• Sonuç bulunamadı

Sosyal sermayenin anlamı ve tanımlama girişimleri

Ayrıca sosyal hareketliliğin farklı anlamları arasında bütünsel bir yaklaşım bulunabilir. Yani yukarı doğru sosyal hareketlilik sağlamak aynı zamanda coğrafi

B. Sosyal sermaye kavramı

1. Sosyal sermayenin anlamı ve tanımlama girişimleri

Sosyal hareketlilik desenlerinin belirginleşmesinde toplumsal ağlara yönelik ilgiler, “statü kazanımı (status attainment)” geleneğinin sosyolojik olarak değer kazanmasında çok, sosyal sermaye kavramına gösterilen yoğun ilginin bir sonucudur. Sosyal sermaye, özellikle son çeyrek yüzyılda sosyal bilimlerde en çok ilgi gösterilen kavramlardan birisi olmuş ve disiplinler-arası gelişme ve tartışmaların gündemini oluşturmuştur16. Farklı tanımlama çerçeveleri bazı çelişkiler ortaya çıkarsa bile kavram, genellikle toplumsal ilişkiler dolayımından elde edilen bireysel faydalar; karşılıklılık (reciprocity), normlar ve güven kanalıyla elde edilen kazanımlar ve dayanışma, sivil gelenekler veya topluluk ruhunun gelişimine bağlı oluşan toplumsal erdemler olarak tanımlanır. Bu farklı tanımlama çerçevelerinden de görüldüğü gibi sosyal sermaye üzerindeki kavramsal karmaşaların yoğunluğu fazladır (Tablo – III). Ancak bu zorlaştırıcı etkenin kavramın gördüğü ilgiyle paralel olması gibi tuhaf bir durum söz konusudur.

Bu ilgiler çok büyük oranda kavramın esnek kullanım biçimlerine ve bundan doğan geçişkenliklerden kaynaklanmaktadır. Öyle ki, sosyal sermayenin bu özellikleri tutarlı bir tanım üzerinden hareket etmeyi zorlayacak müphemliklere neden olmaktadır. Bu nedenle Fine (2001: 99), tanımlama girişimleri arasında bu tür bir müphemliğe yapılan vurgunun ilgili literatürde neredeyse bir gelenek haline geldiğini düşünmektedir.

Sosyal sermayeyi kavramsallaştırmanın zorlukları, ilgili literatürün çok yönlülüğünün yanı sıra, öncü kabul edilebilecek çalışmaların oldukça farklı ilgi alanlarından türemiş olması ve apayrı metodolojik geleneklere dayanmalarına bağlanabilir. Genelde kavram ile “toplumsal ilişkilerden türeyen faydalar” anlaşılsa bile, bu tür bir belirsiz çıkış noktasının hangi özellikleri barındıracağını kestirebilmek güçtür. Literatürdeki çalışmaların büyük bir kısmı kavramın akademik tedavülde olmasını sağlayan “Bourdieu – Coleman – Putnam”dan önce doğrudan veya aynı anlama gelebilecek farklı kullanımların olduğundan bahseder17.

16 Ostrom & Ahn (2009: 17-18), günümüzde sosyal sermayenin sosyal bilimleri ilgilendiren “her köşede karşılaşılan” bir kavram olarak tanımlar ve bu yoğun akademik ilgiyi ifadelendirmek için SSCI’de kavramı konu edinen atıfların 15 yıllık bir dökümünü vermiştir. Buna göre 1991 yılında yapılan atıf sayısı sadece 2 iken, bu rakam 2000’de 150’ye, 2006 yılında da 443’e kadar çıkmıştır. Daha güncel rakamları Serra (forthcoming: 19) vermiştir ve bu rakam 2008’de 583, 2009’da 647 olmuştur.

17 Tarihsel olarak Hanifan’nın kırsal eğitim kurumlarına çerçeve oluşturacak kullanımı, kent bilimci Jacobs’un kentsel yaşam ve komşuluk ilişkileri arasındaki ilişki için kullandığı çerçeveyi ve iktisatçı Loury’nin siyahların ve

Ancak bu öncüllerin bir tür “pre – concept” olmanın ötesinde bir önemlerinin olduğunu iddia etmek gerçekçi olmayacaktır (Fine, 2001: 28 – 29). Kavramın içeriğinin daha net bir biçimde algılanabilmesi için, önem ve itibar bulduğu dönemin karakteristiklerini dikkate almak büyük önem taşımaktadır (Foley & Edwards, 1999: 166 – 169). Yani toplumsal ilişkilerin önemi ve yakın toplumsal ilişkilerin yaratacağı sonuçlar köklü bir sosyolojik ilgi olmasına rağmen (Woolcock, 1998: 159 – 161; Portes, 1998: 2-5; Arow, 2000:4), gördüğü çağdaş ilginin nedenlerinin açıklanması en az kavramlaştırılması kadar önemlidir.

