• Sonuç bulunamadı

Liberal Devlet Dönemi (1945 1960)

4. TÜRKİYEDE DEVLETİN BÜYÜME EĞİLİMİ

4.2 Liberal Devlet Dönemi (1945 1960)

İki dünya savaşı ve bunların arasında uzun süreli bir bunalım yaşanması nedeniyle, 1913 - 1950 aralığı dünya ekonomisinde büyümenin ve gelir artışlarının sınırlı kaldığı bir dönemdir. Bu alt dönemde özellikle Avrupa ve Asya’daki savaşlardan olumsuz yönde etkilenen ülkelerde ortalama gelir artışları sınırlı kalmış veya düşüş göstermiştir. Buna karşılık, savaşlara girmeyen ve/veya 1930’lu yıllarda dünya ekonomisi dağılma eğilimiyle karşı karşıya kaldığında içe dönük, müdahaleci politikalar izleyen ülkeler daha iyi sonuçlar almıştır.

Cumhuriyetin erken dönemindeki büyüme eğilimleri tartışılırken hangi yılların başlangıç ve bitiş noktaları olarak kullanılacağı büyük önem taşımaktadır. Sadece Cumhuriyet dönemi milli gelir verilerini kullanan araştırmacılar, 1923’ten itibaren hızlı bir büyüme eğilimiyle karşılaşmaktadır. Bu nedenle, 1923 yılı başlangıç olarak kullanıldığında ortaya çok olumlu bir tablo çıkmaktadır. Ancak, 1923 öncesinde Anadolu’nun Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı ile on yıl süren savaşlar çemberi içine çekildiğini unutmamak gerekir. 1923 yılına gelindiğinde kişi başına gelir, 1913 düzeyinin yaklaşık % 40 altındaydı. Cumhuriyetin bir enkaz devraldığı doğrudur, ancak bu enkaz büyük ölçüde 1912 - 1922 döneminde ortaya çıkmıştır. 1920’lerdeki hızlı büyüme, büyük ölçüde uzun süren savaşlar sonrasındaki toparlanmayı yansıtmaktadır. Bu toparlanma sürecinde kent ekonomisindeki yatırım hamlesinin yanı sıra, tarımsal üretimdeki artışlar da önemli rol oynamıştır. Böylece, Cumhuriyet ekonomisi 1913 yılının kişi başına milli gelir düzeyini 1929 yılında yakalayabilmiştir.

1930’lardaki hızlı sanayileşme ve büyümeye karşın, II. Dünya Savaşı’nın güçlü ve olumsuz sonuçlarının da katkısıyla, 1950 yılında Türkiye’de kişi başına GSYH’nin 1913 düzeyinin sadece % 25 - 30 üzerinde olduğu anlaşılmaktadır. Bir başka deyişle, 1913 - 1950 alt döneminde kişi başına gelirin ortalama büyüme hızı yılda % 1’in altındadır. Ancak, 1913 - 1950 arasında Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı iki dünya savaşının yanı sıra, yeni bir coğrafyada yeni bir devlet kurmanın iktisadi maliyetleri de dikkate alındığında, kişi başına gelirdeki bu artış başarı sayılmalıdır.

1930’lu yıllarda dünya ekonomisinde ticaret ve uluslararası yatırımlar gerilerken Türkiye’de korumacılığa başvurulması, iç pazara yönelik sanayileşmeye ağırlık verilmesi olumlu sonuçlar doğurmuştur. Devletçilik, uzun vadede Türkiye’nin sanayileşme sürecinde önemli bir rol oynamıştır. Ancak, 1930’lu yıllarda devletçilik henüz uygulamaya girmekteydi.

