• Sonuç bulunamadı

1. DEVLETİN BÜYÜKLÜĞÜNE İLİŞKİN GÖRÜŞLER

1.5 Sosyal Denge Yaklaşımı

Sosyal devletin temel amaçlarından ve sosyal gelişmenin vazgeçilmez unsurlarından olan sosyal dengenin gayesi; gelir dağılımdaki adaletsizliği mümkün mertebe azaltarak, sosyal hizmetlerden yararlanma ve iktisadi imkânlara ulaşabilmekte ortaya çıkan farkları asgariye indirmek, başta yardıma ve bakıma muhtaç insanlar olmak üzere bütün alt gelir gruplarının sosyal gelişmelerini ve kişilik gelişimlerini sağlamak ve eşit fırsat ilkesine uygun olarak daha yüksek bir hayat seviyelerine kavuşmasına yardımcı olmaktır.

Kaynakların kamusal ve özel ihtiyaçları etkin bir biçimde gidermesi amacıyla, kamu ve özel sektör arasında optimal ayırımı, John Kenneth Galbraith tarafından “sosyal denge” kavramı ile ifade edilmektedir32

.

Galbraith’e göre, günümüzde gelişmiş ekonomilerde olduğu gibi tüketim toplumlarında da, sosyal dengesizlik sorunları yaşanmaktadır. ABD’de, reklamların da etkisiyle, tüketicilerde yapay istek yaratılarak özel mal tüketimi teşvik edilmektedir. Böyle bir tüketim anlayışı ise kamusal hizmetlerin yetersiz sunulmasına yol açmaktadır.

31

Özhan Uluatam, Kamu Maliyesi, 5. Baskı, Ankara: İmaj Yayıncılık, 1997, s. 17.

32

Galbraith (1958), “The Anfjluent Sociery” (Bolluk Toplumu) adlı yapıtında, üretimdeki sürekli artışın, tüketicide oluşan doyumu dikkate almadığı ve insanın temel gereksinimlerine gerekli önemi vermediği düşüncesini savunmuştur. Böyle bir tüketim anlayışı ise kamusal hizmetlerin yetersiz sunulmasına yol açmaktadır. 33

Galbraith, sanayileşme ve reklamların toplum üzerindeki olumsuz etkilerini ele alan bir profesördür. Kanada asıllı olan ekonomi profesörü, özellikle Amerikan kapitalizminin toplum yararına aykırı olarak, ortaya çıkan sosyal sorunlarının ekonomik olarak yorumlamıştır. Bu sayede kapitalizmin meydana getirdiği sosyal sorunların ekonomistler tarafında yorumlanmasına imkan sağlamıştır. Galbraith, özel kesimin reklamlar sayesinde tüketicilerde yapay istekler yaratarak ve gereğinden fazla lüks mal üreterek, kamusal mal üretiminde yetersizliğe yol açtığına değinmiştir. Ayrıca serbest girişimciliğin doğal sonucu olarak tekelleşmenin ortaya çıktığını toplumu da olumsuz etkilediği düşüncesindedir34

.

Günümüzde kaynaklar, sosyal dengeyi sağlayacak biçimde ayrıldığı ülkelerin sayısı oldukça sınırlıdır. Bu ülkelere örnek olarak, İskandinavya ülkeleri ile bazı Kıta Avrupası ülkeleri verilebilir. Bununla beraber bu ülkelerin hepsinin de gerçek manada sosyal dengeyi sağladıkları söylemez. Mesela, gelişmiş ülkelerde toplu taşımacılığın payı oldukça yüksek olmasına rağmen aile başına düşen özel oto sayısı son derece fazladır. Toplu taşımacılığın yaydığı potansiyel dışsallıkların tam olarak içselleştirilmesini önleyen bu durum nedeniyle kaynak ayrımındaki etkinlikten uzaklaşılmaktadır. Bu nedenle de günümüzde kaynak ayrımında etkinlik yönünden genellikle sosyal dengesizlik durumu hakimdir. Özellikle gelişmekte olan ülkeler yönünden ciddi sorunlar ortaya çıkmaktadır.35

33

Şener, Teori ve Uygulamada Kamu Ekonomisi, s. 37.

34

Şener, Ünlü Ekonomistler , s. 65.

35

Yirminci yy. ın başında ABD'de gelişen bir akımdır. İktisat düşüncesinin Thornstein Veblen'in "İktisat Niçin Evrimci Bir Bilim Değildir?" başlıklı makalesiyle başladığı kabul edilir. Veblen, kurumsalcı ekolün kurucusu olarak tanınmaktadır. Norveç asıllı Amerikalı ekonomi profesörü, “gösteriş motifi ile tüketim yapma” kavramını ekonomiye sokmuştur36

. En etkili olduğu dönem, iki dünya savaşı arasındaki dönemdir. II. Dünya Savaşı’nı izleyen yıllarda Keynesgil İktisadın yaygın kabul bulması sonucu etkisi azalmıştır. Bugün dört ayrı akıma bölünmüş durumdadır.