Tablo 3. Bazı sosyal sermaye tanımlamaları18

Bourdieu

Putnam (1993:167)* Güven, normlar, iletişim ağları gibi toplumun etkinliğini koordine edilmiş eylemlerle kolaylaştıran sosyal organizasyonların özellikleridir.

Dünya Bankası (World Bank) (1999)

Toplumdaki sosyal ilişkileri niceliksel ve niteliksel olarak biçimlendiren kurumları, ilişkileri ve normları ifade eder. Bu açıdan sosyal sermaye yalnızca toplumsal altyapıyı oluşturan değil, toplumu bir arada tutan kurumlara dayanır.

Lin (2001: 25) Aktörlerin eylemlerinde kullanabildikleri ve toplumsal ağlar içerisinde gömülü bulunan kaynakları içerir.

Portes (1998:9) Toplumsal kontrolün kaynağı veya aileden gelen destekler ya da aile dışı toplumsal ağlar yoluyla ulaşılabilen kaynaklar şeklinde ayrılabilecek toplumsal eylem veya uygulamaları ifade eder.

Burt (1997:339) Sosyal sermaye, beşeri sermayenin toplumsal bağlamını oluşturur. Bu anlamda zekâ, eğitim ve kıdem gibi faktörlere bağlı olarak piyasa içerisinde ve örgütsel hiyerarşilerde bireyin toplumsal konumunu tanımlar. Yani beşeri sermaye bireysel yeteneği, sosyal sermaye ise fırsatları ifade eder.

Fukuyama (2001: 7) İki veya daha fazla insan arasındaki işbirliğini destekleyen enformel norm sistemleridir. Bu sistemler, Hıristiyanlık veya Konfüçyanizm gibi karmaşık ve mafsallı doktrinlerin sağladığı karşılıklıklara dayanır.

etnik azınlıkların Amerikan işgücü piyasalarından dışlanmasına neden olan faktörleri açıklarken kullandığı analiz başlangıç noktaları kabul edilmektedir (Farr, 2004: 11 – 13; Portes, 1998: 4 – 5).

18 Sosyal sermaye çalışmalarında kavramsallaştırma sorunlarının daha açık gösterilebilmesi ve bu konudaki ayrıntılı farklılıkların hacim genişletici etkisinden kaçınmak için bu tür özet tabloların düzenlenmesiyle çok sık karşılaşılır. Örneğin kavramları Türkçeleştiren bir diğer özet kavram tablosu için bkz. Oğuz (2006).

* Sosyal sermayeye ilişkin olarak Türkçe çalışmalarda görülen önemli sorunlardan bir tanesi, literatüre ilişkin özel kavramların karşılıklarının yerleşmemesi ve bu konuda yaşanan anlam karmaşalarıdır. Bu tür karmaşalardan kaçınmak amacıyla tabloda tanımlamalara ilişkin Türkçe çevirilere bire bir olarak yer verilmiştir.

Bu nedenle Coleman ve Putnam’ın tanımları için Türkçe’de sık başvurulan Fine(2006)’nın çevirsi, Bourdieu için ise Bourdieu & Wacquant (2003) çevirisi kullanılmıştır.

Sosyal sermayeye yönelik çağdaş ilgilerin politika oluşturma (policy making) süreçlerine ve metodolojik yönelimlere dayanan; aynı zamanda çoğu zaman örtüşen gelişmelerle bağlantılı olarak geliştiği söylenebilir. Thompson (2011:9), bu gelişmelerin sosyal politikaya ilişkin uygulamalarda iktisadi mantığın yaygınlaşmasına bir tepki, vatandaşlıkla ilgili yeni gelişmelerin etkisi ve sosyal bütünleşmeye yönelik çağdaş tehditler gibi toplumsal sonuçlarla bağlantılı olabileceğini iddia eder. Ayrıca sosyal sermaye kanalıyla üretilen yorumların geniş kesimler tarafından ilgi görmesi ve daha rahat takip edilmesi ile birlikte topluma ilişkin olumlu bakış açısının sağladığı epistemolojik avantajların literatürün genişlemesine katkı sağladığını öne sürer.