II. Dünya Savaşı öncesinde devletin kurduğu fabrikaların iktisadi büyüme üzerindeki etkisi sınırlı kalmıştır. Öte yandan, tarım kesiminin aleyhine gelişen fiyat hareketlerine karşı, ekilebilir toprakların bolluğu ve demo şekil toparlanmanın da katkısıyla 1939 yılına kadar tarımsal üretimde önemli artışlar sağlanmıştır. Tarımdan gelen bu destek olmadan kent ekonomisindeki başarılı çizgi yakalanamazdı. Dünya bunalımı koşullarına karşın mali disiplinden vazgeçilmemesi, “denk bütçe - sağlam para” politikasına sıkı sıkıya bağlı kalınması, Türk Lirası’nın tüm dünya para birimleri karşısında değer kazanmasına izin verilmesi çok ilginç ve o dönemde bağımsız ülkelerde az rastlanan iktisat politikası tercihleridir. Bu ihtiyatlı, hatta muhafazakar politikaların tercih edilmesinde, Osmanlı Devleti’nin son döneminde bütçe açıkları, enflasyon ve borçlarla yaşanan ve Cumhuriyetin siyasal kadrolarının hala belleğinde olan olumsuz deneyimler mutlaka önemli bir rol oynamıştır. Bunun yanı sıra, dünya bunalımı koşullarında bütçe disiplinine bu denli önem verilebilmesini açıklarken, tek parti iktidarı üzerindeki kitle baskısının sınırlı kalmış olmasını da dikkate almak gerekir202.

1930 ve 1931 yılları korumacı - devletçi iktisat politikalarının hakim olduğu döneme geçişi temsil eden yıllardır. Dünya ekonomisinin girdiği Büyük Buhran yıllarında Türkiye ekonomisi dışa kapanarak devlet eliyle bir sanayileşme hamlesine girmiştir. Krizin hammadde fiyatlarını sanayi fiyatlarından daha çok düşürmesi sonucu bir önceki dönemdeki serbest ticaret - açık kapı politikalarının sürdürülmesinin dış ticarette yaratacağı olumsuz gelişmeler sezilmişti. 1929’da Lozan’ın sınırlamalarının da son bulmasıyla ithalatı denetleyen koruma önlemlerine başvurularak koruma duvarları

202

Korkut Boratav, ve E. Türkcan (Edit.), İktisat Politikası Seçenekleri 1,Türkiye’de Sanayileşmenin Yeni Boyutları ve KİT’ler, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1993, s. 53.

altında eskiden ithal edilen sınaî tüketim mallarında ithal ikameci yatırımlara gidildi. Böylece, bunalım döneminde azgelişmiş ülkelerin sanayisiz yapıyı değiştirmeye yönelik ilk adımlarına Türkiye de katıldı.

Devletçi iktisat politikaları iki şekilde yürütüldü. İlki devlet işletmeciliği, ikincisi de fiyat mekanizması, dış ticaret gibi konularda iktisadi yaşamın kontrol yoluyla düzenlenmesi. Bu kapsamda bir dizi kanun ve düzenleme çıkarıldı. Bu yıllarda, Türkiye planlama deneyimi de yaşadı. Hatta Sovyetler Birliği’nden sonra dünyada ilk planlama deneyimlerinden birinin Türkiye’de yaşandığı söylenebilir.

1930 - 1939 yılları genel olarak değerlendirildiğinde, dünya ekonomisi krizin etkileri ile uğraşırken ve geri kalmış ülkelerin birçoğunu da bu bunalıma çekerken, Türkiye’nin bir ölçüde krizin dışında kalmayı başardığı ve sanayileşme adına önemli adımlar attığını söylemek mümkündür. Bunu da mümkün olduğu kadar dışa kapalı bir iktisat politikası ışığında ve kamunun sanayi teşebbüslerinin yatırımlarını planlama çabaları ile gerçekleştirmiştir.

1929 Büyük Dünya Buhranı ve devam eden yıllarda yaşanan II. Dünya Savaşı korumacı, ithal ikameci politikaları gündeme getirmiştir. Bu süreçte devletin ekonomiye müdahalesi ve teorik ve pratik altyapısının uluslararası Keynes’çilikle atılmış olması savaş sonrasında ithal ikameci birikim modelinin Az gelişmiş ülkelerde benimsenmesinin ön hazırlığı olmuştur. Bu çerçevede tek merkez devlet konumundaki ABD’den yayılan üretken sermaye, çevre ülkelerdeki sanayileşmenin yönünü belirlemiştir203

.

