• Sonuç bulunamadı

Sınır aşan sularla ilgili XIX. yüzyılın sonlarına kadar öne mli anlaşmazlık olmamıştır. XX. yüzyılın başlarında sınır aşan suların endüstriyel ve tarımsal amaçlı kullanılması imkânları artmıştır. Bundan dolayı ülkeler arasında sınır aşan su meselesi ortaya çıkmıştır. Sınır aşan su meselesinin çözümü için Uluslararası Hukuk Derneği, Uluslararası Hukuk Enstitüsü ve Birleşmiş Milletler Uluslararası Hukuk Komisyonu çalışmalar yapmışlardır. Dünya Bankası, ise sınır aşan su meselesi olan ülkelere bazı şartlar ileri sürerek meselenin çözümlenmesine katkıda bulunmaya çalış mıştır. Bütün çalışmalara rağmen uluslararası suların endüstriyel ve tarımsal amaçla kullanımı ile ilgili olarak uluslararası hukukta kabul görmüş temel bir hüküm olmadığı görülmektedir.

Birleşmiş Milletler Teşkilatı Uluslararası Hukuk Komisyonu, sınır aş an su meselesini çözmek için “Uluslararası Suyollarının Denizcilik Dışı Kullanım Yasası'nı hazırlamıştır. Bu yasa aynı zamanda sınır aşan suların endüstriyel ve tarımsal amaçla kullanımı niteliğindedir. Bu tasarı 21 Mayıs 1997 tarihinde BM

147

genel kurulunda oylanarak kabul edilmiştir.Oylamaya 185’ üye ülkeden 133’ü katılmış 103 ülke kabul, 3 ülke ret ve 27 ülke çekimser kalmıştır. Böylece bu metin yasalaşmıştır. Bu oylamada su iltifatları olan ülkelerden ABD başta olmak üzere birçoğu çekimser oy kullanırken, Türkiye, Çin ve Burundi ret oyu kullanmıştır. Bu oylama sırasında Türk Heyeti sözleşmenin uluslar arası genel ve teamül hukuk uyarınca, Türkiye Cumhuriyeti açısından hukuki geçerliliğinin bulunmadığını ve bulunmayacağını beyan etmiş ve genel kurul tutanakl arına geçmesini isteniştir. Bu yasa şimdiye kadar ileri sürülen görüşler arasında ülkelere daha dar hareket alanı bırakan görüşe sahiptir.

“Uluslararası Suyollarının Denizcilik Dış Kullanım Yasası” Birleşmiş Milletler Genel Kurul kararlarının bağlayıcı niteliği olmadığı için ülkelere tavsiye niteliği taşır. Ülkeler ancak isterlerse yasa, kendileri için bağlayıcı olacaktır. Şu haliyle bu yasa taslağı, Türkiye için hukuki bir bağlayıcılık getirmemektedir. Yine de Türkiye adı geçen nehirler üzerinde diledi ği gibi tasarruf etme yetkisine sahiptir. Birleşmiş Milletler Uluslararası Hukuk Komisyonu, çalışmalarının hareket noktasında, milletlerarası su yollarının paylaşılabilir doğal kaynaklar olduğu görüşünü kesinlikle reddetmiştir. Fırat ve Dicle Nehri suların ın paylaşımı için, Suriye ve Irak makamları tarafından ileri sürülen tarihsel ön kullanım hakkı görüşü, matematiksel paylaşım görüşü ve ortak kaynakların paylaşılması görüşü uluslararası hukukta kabul görmeyen bir görüştür. Bu görüşler uluslararası hukukun kabul ettiği “hakça kullanım” görüşüne uymamaktadır.