Kavramın gördüğü ilgilerin temelinde yatan önemli gelişmelerden bir tanesi Dünya Bankası’nın 1990’ların başından itibaren kamusal inisiyatif – piyasa arasında kurulan karşıtlığa dayalı politikalar yerine, kamusal inisiyatifin güçlendirdiği bir kalkınma politikasına yaptığı vurgudur (Woolcock & Narayan, 2000: 242; Fine, 1999: 4-5; Harriss, 2002: 62 – 66). Daha çok “kayıp bağlantı (the missing link)” olarak ifade edilen bu yaklaşım, ekonomik etkinliği belirleyebilecek ve ekonomik kalkınmayı sürdürebilir kılacak, toplumsal süreçlerin dikkate alınması fikrine dayanmaktadır (Grootaert, 1998: 2-3; Torsvik, 2000: 455 – 457). Buna göre ekonomik kalkınma genellikle finansal, fiziksel ve beşeri sermayenin etkin kullanılması ile ilgili görülmüştür ve toplumsal ilişkilerin nitelikleri çoğu zaman göz ardı edilmiştir. Ancak özellikle savaş sonrası dönemde gelişmekte olan ülkeler arasında oluşan ekonomik kalkınma farklılıkları klasik faktörler ile açıklanamamaktadır. Bu nedenle ihmal edilen bir faktör olarak toplumsal ilişkiler ve onun sağladığı avantajların yarattığı imkanlar ile aynı zamanda çağdaş kalkınma politikaları arasında ihmal edilmeyecek önemde bir ilişki olduğu görülmektedir (Falk & Kilpatrick, 2000: 104 – 107;

De Filippis,2001: 799). Sosyal sermaye karşılıklık, güven ve toplumsal ağlar yoluyla ekonomik kalkınmada rol oynayacak bilgi paylaşımını, kolektif koordinasyonu ve kolektif karar almayı kolaylaştırdığı için kalkınma sürecinin yönünü belirleyici bir işlev görmektedir (Grootaert, 1998: 3 -7; Woolcock, 1998: 184 – 187).

Kavrama yönelik ilgilere neden olan ikinci toplumsal faktör toplumsal bütünlük, vatandaşlık ve sivil toplum kavramlarının çağdaş toplumlarda aşınması ve dönüşmesinin yarattığı tedirginliklerdir. Özellikle Batı Demokrasi’lerinin temeli sayılan devlet – vatandaş ilişkilerindeki dönüşüm Yirminci Yüzyılın son çeyreğinde sosyal bilimlerinin sıklıkla uğraştığı sorunlardan birisidir (Sennett, 2000:29; Bauman, 2000: 11 - 16). Ancak sosyal sermayenin özel vurgusu gönüllük ve katılım ilişkisinin değişen biçimleri üzerinedir

(Putnam & Goos, 2002: 14 – 15; Skocpol & Fiorina, 1999: 5 – 7). Bu vurguya göre günümüzde çağdaş Batı demokrasilerinin (özellikle Amerikan toplumunun) yaşadığı krizde, en önemli etken işler bir kamusal inisiyatif oluşturan ve kolektif faydanın etkin bir şekilde sürdürüldüğü katılım mekanizmalarının tahrip olmasıdır. Özellikle katılım biçimlerinin çağdaş niteliklerini ele alan çalışmaların, Batı Demokrasileri için çizdiği karamsar tablo, sosyal sermayenin tedavi edici vaatlerine yönelik ilgileri arttırmıştır.

Sosyal sermaye kavramı, çağdaş katılım ve sivil topluma ilişkin günümüz problemlerine karşılık olarak De Tocqueville’in tanımladığı türden bir vatandaşlık geleneğini (civic tradition) temel edinen kolektif ruhunun yeniden inşası önerilmektedir (Putnam & Feldstein

& Cohen, 2003: 3-9; Whittington, 2001: 21 – 22). Bu anlamda sosyal sermaye, normlar tarafından desteklenen güven ilişkisinin yaygınlaşmasıyla etkin olabilen bir faktördür ve ancak katılım yoluyla yayılma etkisi yaratılır. Uzun zaman alan bu yayılma süreci kökleşmeye başladıktan itibaren toplumsal sorunların kolektif biçimlerde aşılması kolaylaşacak ve toplumsal refah sürdürülebilir bir biçimde gelişecektir (Stolle, 2003: 21 – 22).

