• Sonuç bulunamadı

Günlük yaşamda ve bilimsel literatürde çok kullanılan bir kavram olan stres, genellikle bireyin kapasitesini zorlayan olumsuz bir durumdur. Burada genellikle denilmesinin nedeni belirli bir düzeydeki stresin, bireyin etkili motivasyonu için gerekliliğinden ve varoluşun önemli bir özelliği oluşundandır. Ancak bu stres düzeyinin toleransı, bireyden bireye de değişiklik göstermektedir.

Stres, Latince “Estrictia”, eski Fransızca “Estrece” kelimelerinden gelmekte olup, 17. yüzyılda felaket, musibet, dert, keder, elem gibi anlamlarda kullanılmıştır. 18. ve 19. yüzyıllarda kavrama yüklenen anlam değişmiş güç, baskı, zor gibi anlamlarda durum ve objelere bağlı kişiye, organa veya ruhsal yapıya yönelik zorlanmalar olarak kullanılmıştır (Baltaş ve Baltaş,1997, s.16).

19. yüzyılda stres kavramı bugünkü anlayışıyla ilk kez Fransız fizyolog Cladue Bernard tarafından kullanılmış ve “organizmanın dengesini bozan uyaranlar” olarak tanımlanmıştır (Çiftci, 2002, s.32-51).

H. Selye 1950’li yıllarda stresi “organizmaya zarar veren uyaran” olarak tanımlamış, daha sonra “organizmada zorlama sonucu ortaya çıkan tepki “ olarak kabul etmiştir (Köknel,1998).

karşılaştığında zorlanır. Stres, ulaşılmak istenilen amaca doğru yol alırken bir engellenme ile karşılaşma sonucu ortaya çıkabilir. Günlük yaşamda da pek çok engellenme ile karşılaşılabilir (Özbekci, 1989, s.6).

Stres, kaçınılmaz etkenlerin bireyin ruhsal dengesini bozması ile ortaya çıkan gerilim ve zorlanma olarak ifade edilebilir.

Stres bir süreçtir ve bu süreçte, "başarısızlığın, talebi karşılamada önemli sonuçlarının olduğu şartlar altında, talep (fiziksel veya psikolojik) ile karşılık verme yeteneği arasındaki büyük dengesizlik halidir" olarak ifade edilmektir (Mc.Grath,1989, s.19-49).

Stres oluşturan durumlar herkes için farklı olmakla birlikte, strese karşı bedenlerin gösterdiği fizyolojik tepkiler son derece birbirine benzemektedir: Kan basıncının artması, kalp atışlarının hızlanması, terleme, solunum hızlanması, vb. tepkiler bedende istemsiz olarak oluşur ve düzenli bir sıra izler (Lazarus,1985,s.150). Okullar toplumumuzun en stresli ekolojisidir. Stres, bu yüzden öğretmenlerin uğraşmak zorunda kaldığı en kötü sağlık problemidir. Günümüz öğretmeninin, öğrencilerin, değişen yaşam koşullarına uyum sağlamasına yardımcı olurken, öncelikle birey olarak, kendisini geliştirmesi, problemlerini çözebilen, varolan koşullara uyum sağlayabilen bir birey olması beklenmektedir. (Crute, 2004, s.34).

Stresin yaşanma biçimi, kaygıdır. Bazen stres ve kaygı eş anlamlı kullanılırken, bu durum her zaman geçerli değildir (Şahin,1995, s.12).

Stresle ilgili çalışmaların pek çoğunda kabul edilen yaklaşım, bireylerin iç ve dış ortamdaki olumsuz uyaranlara ya da rahatsız edici olaylara verdikleri tepki olarak tanımlanmasıdır.

2.6.1. Stres Sonucu Ortaya Çıkan Problemler

Stresin ortaya çıkardığı problemler arasında özellikle kaygı, depresyon, uyku bozuklukları, koroner kalp hastalıkları, psikosomatik hastalıklar, bağışıklık sisteminde azalma ve kanser sayılabilir (Akandere,1997).

Psikolojik ve fiziksel stres konusundaki çalışmalar sonucunda, uzun süren yoğun bir stresle karşılaşıldığı zaman hormonsal dengeye bağlı olarak bağışıklıkta bir düşüş olduğu gözlenmiştir.

Stres koşulunun bir süre devam etmesi halinde organizmadaki otonom sinir sisteminin sempatik bölümü uyarılır ve bu bölüm organizmayı yaklaşan stres durumuna karşı tepkiye hazırlar. Otonom sinir sisteminin uyarılmasının sonucu olarak organizmada bazı değişiklikler meydana gelir. Kalp atışı hızlanır; kan, sindirim sisteminden uzaklaşarak adalelere dolar; hormon seviyesinde değişmeler olur; özellikle adrenalin hormonu vücudu eski haline getirmek için salgısını artırır. Bu durum organizmanın diğer fonksiyonlarını da bozararak kan şekeri yükselir, hazımla ilgili salgılar azalır, mide kanaması ve ülser olasılıkları belirir, terlemede artış görülür (Şahin,1995,s.12).