Sınırlaşan su meseleleri yönünden bakıldığında, Aras, Çoruh ve Meriç Nehirleri ile ilgili olarak Türkiye ve komşuları arasında ciddi bir ihtilaf yoktur. Türkiye adı geçen nehirler hakkında ilgili ülkel erle anlaşmalar yapmış ve bunları uygulamaktadır. Meriç Nehri havzasına yakın olan Trakya bölgemizde sulu tarıma elverişli büyük tarım alanları olmasından dolayı Meriç Nehri suları bu ihtiyacı karşılayamamaktadır. Türkiye tarım alanlarının sulamasında ihti yaç duyduğu suyu Bulgaristan’dan para ile satın almaktadır. Dicle ve Fırat Nehirlerinin sınır aşan su meselesinin çözümünde Türkiye’nin önerdiği “Sınır aşan suların hakça, akılcı ve optimum kullanım” görüşünün çerçevesindeki “Üç

Aşamalı Plan” meselenin çö zümü için ileri sürülen görüşlerin en tutarlısı olduğu görülmektedir.

Türkiye'nin Güneydoğu Anadolu Bölgesinin geri kalmışlığını gidermek, bölgenin üretim imkânlarından optimum bir şekilde yararlanmak amacıyla uzun vadeli ve kapsamlı bir kalkınma planı haz ırlanmıştır. Bu proje modern su medeniyeti inşa çalışmalarının en önemlilerindendir. Yapımına 1976 yılında başlanan bu projenin adı Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP)' dır. Güneydoğu Anadolu Projesi, kısa adıyla “GAP” sadece Türkiye’nin değil, dünyanın en büy ük projelerinden biri konumundadır. 1993 yılında yapılan bir araştırmaya göre “Modern Dünyanın Yedi Harikası” sıralamasında ikinci sırayı bu proje almaktadır. 1994 yılında Time Dergisi’nde yayınlanan bir araştırmada da GAP dünyanın en büyük 9 projesinden b ir olarak gösterilmişti. Güneydoğu Anadolu Projesi bölge insanının ve ülkemizin ekonomik ve sosyal bünyesine büyük katkıda bulunacaktır. Projenin biri ekonomik, diğeri sosyolojik olmak üzere iki önemli sonucu olacaktır. Bunların birincisi, Proje ile Güneyd oğu Anadolu Bölgesinde toprak ve su kaynaklarının gelişmesi sonucunda ekonomik ve sosyal faaliyetler hızla artacaktır. Sulu tarım yapılmaya başlanmasıyla tarım sektöründe büyük miktarda üretim artışı beklenmektedir. Tarımda ortaya çıkacak bazı değişiklik t arım dışı sektörü etkileyecektir. Tarım ve tarım dışı sektörlerin gelişmesiyle dış ticaret ve hizmet kesiminde de gelişmeler olacak, yeni ihracat imkânları ortaya çıkacaktır GAP’nin en önemli etkisi ihracatı artırıcı yönde olacaktır. Yurdumuzun bir taraft an artan nüfus koşulları ile yurt içi talebin; diğer taraftan komşu ülkelerin beliren talepleri ile dış talebin yükselmesi, toplam talebi artıracaktır. Yükselen talebin üretim artışı ile karşılanmaması önemli bir arz ve talep sorunu ortaya çıkaracaktır. Tü rkiye, komşu ülkelerin tarım ürünleri talebini karşılarken yapacağı üretim artışı ile yurt içinde de ürün darlığını gidermelidir. GAP’nin en önemli sonuçlarından birisi Türkiye’yi tarımsal üretim bakımından “kendi kendine yeterli ülke” olmaktan öte ve “tar ım ürünleri ihraç eden ülke” haline getirecektir.

Günümüzde su meseleleri, bölgesel çatışmalar açısından daha sık dile getirmekteyken bölgesel bir su stratejisi geliştirme zarureti, belki de gerçekten ulusları bölgesel bir barışa doğru itebilir. Bölgedeki çoğu hükümetler, artık

tahliyesi, tuzlanma, su kaynağı kirlenmesi ve etkin olmayan işe yaramaz su dağıtım sistemlerinde dâhil su meselelerine daha büyük ilgi gösterme gereği duymaktadırlar. Yerleşim yerlerine dönük su temini, diğer kullanımlar üzerinde önceliğe sahip bulunmaktadır. Bölge ülkeleri su meselelerini halletmek için bölgesel bir su stratejisine doğru bir politika gütmek zorundadırlar.