Türkiye’de tek partili rejimden çok partili parlamenter rejime geçiş yılı olan 1946, iktisadi yapıdaki dönüşümlerin de başlangıcı sayılabilir. Savaş sırasında, İsmet İnönü’nün Türkiye’nin savaşa girmesini önlemesi ve Fransa ve İngiltere ile ilişkileri sürdürmesi, bundan sonra da ilişkilerin batı ile devam ettireceğini gösteriyordu. Bu oluşum çok partili sisteme geçmeyi zorunlu hale getiriyordu. Bunun ekonomik anlamdaki yansıması ise devletçilikten ayrılıp liberal ekonomiye yönelmeydi.

II. Dünya Savaşı yıllarında, özellikle ticaret sermayesi birikiminin hızla artması ve bu kesimin iç ve dış etmenlerin de katkısıyla toplumsal ve ekonomik gelişmelerde ön plana çıkması dönüşümün belirleyici özelliği olmuştur. Bu özellik, tarım kesiminde hızlı makineleşme, yeni alanların tarıma açılması, fiyat destekleme politikaları ile kırsal kesimin pazara yönelmesi ile destek kazanmıştır204

.

Kırsal alanın pazara açılması ve II. Dünya Savaşı sonrasında dünyada esen tüketim rüzgârları ve bundan Türkiye’nin de etkilenerek yerli tüketim kalıplarını değiştirmeye başlaması iç pazarın genişlemesine önemli ölçüde katkıda bulunmuştur. Cumhuriyetin kuruluşundan 1929 yılına kadar gözlenmiş olan ekonomide serbest dışa açık politikaların 1946 yılından itibaren, fakat farklı bir ortamda yeniden gündeme geldiği söylenebilir205. Türkiye, 1930 öncesinde olduğu gibi, temel tarım ürünleri ve hammadde ihracatçısı ve mamul mal ithalatçısı konumuna bürünmüş, ABD’de bu yapının sürdürülmesinde ısrar etmiştir206

.

1954 yılından itibaren gerek dış ticarette gerek tarım sektöründe meydana gelen tıkanmalar sonucunda tarıma ve dış ticarete dayalı sanayileşme politikası terk edilerek, yerine sanayileşmeye öncelik veren korumacı, ithal ikamesine yönelik politikalar tercih edilmiştir. Türkiye, bu dönemden itibaren iç pazara yönelik, tüketim

204

Yakup Kepenek ve Nurhan Yentürk, Türkiye Ekonomisi, 9. Baskı, İstanbul: Remzi Kitabevi, 1997, s. 80-81.

205

Korkut Boratav, Türkiye İktisat Tarihi, Ankara: İmge Kitabevi, 2003, s. 74.

206Dönemin iktisat politikalarındaki dönüşümü ortaya koymak açısından Beş Yıllık İvedili Sanayi Planı ve Türkiye

Kalkınma Planı’nın incelenmesi ilginç sonuçlara götürmektedir. Bakanlıklar arası bir komisyonca hazırlanmaya başlanan Beş Yıllık Sanayi Planı 1946 yılının ilk yarısında bitirilmiştir. Hazırlanmasına eski Kadrocu’lardan Şevket Süreyya ve İsmail Hüsrev’in de katıldığı söz konusu plan, kalkınma ve sanayileşme hamlelerinde devletin öncülüğünü zorunlu görmekte ve dış ekonomik ilişkilerde ekonomik bağımsızlığın önemini vurgulamaktadır. Bu plana rağmen 7 Eylül 1946 tarihinde, ‘7 Eylül Kararları’ diye adlandırılan liberal tedbirler alınmıştır. Bu kararlarla, bir dolar karşılığı Türk Lirası 1,28 den 2,80’e çıkarılarak devalüe edilmiş, ithalattaki bazı sınırlamalar kaldırılmış, altının satışı serbest bırakılmış ve Türkiye ekonomisinin dünya ekonomisi ile entegrasyonuna yönelik liberalizayon tedbirleri uygulamaya konulmuştur. Dış yardım arayışına da girişen siyasi iktidar, bu aşamada Beş Yıllık Sanayi Planı’nın söz konusu gelişmelere hiç de uygun olmadığını görmüştür. Bunun üzerine, daha liberal iktisatçılardan oluşan bir kadroya özel teşebbüsün öne çıkartıldığı bir plan hazırlatmıştır. Planda yatırımların %49 gibi bir bölümünün dış yardım ve kredilerden sağlanacağı öngörülmektedir. Resmi olarak uygulamaya geçmese de hazırlanan Türkiye Kalkınma Planı (Vaner Planı), devletçi-korumacı bir sanayileşme anlayışının artık terk edildiğinin somut bir belgesidir (Boratav, s.77.).