Sivil toplum kültürünün yerinden edilmesine dayanan akımlara karşı olarak kullanılan bu argümanlar, giderek politik katılımın düşmesi, yıkıcı bireyciliğin sonuçları ve tüketim kültürünün alışkanlıklarına karşı sunulan çözüm önerilerinin genel çerçevesi olarak değerlendirilmiştir19. Özellikle 1990’larda etkin politik hareketlerin (örneğin Blair’in “üçüncü yol”u) gündeminde sivil toplumun etkinleştirilmesi yoluyla üretilen sosyal sermayeye duyulan inanç, Dünya Bankası programlarında ekonomik kalkınma için yapılan vurgunun, siyasal sorunlara da tercüme edilmesine katkıda bulunmuştur (Rose, 2000: 1400 – 1404;

Szeter, 1998: 29 – 34).

Sosyal sermaye literatürünün genişlemesine katkıda bulunan bu iktisadi ve siyasal gelişmeleri, epistemolojik tartışmalardan ayrı düşünülmesi gerçekçi görülmemelidir.

Nitekim söz konusu toplumsal sonuçların ortaya çıkmasının sosyal bilimlerin metodolojisine ilişkin dönüşümlerin zeminini oluşturduğu bir algı ile beraber değerlendirilmesi gerektiği yolunda yaygın görüşler mevcuttur (Fine, 2001: 15-19; Somers, 2005: 17 – 18). Bu bakış açısına göre sosyal sermaye, 1970’lerden itibaren öncelikle

19 Bu anlamda sosyal sermaye tartışmalarının siyaset biliminin kapsayıcılığını arttırdığına yönelik bir görüş vardır. Fine (2001: 83), ilgili çalışmalardaki imaları kastederek sosyal sermayenin, Tocqueville ve Mill gibi yazarların izinden gidilmesine rağmen siyaset bilimini “fildişi kulesinden” çıkardığı gibi bir kanaatin (kendisine yerinde bulmamasına rağmen) yaygın olduğunu belirtmiştir. Sosyal sermaye kavramı dolayımından siyaset biliminin gündelik sorunlarla daha rahat iletişim kurabildiği yolundaki iddialar için ayrıca bkz Thompson (2011:

9) ve Newton (2001:211 – 212).

iktisat içindeki tüm alternatif akımları kurutan, daha sonra sosyal bilimlerinin diğer disiplinlerine kendi yöntem ve varsayımlarını dayatan bir tür “akademik emperyalizmin”

(Yılmaz, 2003: 63 – 65; Buğra, 2003a: 24 - 27) öncüllerinden birisidir. Kavram öncelikle, ekonomik işleyişin salt piyasa metaforundan yola çıkarak algılanamayacağını vaat ediyorsa da, bunun yanıltıcı bir eğilim olduğu iddia edilir. Örneğin Somers (2005: 6), sosyal sermayenin norm, gömülülük gibi sosyolojik kavramlar ile ekonomik faaliyetleri açıklama gayretinin bir ürünü olduğunu ileri sürer. Dolayısıyla iktisat ile sosyoloji arasında kavramsal bir köprü oluşturma girişimlerinin öncülerinden birisi görülebilir. Ancak kavram literatürdeki yansımaları itibariyle gerçek bir disiplinler arası evlilikten çok, sosyologları yanıltan ve iktisadın yüzeysel varsayımlarını dayatan bir “romantik özlem (romantic desiderata)” olduğunu ileri sürmektedir.

