• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM: TARİHSEL VE KURAMSAL ÇERÇEVE

1.3. Yeni Sistemde Tüketim Olgusu

1.3.2. Tüketimin Zihinsel Bir Alt Yapısı Olarak Para Ekonomisi

Boş zaman ve tüketim tartışmalarını sağlam bir zemine oturtabilmek için para ekonomisinin altında yatan zihinsel yapıya bakmamız gerekecektir. Milyonlarca insanın doğduğu andan itibaren belirli ideolojilere hizmet için toplumsal olarak eğitilmesi, objektif olarak değerlendirildiğinde akla yatkın olmayan ama normalleşmiş irrasyonel yönelimlerin, kolektif olarak nasıl kabul gördüğü gibi pek çok noktada aydınlanma yaşatması açısından bu bölümün önemli olacağı kanaatindeyim.

Osmanlı’nın son dönemlerinde parçalanan toplumu yeniden bir araya toplayacağına inanılan Milliyetçilik, İslamcılık ve Türkçülük gibi ideolojilerin masaya yatırıldığı ve hangisinin daha çok insanı toparlayacağının tartışıldığı dönemi düşünürsek; mitlerin, siyasi araç olarak tarih boyu kitlelerin etkin yönetimi için kullanıldığını kolaylıkla anlayabiliriz.

Milyonlarca insanın kolektif hareket edebilmesi için ortak mitlere, hayali cemaatlere, hayali düzenlere ihtiyaç duyulmuştur. Milliyet, devlet, din anlayışı hayali yapılanmalar için en çok kullanılan argümanlardır. Bunlara dayandırılarak geliştirilmiş efsaneler, gelenekler, mitler de düzenin istikrarı için hayatı önem taşımaktadır.

Kurulan bu hayali düzenler, akla hitap etmekten ziyade duygulara ve hayallere dokunmaktadır. Kitlelerin yönetiminde hayalin psikolojik alt yapısını çalışan Gustave Le Bon bu durumu şu şekilde açıklamıştır;

“Kitleler hiçbir zaman gerçeğe susamamışlardır. Hoşlarına gitmeyen mantıksızlıklar karşısında, gerçek dışı eğer kendilerini çekerse, bunu ilahlaştırarak buna yönelmeyi daha üstün tutarlar. Onları hayallere çekmesini bilenler onlara hâkim olur ve hülyalarını ortadan kaldıran da onların kurbanı olur” (Le Bon, 1997, s.99).

47

Hayali düzenlere karşılık aklın ürünü olan doğal düzende ise istikrar vardır: “İnsanlar yarından itibaren varlığına inanmayı bıraksalar bile, yer çekiminin ortadan kalkma ihtimali yoktur. Buna karşılık hayali bir düzen her zaman çökme ihtimali ile karşı karşıyadır, çünkü varlığı mitlere bağlıdır ve mitler insanlar onlara inanmayı bıraktıkları anda çökerler” (Harari, 2015, s.120) .

Antik Yunan’ın köleleri, Nazi Almanyası’nın Yahudileri, cahiliye döneminin kız çocukları gibi rasyonel aklın hiçbir şekilde açıklayamayacağı yüz binlerin acımasızca muamele gördüğü tarihi dönemler dini, ideolojik, milliyetçi, cinsiyetçi bir takım mitlere ve değerlere dayanarak kendilerini meşrulaştırmayı ve haklı göstermeyi başarmışlardır. Hayali düzenler; akla rağmen vardırlar, rasyonel aklı devreden çıkaracak kadar güçlü ve etkilidirler, bu yüzden bu düzeni korumak ve sürekliliğini sağlamak geniş çaplı, güçlü bir organizasyonu gerektirir. Devletin ideolojik aygıtları, dönemin siyasi ve dini otoriteleri sürekli ve sürekli toplumu bu mitlere bağlayan bilgiyi üreterek norma dönüştürür.

Postmodern toplumun kültüre dönüşen gösterişçi lüks tüketimi de rasyonel aklın açıklayamadığı irrasyonel bir karakteristiğe sahiptir. 24 saatin 12 saati çalışan asgari ücretli bir işçinin ayda ortalama 1.600 tl kazanıp yaklaşık 3 aylık maaşının tamamını cep telefonu almak için ödemesi ve bunu yaparken 2 yıl taksitlendirme ile gelecek zamanın ipoteğine varan sistemleri rızası ile kabul etmesinin rasyonel akılla bir izahı yoktur. Fakat bu kabul edilmiş olan, hayali düzene güveninin bir göstergesidir.