Veblen'in ilk yaptığı, insan doğasını tanımlamak olmuştur. Neo - klasik iktisat insanların ussal tercihleri temelinde yapılanmışken, Veblen buna karşı çıkar. Ona göre insanlar birer hesap makinesi değildir; aslında, doğaları gereği her an yeni bir şeyler denemeye hazır ‘meraklı’ varlıklardır ki temel saikleri alışkanlıkları ve doğal temayülleridir. Veblen, burada 'atıl merak' kavramını önerir. Bu önemli bir katkıdır. Çünkü neo - klasik iktisat 'denge' koşullarını incelerken, Veblen 'iki denge arasındaki süreçleri' incelemiştir. Ona göre, fizikçilerden esinlenen neo - klasik iktisatçılara göre denge bozulur; fakat zaman içerisinde tekrar eski denge haline dönüş gerçekleşirse, değişen bir şey yok demektir. Halbuki Veblen'e göre, insanlar 'atıl merakları' gereğince, denge halinin bozulup yeniden tesis edilmesi sürecinde yeni şeyler öğrenmişlerdir ki bu, yeni dengenin aynı yerde tespit edilmiş olmasına rağmen eski dengeden farklı olduğu anlamına gelir. Bu yüzden Veblen'e göre iktisat, 'bereketli bir süreç'tir37

.

Neo - klasik iktisat anlayışının çok soyut ve mekanik teorilerine karşı, Kurucular daha somut gerçeklere yönelmiştir. Bunlardan Galbraith, ileri sanayi kapitalizminin kurumlaşmasından doğan, rekabeti engelleyen oligopolcü yapısını; Mitchell ise konjonktür dalgalarının istatistiki tahlillerle gerçek tablosunu araştırmıştır. Kurucular, daima somut gerçeklerden hareket etmiş ve insanın önemini vurgulamışlardır. Toplumu ve ekonomiyi kendi içinde dengeyi ve optimal durumları sağlayan mekanik kanunlara bağımlı saymamış, devlet müdahalesini olağan kabul etmişlerdir. 36 Şener, Ünlü Ekonomistler , s. 185. 37http://www.eksisozluk.com/show.asp?t=thorstein+veblen%2F%40zifir&iphone=1&İİtarget=Topic (20Mayıs2010).

Kurucuların özellikleri şu şekilde sıralanabilir:

· Kurum bir düşünce alışkanlığı ve organize olmuş grupsal davranış biçimidir ve ekonomik yaşamda çok önemlidir. Dolayısıyla kurum kavramı; gelenekleri, sosyal alışkanlıkları, yasaları, düşünce biçimlerini ve yaşam biçimlerini de kapsar.

· Kurucular, iktisatta Darwinci Yaklaşımı benimserler. Onlara göre, sorulması gereken soru “klasik doktrinde olduğu gibi bu nedir?” değil, “buraya nasıl geldik?”, “buradan nereye gideceğiz?” soruları olmalıdır. · Kuruculara göre, ekonomik yaşamda uyum yoktur; çıkar çatışması

vardır.

· Kurucular, tümdengelim metodu yerine tümevarım metodunu benimserler.

Üretim, tüketim, gelir dağılımı gibi konular, Klasik ve Neo - klasik teorilerle açıklanamaz. Kurumların kendi kararıyla adı geçen sorunlara çözüm yolları aranmalıdır38

.

38

Avrupa’da kapitalist sistem, ABD’dekinden çok daha derin bir tarihe dayanır. Bu, yirmi beş yüz yıllık bir dönemi olan bir kültürdür. ABD kültürü, 17. - 18. yy. da ve Avrupa etkisiyle oluşan bir tarihsellikte şekillenir. İki tarihi kıyasladığımızda, yüz elli yıllık bir siyasi ve kültürel oluşumla, yirmi beş yüz yıllık oluşum arasındaki farkı görürüz. 1930’lu yılların sonuna kadar ABD’nin, Avrupa politikasının, kültürünün ve sanatının etkisi altında olduğu görülür. ABD’nin göçebe boyutu, özgürlüğü de beraberinde getirir. ABD ve Kıta Avrupası arasındaki farklılıklar, uluslararası siyasette de yansımalarını gösterir.

Avrupa, ulus - devlet modelinin doğduğu ve dünyaya yayıldığı coğrafyadır. Amerika, belirli yönlerden Avrupa’nın siyasal birikimlerini miras alsa da, çağdaş dünyada özgün bir yapı olarak varlık kazanmıştır. 20. yy. Amerikan siyasetine damgasını vuran gerilim, ABD ve Sovyetler Birliği arasında yaşanan Soğuk Savaş’tan kaynaklanır. Medya kadar tüketim nesneleri ve kültürü de Amerika’ya, Sovyetler’e karşı savaşında silah hizmeti gördü. Kısa ve orta vadede bakıldığında, savaşı Amerika kazanmıştır.