlamlaştırılması amacıyla bunların önermesel anlamları kullanılır ve her türlü kararını buna göre verir. Eğer bir hukuk fakültesi öğrencisi, p ve/veya q ilişkilerini sınavda sorulan olayı düzgün bir şekilde tabloya uygun olarak çözümlerse, bunu yapabilirse, dersi çok rahat halleder. Ama beceremiyorsa, ne yapıp etse de dersten geçemez. Çünkü sınav kağıtları bu esaslara göre değerlendirilir. Yani bunlar da hukukun “de&da” larıdır. “Hukukçu bu şablona aykırı davranmamalı!” denir. Aksi durumda bütün cevap çizilir, öğrenci puan alamaz. Eğer hukukta bir öğrenci olayı güzel güzel anlatıyor, “kendine yapılmasını istemediği olayı başkasına yapmış” falan diyorsa, ama orada ve-veya hatası yapıyorsa, hocası şak diye bir kalemle o yanıtı çizer. Benim lisede kompozisyon dersinden kaldığım gibi onu da sınavdan geçirmez. Hukuk, “Ben bilimim,” diyor. Bu ve-veya’lar da direniyor. Hukuk insanı iddianameyi yazarken devlet iradesinin üstünlüğü için kendine yeten hukuksal pozitivizm dediği, “Mantıksal Çözümlemeye” devam diyor. Ama şimdi biliyoruz öyle yapılar, olaylar var ki, karmaşıklık bilimi ile karmaşık oldukları saptanmış. Böylesine karmaşık problemlerde bu hukuksal mantığın doğru çalıştığından nasıl emin olabilirsiniz? Örneğin futbolda şike olayı, değil mi? Futbol dediğin şey, oynanan topu ile idarecileri ile sporcularıyla, menajerleri ve hakemleriyle yani şunlarıyla bunlarıyla, seyircisiyle öyle karmaşık bir sistem ki, bu karmaşık sisteme duyarlı bir olayda, “Kim suçlu?” problemini ve/veya mantıksal çözümlemesiyle çözemezsin! Ama karmaşık olmasından dolayı her zaman devlet otoritesi arzusuna uygun bir çözüm bulabilirsiniz. Türkiye’deki şike olayının hukuksal olarak bugün geldiği yer bunu kanıtlamaktadır. Topu başka nedenlere atıyorlar, ama temelde işin içinden çıkılmadığı ortada. Ama hala hukukçu olarak diyemiyorlar ki, “Futbol karmaşık bir sistemdir, biz bu olayda mantıksal çözümleme kullanırsak hata yaparız. Bu şeklide alınan kararın kimseyi tatmin etmesi mümkün değildir.” Tabi böyle karmaşık bir olayda hukuka hâkim olan otorite, kötü niyetli ise, seni içeri atmak istiyorsa mantığı (savcı) kendine göre kurgulamada elinde sonsuz çözümleme var. Seni kimse kurtaramaz. Tabi şike gibi tip karmaşık olaylarda, her ne kadar bilirkişi kullanılıyorsa da jüri sisteminin kullanılması daha adaletli gibi. Ve böylesine kötü niyetten seni korur. Ama jüri sisteminin de kendi içinde problemleri var. Bu tartışmalar hukuk felsefesinin alanı içine giriyor. Ben bir hukuk felsefecisinden böyle bir seminer izlemiştim. Seminerci hukuk felsefecisiydi, Örnekleyerek anlatıyordu: Amerika’daki bazı davalarda adam yüzde yüz suçlu, fakat öyle şeyler yan yana getiriliyor ki adam için jüri suçsuz diyor. Ondan sonra adam çıkıyor. Bilmem kaç yıl sonra adamın suçlu olduğu anlaşılıyor. Şimdi ben burada sizin haklarınızı gasp eden bir metnin oylamasını yapacağım. Silah zoru yoksa böyle bir metin buradan geçer mi? Benim dışımda hepiniz karşı çıkarsınız. Değil mi? “Hayır,” dersiniz oylamada. “Böyle bir bu metni kabul edemeyiz!” dersiniz. O zaman ne yapıp edeceğim, metni sizin tarafınızdan kabul edilecek biçimde süsleyerek yazacağım. İşte onun için bu referandumlar var. Ne kadar sağlıklı bilinmez? Bunlar hep hikaye, hep süsleme. Çünkü metni hazırlayan zaten iktidar olanlar. Metni öyle bir hazırlıyor ki, baştan her şey hesaplanmış, ambalajlanmış. Öyle bir metin hazırlanacak ki sizlerin %50 den fazlası ona “Hayır,” diyecek. Bunu yaparlar mı? Elbette hayır. O zaman metnin “Evet” olarak oylanabilmesi için gerekli her şeyi hazırlarlar. Sonra metni oya sunarlar. Bilindiği gibi uluslararası meselelerde de böyle kararlar alınıyor. Avrupa Birliği karalarında örneğin. O hukuk felsefecisi konuşurken dinleyiciler arasında bir Türk olduğunu bilmiyor. Ve Türkiye’nin neden Avrupa Birliği’ne alınmak istemediğini anlatıyor. “Nedeni gayet basit,” diyor. “Çünkü Avrupa Birliğinde bir karar alınırken, o karar daha önce oylamaya gelmeden, herkesin üzerinde mutabık olacağı bir şekilde hazırlanıyor. Herkesin üzerinde anlaşamayacağı bir metin zaten oylamaya

sunulmuyor. Şimdi “votation power”da yani oyun gücünde şu var: Avrupa Birliği'nde birçok ülke aynı beklentilere sahip. Çekler, Slovaklar, Polonyalılar, Macarlar gibi... O metne bir cümle yazdığın zaman bunların hepsini aynı anda mutlu ediyorsun. Ama Türkiye AB'ye girdiği zaman, Türkiye için her zaman metne ayrı bir cümle yazılması gerekli. Çünkü Türkiye Avrupa’dan oldukça farklı özellikleri olan bir ülke. Yani Türkiye’nin bir oyu dokuz oya karşılık gelecek. Bu nedenle açık ki AB karalarında uzlaşmazsızlıklar, sıkıntılar çıkacak.”

Her neyse, boyumuzu aştık. Bir de hukuk felsefesi yapmaya kalktık. Biz tekrar çerçevemize dönelim. Şimdi durumlar için değil de hareketler için geçerli olan mantıksal çözümlemeye, mekanikçi çözümlemeye geçelim.

Belgede BİLİM TARİHİ VE FELSEFESİ (sayfa 60-63)