Gündüz Vassaf, devlet kurumlarının da benimsemiş olduğu, “kolektif delilik” olarak nitelendirdiği bu değerler sisteminde, insanın bireysel delilik ile kolektif delilik arasında bir seçim yapmak zorunda kaldığını söyler. İyi yurttaş olmayı kolektif deliliğin bir parçası olmaya bağlar. Ekonominin globalleşmesinin, standartlaşma ile birlikte yeme içme adetleri, giyim, cinsel normlar, eğlence ve güzel sanatların giderek yaşamın her cephesini egemenliği altına alan büyük bir kolektif birim haline geldiğini söyleyen Vassaf, bireyselliğine gem vuran insanın, yığınların çılgınlığına kapılma eğiliminde olduğunu söyler (Vassaf, 2017, s.55).

48

Aslında kolektif deliliğin bir parçası olmak kitle psikolojisinin en temel kuralıdır ve bu yüzden bireyden özgün davranmasını beklemek 0-6 yaş grubundan olgunluk beklemeye benzeyecektir.

Kollektif deliliğin parçası olma savının gerçekliği Polonyalı sosyal psikolog Solomon Asch’ın deneyi ile desteklenecektir. Asch; “Gerçek açık seçik ortada olduğunda insanlar başkalarına uyacak mı?” sorusunun cevabını bulmak için bir masa etrafına topladığı 5 üniversite öğrencisine (öğrencilerden 4 ü yalancı denek, sadece biri gerçekten durumdan habersiz denektir), ilkinin üzerinde tek çizgi, ikincisinin üzerinde ise 3 çizgi bulunan iki kart göstermiş ve tek çizginin ikinci karttaki üç çizgiden hangisine eşit olduğunu söylemelerini istemiştir. Kartların üzerinde ki çizgilere bakıldığında cevap net olarak anlaşılmaktadır. İlk üç turu doğru cevaplarla bitiren denekler, 4. tur kartlarına geçtiğinde ilk 4 yalancı denek doğru seçenek açık seçik ortada olmasına rağmen aynı yanlış cevabı verdiklerinde 5. Sırada oturan gerçek denek yanlış olduğunu bile bile grubun yargısına uymuştur. Asch, zeki öğrencilerden seçtiği deneklerin cevap açık seçik ortada olmasına rağmen %35’inin yanlış karara uyduklarını söylemiştir. Asch, uyma davranışını çizgi deneyi ile bırakmamış, fiziksel uyaranlara, tutum cümlelerine, gerçeğe ilişkin ifadelere ve mantıksal çıkarımlara ilişkin de ölçmeye devam etmiş ve uyma davranışının daha yüksek olduğu sonucuna varmıştır. Deneylerin sonunda %75’lik bir kısmının yanlış cevaplara, inanmasalar bile en az bir kez uyma davranışı gösterdiğini görmüştür (Taylor, Peplau ve Sears. 2007, s.214-15.) Asch’in küçük gruplar üzerinde yaptığı deney sonuçlarında bile uyma davranışı gösteren bireylerin, milyonların dahil olduğu bir toplumda, doğar doğmaz başlayan eğitimlerle adapte edildiği hayali düzenlere uyup uymama noktasında kendi iradesini ortaya koyması neredeyse imkansız bir hal almıştır. Harari toplumların; örgütlenmeyi sağlayan düzenlerin sadece hayallerde var olduğunu fark etmelerini engelleyen üç sebep olduğunu söyler;

 Hayali dünya fiziksel dünyaya gömülüdür. Ve bu yüzden neyin gerçek dünyaya veya neyin hayali dünyaya ait olduğu bir süreden sonra ayrıt edilmeyecek kadar iç içe geçer.

49

 Doğduğu andan itibaren insanların içinde bulundukları hayali düzenin isteklerini benimseyerek kendi istekleri gibi savunmaya başlamaları, hayali düzenin devamlılığını sağladığı gibi sorgulanmasını da engeller.

 Hayali düzen milyonlarca insan tarafından benimsendiğinden dolayı değiştirmek için milyonlarca insanın bilincinin değişmesi gerekecektir. Mevcut düzeni de ancak yerine alternatif düzen getirerek bozmamız gerekecektir (Harari, 2015, s.122-126).