Fine (2001: 33 – 36) ise toplumsal bir bakış açısı için sermayenin halihazırda “sosyal ilişkileri içermesi gereken bir kavram” olarak değerlendirilmesi gerekirken, sosyal sermaye kavramında sosyalin bir tamlayan olarak eklenmesini manidar bulmaktadır. Buna göre, sosyal sermaye yanıltıcı bir biçimde toplumsal ilişkilerin, piyasa içi ilişkilerin dahil olduğu mekanizmalarla değerlendirme amacına örtük olarak sahiptir. Toplumsalın epistemolojik olarak itibarın iade edilmesinden çok, iktisadi tabirler ile sömürgeleştirme gayretinin bir ürünü olarak değerlendirilmesi çağrısında bulunur. Sosyal sermaye literatüründe görülen kavramsallaştırma çabalarının iktisadi “sermaye teorisi”nin bir varyantı olarak ele alınması ile özellikle Coleman ve takipçileri tarafından kavramın rasyonel eylem teorisinin öncüllerinden biri olarak görülmesi Fine tarafından görüşlerinin tutarlılığını bir kanıtı olarak değerlendirilir.

a. Sosyal sermayeye ilişkin kavramsal farklılıklar: Bourdieu, Coleman ve Putnam

Sosyal sermayenin kavramlaştırılmasında yaşanan sorunların teorik anlamda farklı sonuçlar yarattığı düşünülebilir. Nitekim bu etkiyle literatürde sosyal sermayeyi teorik bir fırsat olarak gören eğilimlere karşı, sosyal bilimleri yüzeyselleştirecek bir tehlike olduğunu iddia eden keskin farklılıklara sahip iki grubun olduğu görülmektedir. Bu durum büyük oranda kavramın kazandığı popülariteyi borçlu olduğu öncülerinin zihinsel ve metodolojik uzlaşmazlıklarına bağlıdır. Ayrıca farklı disiplinlerin kavramı işleyişine atfettiği anlamlar da, sosyal sermaye üzerindeki tartışmaların genişlemesine neden olmaktadır. Ayrıca yine literatürde, özellikle öncü metinler tarafından tersi yönde tartışmalar sık yapılsa bile, sosyal sermaye normatif bir kavram olarak değerlendirilebilmektedir (Coffé & Geys, 1997:

122). Bu tür sorunlara genellikle kavramın iyi tanımlanmamış olmasının (Schuller & Baron

& Field, 2000: 24 – 25; Das, 2006: 67 – 69; Sobel, 2002: 150 – 152) veya hatalı amprik eğilimlerin (Durlauf & Fafchamps, 2004: 51 – 54; Van Deth, 2003: 81-84) neden olduğu düşülmektedir. Burada, söz konusu sorunlar devam etmekle birlikte, teorik karmaşanın daha köklü bir gerekçe ile öncü metinler arasındaki açık farklılıkların bir yansıması olduğu ileri sürülecektir20. Bu nedenle kavramsal sorunları aşmak için kavramın boyutlandırılması yönündeki yaygın eğilimlerin yerine, öncü metinler arası bir seçimin yada bunlar arasında bir yeniden okumanın daha açık bir sonuç doğurabileceği düşünülebilir.

Sosyal sermayeye ilişkin teorik farklılıklar genellikle dikkate alınan bir ölçüttür ve literatüre öncü olarak katkıda bulunmuş çalışmalar arası farklılıklara değinen çalışmalar bulunabilir (Poder, 2011; Siisiainen, 2000). Ancak bu çalışmalarda odak noktası sosyal sermayenin kavramsallaştırması olduğu için, çoğu zaman bağlam dışarıda bırakılmak durumunda kalınır (Fine, 2001, 62 – 63). Elbette teorik argümanlara bağlılık ile, kavramsal çelişkilerin aşılması bütünüyle gerçekleşmeyecektir. Zira böyle bir durum söz konusu kavramın

“popülaritesi” ile çelişkili bir sonuca ulaşmak anlamına gelir ve haylice hacimli literatürün tartışmalarını fazlasıyla göz ardı edilmesi riski ile karşı karşıya kalınır. Ancak bu tür bağlamsal değere önem veren teorik ön kabuller ve sonraki süreçler “ekletik” bir analizi zorunlu kılsa bile, oluşabilecek çelişkilerin sınırlı kalmasına yardımcı olabilecek bir potansiyeli de içinde taşımaktadır.