Ortadoğu’da su meselelerine çözüm ararken şu iki noktanın üzerinde çözüm üretmekten başka yol yoktur. Bir yandan su arzını artırmaya çalışırken diğer yandan su talebini sınırlamaya yönelik tedbirler almak gerekir. Su arzını artırma yolları incelendiğinde karşımıza şu altı seçenek çıkmaktadır. Bulutların tohumlanması yoluyla yağmuru artırmak, yeraltı su kaynaklarında n daha fazla yararlanmak, kullanılmış atık suları temizleyerek yeniden kullanıma sunmak, tuzlu deniz sularını arıtma tesislerinde işleyerek tatlılaştırmaya çalışmak, kutuplardan buz dağları getirerek bölge su sistemlerine katmak, başka ülkelerden su ithal etmektir. Bunlardan en ekonomik olanı başka ülkelerden su ithal etmektir.

Türkiye jeopolitik konumu nedeni ile Avrupa ve Asya kıtaları arasında Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu’ya yakınlığı bakımından stratejik öneme sahiptir. Ancak, gün geçtikçe ülkemizin bu özelliğine, güneyinde kalan ülkelerin su bakımından daha sıkıntılı olmaları dolayısı ile supolitik (hidropolitik) durum da katılmaktadır. O hâlde, suyun ülkemiz için politik değerinin ne olduğuna başkalarından önce bizim karar vermemiz, bunu uluslararas ı platformlarda gerektiği zamanlarda savunmamız yerinde olur. Aksi takdirde, dışarıdan gelecek ve âdil olduğu savunulacak fikirler bile ülkemizin çıkarından ziyade, Batılı ülkelerin emperyalist arzularını karşılamaya yönelik olabilecektir.

Aslında bir ülkenin doğal kaynaklarına sahip çıkabilecek kadrolarının her zaman tam alarm durumunda çalışması uygundur. Değişik dış güç istek ve politikaları karşısında ulusça hangi senaryoların çıkarlarımızı en iyi biçimde koruyacağı hakkında bilgi üretme ve uygulama hâ linde bulunmamız gerekir. Bu hedefe ulaşabilmek için aşağıdaki temel noktalarda yoğunlaşan konulara öncelikli olarak ağırlık verilmesi gereklidir.

- Ülke su kaynaklarının yerüstü ve yeraltı envanterlerinin çıkarılarak zamanla bunların güncelleştirilmesine önem verilmelidir.

- Ülkenin değişik yörelerindeki su kaynaklarının zaman ve alan bakımından dağılımları birbirinden farklılık göstereceğinden, kıyaslamalı olarak nerelerin su açısından daha zengin yöreler olduğu sayısal olarak belirlenmelidir.

- Şimdiye kadar değişik yayınlarda kabaca verilen Türkiye su potansiyeli sayısal değerlerinin mutlaka güncelleştirilmesi ve bunun da küresel bir değer yerine, yöre ve hatta şehir sınırları içinde kalacak biçimde biçimlendirilmesine gidilmelidir.

- Geçmiş yılların su ile ilgili tüm ölçümlerinin basit ve ülke iklim, jeoloji, hidroloji ve hidrometeoroloji karakteristiklerine göre modellerle benzetimlerinin (simülasyonlarının) ve geleceğe dönük tahminlerinin yapılması gereklidir.

Bölgenin su ihtiyacını karşılamak için böl ge ülkeleri işbirliğine gitmekten kaçınmamalıdır. Kendi aralarında işbirliğine giderek su arzı yönetimi birimi kurmalıdırlar.