Küresel ölçekte kitleleri etkin işbirliği içinde bir arada tutan hayali düzenlerin en etkilisi paranın icadıdır. Paranın icadını teknolojik bir dönüm noktasından çok daha öte zihinsel bir devrim olarak nitelendiren Harari; bu devrimin, insanların ortak hayal gücünde yaşayan yeni bir gerçekliğin yaratılmasında saklı olduğunu ve paranın tanrının ve kralların başaramadığı birlikteliği başardığını söyler. Para bir eşya değil, psikolojik bir kurgudur ve fiziksel olanı zihinsel olana çevirerek çalışır. Para insanlar tarafından yaratılmış ve tüm kültürel farkları aşabilen tek güven sistemidir. Ayrıca din, cinsiyet, ırk, yaş ve cinsel yönelim üzerinden ayrımcılık yapmaz. Para sayesinde birbirini hiç tanımayan ve güvenmeyen insanlar etkin işbirlikleri yapabilirler (Harari, 2015, s.190). Fiziksel olan emek, mal, ürün, hizmet sadece birkaç kağıt parçasına değiştirilerek insanlar arası düzen tesis edilirken aynı zamanda insanın yaratıcı ile olan ilişkilerini de düzenlemeye başlamıştır. Paranın her şeyi her şeyle değiştirip dönüştürebilme gücüne en çarpıcı örnek olarak, hayat kadınlarının seks işçiliğinden kazandığı para ile kiliseden endülüjans satın alıp yaptıkları günahı özgürlükle değiştirmelerinde görebiliriz. Bu durumu sadece hayat kadınları ile sınırlamak haksızlık olacaktır, öyle ki hayatının sonuna yaklaşan insanların ibadethane yaptırıp, ömürlük hesapları temizletebileceklerine olan inanç gibi hayatın her alanında benzeri para ekonomisinin sınırlarının sadece meta dünyasında kalmadığını görebiliriz.

İlkokul sıralarında ilk öğrendiğimiz “elmalardan armutlar çıkarılmaz” kuralına meydan okuyan “para”; elmaları, armutlardan çıkarabildiği gibi hazları, duyguları, inançları da birbirine dönüştürecek ve çıkarabilecek güce sahiptir.

50

Ürünsel mübadelenin, ürün çeşitliliği karşısında girdiği çıkmazları yok eden, her şeyin her şeyle değişmesine fırsat veren ve dünyanın her yerinde işleyen “para ekonomisi”, Simmel’e göre;

"Eşyanın tüm çeşitliliğini ortak ölçülür kılmakla, bunların arasındaki tüm niteliksel farkları sadece onlara biçilen miktar farkı aracılığıyla ifade etmekle, renksizliği ve ayırımsızlığı dolayısıyla tüm değerlerin ad koyucusu olarak kendini ileri sürmekle; en korkutucu kodlayıcıya dönüşür. O, eşyanın özünü oyar, özgüllüğünü, özel değerini, karşılaştırılamazlığını, kendisinden kurtulmanın imkansız olduğu bir şekilde kemirir." (Jung, 1990, s.55)

Bir araç olarak ortaya çıkan para ekonomisi, zamanla ekonomik yaşantının çok ötesine geçmiş yaşam stiline dönüşerek insanlar arası ilişkinin de belirleyicisi olmuştur. Öyle ki “para, kültürün paradigmasına dönüşmüştür. Parada, değerler dünyası ve somut nesneler birbirleri ile karşılaştırılır. Ve dahası para; toplum denen kumaşın örüldüğü ipliktir." (Jung, 1990, s.73).

Marx, emek ve çabanın soyut haline dönüşmüş şekli olan “para”nın tüketimde yabancılaşmaya giden boyutunu şu sözleri ile açıklar;

“Para… Gerçekte insanca ve doğal olan güçleri salt soyut fikirlere, bu yüzden kötülüklere dönüştürür; öte yandan gerçek kötülükleri ve düşleri, yalnızca bireyin imgeleminde yaşayan güçleri de gerçek güçlere dönüştürür... Kendisine yüreklilik satın alabilen kişi korkak bile olsa, yürekli olup çıkar… İnsanı insan olarak düşünün; o zaman sevgiye karşı sevgi, güvene karşı güven bulursunuz. Sanatın tadına varmak istiyorsanız sanattan anlayacak şekilde eğitilmiş olmanız gerekir; başkalarını etkilemek istiyorsanız, gerçekten canlılık aşılayıcı, sürükleyip götürücü bir etki yaratabilmelisiniz onların üstünde. İnsanlarla, doğayla aranızdaki ilişkilerden her biri, istemimizle saptadığımız amaca uygun gerçek, bireysel yaşamınızın belli bir dışavurumu olmalıdır…”(Fromm, 1990, s.146).

Bugün çok daha karmaşık bir yapıya dönüşen para ekonomisi, bankaların da devreye girmesiyle kredi kartları, taksitlendirme imkânlarının artması, sanal paralar gibi çeşitli

51

imkanların devreye girmesi ile daha soyut boyutlara taşınmış durumdadır. Var olmayan paralar üzerinden ilerleyen işlemler, yaşanacağının ya da kazanılacağının garantisi olmayan belirsizlikler üzerine inşa edilen ödeme sistemleri kolektif dev bir inancın ürünü olarak tüm dünya tarafından kabul görmüş ve sorgulanması neredeyse imkânsız bir hal almıştır. Sorgulanması bir yana toplumsal ilişkiler dahi para ekonomisi etrafında şekillenmeye başlamış ve tüm sistemlerin temeline işlemiştir.