20 Van Deth (2003: 80-81), sosyal sermayenin kavramsal problemleri ile kavrama ilişkin çalışmaların operasyonel (operational) kullanımı arasındaki bağlantıya dikkat çekmiştir. Burada kavramsal sorunların operasyonel olduğu kadar teorik farklılıkların bir ürünü olduğu iddia edilmektedir ve farklı amprik eğilimlerin temel sebebi olarak özellikle Bourdieu, Coleman ve Putnam’ın öncü metinleri arasındaki açık farklılıkların etkili olduğu düşünülmektedir. Daha açık bir ifade ile Van Deth tanımlama problemini “operasyonel kullanım gerekleri (operational) – teorik farklılıklar (theoretical) - kavramsal farklılıklar (conceptual)” sırasıyla geliştiğini göstermeye çalışmıştır. Bu nedenle operasyonel niyetleri ifşa edecek nicel bir ölçme stratejisinin, söz konusu sorunları bertaraf etmek için belirleyici görür. Burada ise t – c – o sırasının etkin olduğu ileri sürülecektir ve teorik ön kabullerin net ifade edilmesiyle kavramsal çelişkilerin aşılabileceği tartışılacaktır. Van Deth’in çözümüne bir eleştiri de Devine & Roberts (2003: 94 – 96) tarafından gelmiştir. Onlara göre temel fark nitel yöntemlerin dikkate alındığı çoklu metod (multi – level) bir araştırma stratejisini etkin kılmakla ilgildir. Bunun yanında yine genel kabul görmüş bir ayrım olan toplumsal ağlar vb. gibi yapısal nitelikler ile normlar ve değerler gibi kültürel nitelikleri birbirinden ayırma teklifine soğuk yaklaşırlar ve fazlasıyla provoke edici bulurlar. Bunun yerine alan araştırmalarından elde edilen verilerin, yapısal dönüşümler işe birlikte değerlendirdiği bir analiz imkanın daha geçerli olabileceğini iddia ederler. Hem yapısal – kültürel ayrımına dayalı eğilimin çözümsüz bir determinizme yol açacağı konusunda yaptıkları uyarı hem de çok yönlü bir analiz gereğine duydukları inanç bu çalışmada dikkatle takip edilmeye çalışılmıştır.

(1) İki farklı kullanım niyeti:

Sosyal sermayenin kullanım alanın geniş ve popüler olmasına yönelik katkı nedeniyle Putnam’ın aldığı atıfların sayısı kabarıktır (Bjornskov, 2006: 23; Schuller & Baron & Field, 2000: 8-9). Ancak kavramın sosyal bilimler için önem kazanmasında sadece Putnam’ın sivil toplum ve katılımcılık üzerinden yaptığı analizden türeyen yaklaşımların payının olduğu da söylenemez. Aksine sosyal sermaye literatürünün gelişiminde belirleyici olan iktisatçıların ve sosyologların ilgisini daha çok “toplumsal ağların” gösterdiği işlevsellik çekmiştir. Bu nedenle Portes (2000: 3-79), sosyal sermayenin bireysel ilişkileri (contact) ifade eden anlamı ile Putnam ile birlikte kabul gören yurttaşlık ruhunu ifade eden anlamının ayrı değerlendirilmesi gerektiği kanısındadır.

Lin (1999: 32) de Portes ile benzer bir ayrıma gitmiştir. Ancak Lin’nin ayrımında odak noktası sosyal sermayenin ifade ettiği kaynakların kullanım biçimleridir ve literatürde daha geniş bir yankı bulmuştur. Buna göre sosyal sermaye çalışmaları iki farklı kaynağın kullanım biçimlerini ima eder ve bunlar arasında çok keskin olmasa da önemli işlevsel ayrımlar mevcuttur. İlk grup kullanım biçimi daha çok ilişkisel düzeyde tanımlama geliştirmeye önem gösterir ve bireyin, beşeri sermaye tanımına yakın biçimde, beklentilerine göre şekillendirdiği kolektif ilişkileri anlamına gelir. Daha çok “statü kazanımı (status attainment)” geleneğinin içinde bir tartışma olan “sosyal kaynaklar (social resources)” yaklaşımında dile getirilen bu yaklaşım aynı zamanda Coleman ve Bourdieu gibi öncüllere dayanabilmektedir. İkinci yaklaşım ise sosyal sermayeyi grup düzeyinde tanımlamaya gayret eder ve “kolektif varlıkların (collective assets)” zenginleştirilmesinde norm, güven veya müeyyideler gibi faktörlerin belirleyici rolüne odaklanır. Bu tür bir kullanım biçimi de Coleman ve Bourdieu’den izler taşısa bile, bu tür bir kavramın önde gelen kullanıcısı kesinlikle Putnam’dır.