Selye'ye göre stresi oluşturan faktör ne olursa olsun, sonucunda organizmanın tepkisi aynıdır. Selye, stresin fizyolojik belirtilerini genel adaptasyon sendromu tanımlamasıyla üç safhada incelemiştir (Dornan,1988).

Birincisi alarm reaksiyonu safhasıdır; organizmanın yaklaşan duruma karşı harekete geçmek için anında hazır olmasıdır. Bu safhada vücutta bir takım tepkiler meydana geleceği için gözlenmesi kolay olmaktadır. Bu nedenle birçok stres ölçümleri bu safhada yapılır.

İkinci safha direnmedir; organizma artık stres altına girmiştir, ancak normal reaksiyonunu yine de yürütür. Bu safha bireyin dayanma gücüne bağlı olarak günlerce, haftalarca ve aylarca sürebilir.

Üçüncü safha bitkinliktir; stres uzun süre devam ederse üçüncü safha meydana gelerek kişinin dayanma gücü iyice azalır veya tükenir. Sürekli stresten

dolayı vücudun her fonksiyonu zayıflar, rezervleri tükenir ve bitkinlik dönemine girilir. Durum uzun süre devam ederse sonucu ölüm olabilir.

2.6.2. Stresin Şiddetine Etki Eden Faktörler

Stresin şiddeti bireyin normal bedensel ve ruhsal fonksiyonunun engellenmesi veya tahrip edilmesi derecesine göre değişiklik gösterir. Sürekli stres altında yaşayan organizmanın büyük ölçüde tahribata uğrayacağı, uyumlu isteklerde de uyumsuzluklar olacağından bir takım psikolojik ve fizyolojik değişiklikler meydana gelir (Şahin,1995,s.12).

Psikolojik açıdan stresin derecesi, sadece stres koşulunun özelliğine ve bireysel karşı koyma gücüne bağlı kalmaz. Aynı zamanda bireyin stres koşulunu nasıl algıladığına da bağlıdır (Rowshan,2000,s.45).

Bütün stres koşullarında, stresin şiddeti organizmanın beklentilerinin çokluğuna ve derecesine göre değişirken, bireyin bu strese karşı koyma gücüne de bağlıdır. Beklentilerin çokluğu ve elde edilebilme koşulları ne olursa olsun, stresin şiddetini belirleyen en önemli faktör, bireyin onu algılayış biçimidir.

Stresin şiddetine etki eden faktörler birden fazladır. Bunlar, talep ve isteklerin önemi ve çokluğu, sürekliliği, stres koşulunun tehdit eder biçimde yaklaşması, bireyin strese karşı koyma gücü, stres koşulundan kaynaklanan korkunun yaşanması, bireyin güvenebileceği ve yardım göreceği dış desteğin derecesi olarak belirlenir. Yaşam değişikliği ve zorlanma özellikle değişiklikler olumsuzsa ve kişi için bir uyum yapmaya zorluyorsa büyük bir stresör olabilmektedir (Bernstein,1994).

Ergenlik dönemi içerisinde aile ve arkadaş gruplarının stresle başa çıkma yöntemleri üzerindeki etkisi ile ilgili olarak farklı bulgular mevcuttur. Birey için anlamlı olan diğer kişilerle kurulan yakın ilişkiler, ergenin uyumlu ya da uyumlu olmayan, başa çıkmaları için model olmaktadır. Ailenin ve özellikle ebeveynlerin davranışları başa çıkma için önemli bir model kaynağıdır.

Aktif bir şekilde keşfeden ve uyumlu çözümler üreten ebeveynler, ergenlere aktif başa çıkma için model olacaktır. Katı ya da pasif başa çıkmacı ebeveynler ise ergenlere bu yönde model oluşturacaktır (Johnson,1991,s.71-88).

Bireyin birden fazla stres faktörü ile aynı anda karşılaşması daha büyük stresler yaratır. Yine stres koşulu ne kadar uzun sürerse, stresin şiddeti de o kadar fazla olur.

Sürekli yorgunluk ve bitkinlik, geçici yorgunluk ve bitkinlikten daha fazla strese neden olur. Talep ve isteklerin yerine getirilmesi zorunluluğu süre kısaldıkça bireyin yaşayacağı stresin şiddetini artırır (Rowshan,2000,s.49).

Bireyin strese karşı toleranslı olması da stresin şiddetine etki eder. Birey ortaya çıkan her hangi bir stres faktörüne, normal fonksiyonu bozulmadan karşı koyabilir. Stresin şiddeti, stres koşulunun zorluğu ve bireyin bu durumu algılayış biçimine bağlı olarak da değişebilir. Eğer birey psikolojik olarak direnme ve olaylara hakim olma gücünden mahrumsa, hafif düş kırıklığı veya baskı, stresin şiddetli bir biçimde yaşanması için yeterlidir (Şahin,1995,s.12).

Kişisel yetersizliklerin yansıra, dış kaynaklı desteklerin de eksikliği, bireyin kendini daha yalnız ve güçsüz hissetmesine neden olurken strese karsı koyma kapasitesini de azaltır. Herhangi bir olay neticesinde toplumdan soyutlanan birey, aynı şartlarda desteklenen bireye oranla stresi daha fazla yaşayacaktır (Şahin,1995,s.13).