malları üretimini ön plana çıkaran bir ithal ikameci sanayileşme sürecinde yol almaya başlamıştır207

.

İthal ikameci sanayileşmenin uygulandığı, dönemin ikinci yarısında da enflasyon oranı düşürülememiş, dış ticaret açıkları kapatılamamıştır. 1958 yılına doğru Avrupa İktisadi İşbirliği Teşkilatı dış yardımların gereken düzeyde sürdürülebilmesi için bir istikrar programının uygulanması gerektiğini ileri sürmüştür. Türkiye, dış yardımların kesilmesini göze alamadığından 4 Ağustos 1958’de istikrar programını uygulamaya koymuştur.

Programla kur ayarlaması yapılmış, dış ticaret rejimi yeniden düzenlenmiş, para arzı kontrol alj alınmış, Kamu İktisadi Teşekkülleri (KİT) ürünlerinin fiyatları yükseltilmiştir. Ancak bu yıllarda kur ayarlaması ve KİT fiyatlarının yükseltilmesi fiyatlar genel seviyesinin hızla yükselmesine yol açmış, fiyat artışları 1959 yılında da devam etmiştir. Sonuç olarak, 1958 istikrar programı da enflasyonu önlemede ve ödemeler dengesi açıklarını gidermede başarılı olamamış ve 1959 yılında ekonomide bir durgunluk baş göstermiştir.

207Bu yıllarda uygulanan ithal ikameci politikaların temel amacı, bir taraftan dış ticarette sınırlamalara gitmek, diğer

taraftan bu sınırlamalar sonucunda azalan tüketim malları ithalatını telafi etmek için, önemli ölçüde bunların ikamesine yönelik sanayileşme sürecini devlet yatırımlarıyla gerçekleştirmek olmuştur. Bu dönemde gündeme gelen ithal ikameci model, devletçi sanayileşme stratejisinden tamamen farklı nitelikte olup, özel sektör denetiminde fakat tamamen devlet işletmeciliğini kullanan bir sanayileşmeye dayalıdır. Bu yapı içersinde özel sektörün sanayi sektörü içindeki ağırlığının artmaya başlamasıyla birlikte devlete olan bağımlılığının artması da söz konusu olmuştur. “Devlet işletmelerinin özel sektöre devri “ sloganı ile iktidara gelen DP bu dönemde tersine kamu yatırımlarının ve devlet işletmeciliğinin özel sermaye birikimi lehine önemli bir rol oynadığının farkına varmıştır. Devletçi modele benzeyen ancak, devlet kesiminin özel sektöre desteğinin ön plana çıkmasıyla ondan ayrılan yeni bir karma ekonomi anlayışı benimsenmiştir. Karma ekonomi yapısı içinde devletin ekonomik faaliyetlere müdahalesi de özel teşebbüsü sınırlamak ve kontrol etmekten çok, onu teşvik etmek yolunda gelişmiştir. Bu amaçla kalkınma ve sanayileşme hamlesinin gerçekleştirilmesine yönelik olarak, gerekli alt yapı yatırımları ve özel sektörün altından kalkamayacağı bazı temel sınai ve tarımsal maddeler ve ara malları tesislerinin devlet tarafından kurulması amaçlanmıştır.