Her ne kadar yaygın sosyal sermaye literatürü her iki ayrımdaki ikinci tür kullanımları tercih etse de, bu tür niyetlerin taşıdığı sorunlar sıklıkla eleştirilmiştir (Portes, 1998: 18-21;

Portes & Landrot, 2000: 536 – 537, Paxton, 1999: 90-93; Boix & Posner, 1998: 688 – 689;

Bowles & Gintis, 2002: 420 - 421). Elbette bu durum ilk biçimde kullanımların sorunlardan uzak olduğu anlamına gelmez (Devine & Roberts, 2003: 95 – 96; Adam & Roncevic, 2003: 159 – 160; Staber, 2003: 418 – 419). Ancak çoğu zaman her iki anlamı içerecek bir kavramlaştırmaya gidilir ve “toplumsal ağlar”, “güven”, “normlar ve değerler” üzerinden bütüncül bir kullanım değeri elde edilmeye çalışılır (Van Deth, 2003: 82 – 83). Hatta

kavramın bu unsurları içeren ve farklı boyutlardaki ilişkileri bir araya getirebilen bir

“şemsiye kavram” olarak değerlendirilmesi gerektiği konusunda görüşler mevcuttur (Adler

& Kwon, 2002: 18; Paldam, 2000: 642 – 648). Grooatert & Van Bastelaer (2002: 5-7) bu tür bir kullanım biçiminin kavramın multi – disipliner doğasının bir gereği olduğunu belirtirler. Buna göre sosyal sermaye hem kapalı toplumsal ağlar arasında dayanışmayı sağlar, bu yolla genel toplumsal faydanın geliştirilmesine tabandan katkıda bulunur (Putnam,2000: 19 – 25).

Ancak literatürde rastlanılan bu türdeki kullanımlar önemli sorunlar ortaya çıkarmıştır.

Bunlardan birincisi, kavramın ifade ettiği türden “norm”, “güven”, “karşılıklılık” veya

“toplumsal ağların işlevi” gibi anlamlar çoğunlukla genel geçer bir biçimde ele alınmış ve ne tür işlevlere sahip olduğundan çok “tüm sorunların çözümü (cure all)” gibi değerlendirilmiştir (Portes, 1998: 18 – 19; Kim, 2005: 195; Patulny, 2004a: 4-6). Ancak bu tür bir kullanım biçiminin özensiz bir soyutlama anlamı taşıyacağına dair çok sayıda kanıt sunulmuştur (Edwards & Foley, 1999: 147 – 148; Portes & Landott, 2000: 546 – 549).

Örneğin Stolle & Rochon (1998: 48 – 50) güçlü topluluk içi bağlar ile kolektif fayda arasında kurulan paralelliğin genelleştirilemeyeceğini göstermiştir. Sampson & Morenoff

& Earls, (1999: 636 – 638), sosyal sermaye çalışmalarının sıklılıkla vurgu yaptığı komşuluğun kolektif gücü olgusundan çok, mekansal niteliklerin kolektif refah üzerinde daha belirleyici olduğunu bulmuşlardır.

Bu tür bir kavram karmaşasını aşmak için farklı teorik girişimlerden bahsedilebilir.

Bunlardan birisi sosyal sermayenin çok boyutluluğunun kullanışsızlığını dikkate alan ve bu durumu tamamlayıcı bir öğe ile aşmaya çalışan bir yaklaşımdır. Özellikle Fukuyama (1998: 33 - 39)’dan itibaren bu öğenin “güven” olabileceğine dair fazlaca yorum yapılmıştır. Bu sayede güven ölçütünü barındıran “dünya değerler anketi (world values survey)”nin güven ile ilgili sorusu ile korelasyonlar geliştiren çok sayıda sosyal sermaye çalışması yapılmıştır (Paxton, 2002: 260 – 262; Uslaner, 1999: 37 – 44; Bjornskov, 2006:

6 – 10). Ancak bu tür bir eğilim sosyal sermaye gibi karmaşık bir kavramın yeteri kadar ifade edilmemesi ve güvenin asli unsur olarak sosyal sermayenin ifade ettiği toplumsal

6 – 10). Ancak bu tür bir eğilim sosyal sermaye gibi karmaşık bir kavramın yeteri kadar ifade edilmemesi ve güvenin asli unsur olarak sosyal sermayenin ifade ettiği toplumsal