• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3: ABD’NİN ORTADOĞU POLİTİKALARI VE RADİKALLEŞMEYE

3.3. ABD’nin Ortadoğu Politikasında Öne Çıkan Faktörler

3.3.4. Suriye İç Savaşı

Ortadoğu’da yaygın olan “Mısır’sız savaş, Suriye’siz barış olmaz” sözü Suriye’nin Ortadoğu’nun kilit ülkelerinden biri olduğunun en açık göstergesidir. Bu söz, ABD’li dış politika yapıcıları ve Ortadoğu üzerinde çalışmalar yapan uluslararası ilişkiler

77

uzmanlarının da sıkça duyduğu ve zaman zaman da ifade ettikleri bir cümledir. Buradan hareketle Suriye’nin Ortadoğu jeopolitiğinde önemli bir ülke olduğunun farkında ve bilincinde olan ABD, Suriye politikasını Ortadoğu politikasının önemli bir alt başlığı olarak ele almaktadır.

1970 yılında Hafız Esad’ın iktidara gelmesiyle beraber ABD-Suriye ilişkileri de inişli çıkışlı bir grafik izlemeye başlamıştır. Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği’nin bölgedeki müttefiklerinden biri olan ve İsrail’e yönelik hasmane tutumunu sürdüren Suriye ile ABD arasındaki ilişkiler gergin bir şekilde devam etmiştir. 1979 yılında ABD Suriye’yi “teröre destek veren ülkeler” listesine eklemiş olsa da, ABD’nin İsrail ve Suriye arasındaki arabuluculuk rolü devam etti. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla beraber Suriye, en önemli uluslararası askeri ve siyasi desteğini de kaybetmişti. Suriye için Sovyetler Birliği sadece maddi dayanak sağladığı bir müttefik değil, aynı zamanda BAAS rejiminin ilham kaynağıydı. Batı’dan dayanak arama politikasına yönelen Suriye, bu minvalde Birinci Körfez Savaşında koalisyon kuvvetleri içinde yer aldı. Bunun karşılığında ABD, Suriye’nin Lübnan’da daha fazla hareket etmesi için göz yumdu ve böylece Lübnan’daki Suriye muhalifi gruplar temizlendi. Yine de, ABD ile Suriye arasındaki ilişkilerin gelişebilmesi için Suriye’nin İsrail’le doğrudan diyalog kurması ve ABD’ye Suriye sınırları içinde daha fazla imtiyaz tanıması gerektiği şart koşulduğunda Hafız Esad, bunun Arap ideallerinin hançerlemek olacağını düşünerek sert bir şekilde karşı çıktı. 1991-2001 yılları arasında pek çok üst düzey ABD yetkilisi Suriye’yi ziyaret etmişler, ancak ne Suriye sert politikalarından taviz vermiş, ne de ABD Suriye’yi teröre destek veren ülkeler listesinden çıkarmıştır (Altınkaş, 2016).

2000’li yıllarda ABD’nin bölge politikalarının şekillenmesinin temel parametresi 11 Eylül saldırıları bağlamında ele alınan Suriye politikası, Arap Baharı sürecinde ise ABD – Türkiye ilişkileri bağlamında oldukça önemlidir. 18 Aralık 2010 tarihinde Tunus’ta başlayan ve adına Arap Baharı denilen olaylar 2011 yılının başında domino etkisi göstererek Suriye sıçramış ve günümüzde de hala da ülkede çatışmalar devam etmektedir. ABD ise Suriye konusunda diğer Arap Baharı ülkelerinde olduğu gibi düşük profilli bir dış politika tercihinde bulunmuştur. Ancak iki ülke arasındaki ilişkilerin negatif bir seyrinin olması bu süreçte de güven bunalımı şeklinde karşılık bulmuştur. Suriye’nin Dera kentinde başlayan olaylar karşısında ABD gelişmeleri yakından takip ederek Esad

78

yönetimine muhaliflerle diyalog kurmasını ve silah kullanmamasını telkin etmiştir. Olayların tırmanması üzerine ABD bir yandan konuyu Birleşmiş Milletler gündemine taşırken öte yandan ise Türkiye ve Arap Birliği ülkeleri ile temaslarda bulunmuştur. Obama dönemi dış politikasının genel ruhuna uygun bir şekilde doğrudan askeri araçlara başvurmaktan ziyade diplomatik araçları kullanmayı tercih eden ABD, Suriye’de bölgesel aktörlerin inisiyatif kullanmasını kendi çıkarlarına uygun bulmuştur. Ancak ülkedeki çatışmaların şiddetlenmesi üzerinde Ağustos 2011’de Obama, Esad yönetiminin Suriye’yi yönetemediğini, hukuk ve insan hakları ihlalleri yaptığını ve Esad’ın gitmesi gerektiğini dile getirmiştir. Obama yönetiminin tavrı ilerleyen dönemde söylemden eyleme dönüşmüş ve ABD, 6 Şubat 2012 tarihinde ülkeden diplomatlarını çekmiştir (Akgün, 2012: 12-13).

ABD açısından Suriye meselesi, İran’dan bağımsız olarak ele alınmamaktadır. Bu doğrultuda ABD’li karar alıcılar, İran’ın zayıflatılması için Suriye üzerindeki etkisinin azaltılmasının bir gereklilik olduğu kanısındadırlar. Çünkü Suriye’nin demokrasi cephesine katılması durumunda İran’ın Lübnan’a kadar uzanan bir coğrafyada etkisinin kırılması söz konusu olacaktır. Bundan dolayı 2012 yılının başından itibaren İran’a yönelik artan ABD, AB ve İsrail desteği bir anlamda da İran’ın Suriye’ye yönelik desteğini kesmeyi amaçlamaktaydı. Ancak Birleşmiş Milletler nezdindeki girişimleri Rusya ve Çin’in vetosu ile engellenen ABD, Arap Birliği ve bölgesel aktörler ile başka stratejiler gerçekleştirme yoluna gitmiştir. Bu çerçevede Suriye’deki gelişmeler karşısında benzer düşünceleri paylaşan ülkeleri bir araya getiren Suriye’nin dostları grubu adıyla ortak bir platform kurulmuş ve ilk toplantı Tunus’ta yapılmıştır. Burada Suriyeli muhalifler arasında alternatif bir iktidar bloğu oluşturmak için Suriye Ulusal Konseyi oluşturulmuştur. Amaç, bir yandan Suriye’deki çatışan muhaliflere dışarıdan destek sağlamak, diğer yandan Esed rejimi üzerindeki baskıyı artırmaktır. Nitekim Suriye’nin dostları grubu ikinci ve en önemli toplantısını 84 ülkenin katılımıyla İstanbul’da gerçekleştirmiştir. ABD’nin de desteklediği İstanbul kararlarında, Suriye Ulusal Konseyi Suriye halkının meşru temsilcisi olarak tanınmış ve Suriyeli muhaliflere silah dışında her türlü insani ve teknik yardımın yapılması kararı alınmıştır (Akgün, 2012: 14). Suriye’deki meseleler her ne kadar ülkenin iç dinamiklerinin bir çatışması olarak tasvir edilse de esasen merkezinde Suudi Arabistan ve İran’ın olduğu ABD, Rusya ve Türkiye gibi pek çok aktörün dâhil olduğu bir vekâlet savaşına dönüşmüştür.

79