Bu yönetimin görevi geleceğin su gereksinmelerinin tahminden başlayıp, mevcut su kaynaklarının ayrıntılı bir dökümünü çıkarmayı, bu kaynakları en düşük maliyetle ve en kısa sürede devreye sokabileceklerinden en geç ve en yüksek maliyetlere doğru giden bir sıralamayı yaparak, her projenin ne zaman ve nasıl devreye sokulacağını düşünmeyi, bunların çevre ile ilişkilerini değerlendirmeyi, gerekli finansmanı ve teknik desteği bulmayı, devreye sokulan su kaynaklarının etkinlikle işletilip kullanıcılara ulaştırmayı içeren bir görev anlayışı içinde çalışmalıdır.

Güney sınırlarımızdan geçen “sınır aşan sular” olarak Fırat, Dicle ve Asi Nehirleri mevcuttur. Bu nehirlerle ilgili konular sadece ilgili ülkeler, Türkiye, Suriye ve Irak arasında konuşulmalıdır. ABD ve Batılı ülkelerin bu konulara olan aşırı ilgilerinin insani duygularla değil, menfaatleriyle ilgili olduğu unutulmamalıdır. Türkiye, nüfusu hızla artan bir ülkedir. Nüfus, tarım ve sanayideki gelişmeler arttıkça, su ihtiyacımız da artacaktır. Bu sebeple su

ihtiyacımızın hesabı, bugüne göre değil, 50 –60 yıl sonrasına göre yapılmalıdır.148

Kuzey Irakta yürütülen politikaların altında petrol kadar su paylaşımı meselesinin de yattığı gerçektir. Hatta Ortadoğu’da yapılan II. Körfez Savaşı’nın petrol uğruna yapılan son savaş olduğunu iddia edilebilir. Bundan sonra Ortadoğu’nun şekillenmesinde su paylaşımının büyük rolü olacak. Mesela Savaş sonrasında yeni Irak Hükümetinin Dicle ve Fırat nehirleri ilgili istekleri farklı olabilir. Bu Hükümetin ABD güdümünde kurulması durumunda Fırat nehri sularının Ürdün üzerinden borularla İsrail’e aktarılması gündeme gelebilir. Böyle bir gelişme Türkiye tarafınd an geliştirilen Ortadoğu’ya su akıtma ve bundan maddi kazanç sağlama yönündeki beklentilerini ortadan kaldırabilir.

Su sorunu konusundaki çözümlerde öncelikle havza veya bölgenin özgünlük ve özellikleri dikkate alınmalıdır. Aksi takdirde çözüm adı altınd a küresel düzeyde dayatmacı politikalar ortaya çıkmaktadır. Bu sorun zaman zaman “savaş senaryoları” üretilerek çoğu zaman da uluslararası işbirliği adı altında ele alınarak yeni hegemonyacı politikalara altyapı hazırlanmakta ve ortam yaratılmaktadır. Diğe r bir deyişle dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşanan su sorunlarına çözüm arayışları, uluslararası işbirliği adı altında yeni güç politikalarının aracı durumuna getirilmeye çalışılmaktadır. Bu nedenle ülkelerin sorunun yaşandığı bölgede, yayılmacı büyük güç lerin belirlediği stratejilerden bağımsız olarak ortaya koyabilecekleri teknik, ekonomik, politik işbirliği arayışları sorunun çözümüne veya hafifletilmesine gerçek katkıda bulunabilecek en önemli adımlar olacaktır. Bunun gerçekleşebilmesinin en temel koşu lu ise, havza ölçeğinde veya tekil olarak su sorunu yaşayan ülkelerin izledikleri politikalarla bu sorunu uluslararası güçlerin küresel ölçekli ve hegemonyacı politikalarının malzemesi hâline getirmemeleridir.149

148

Durmazuçar, Vedat, Ortadoğu’da Suyun Artan Stratejik Değeri , IQ Yayıncılık, İstanbul, 2002, s 33.

149

Su savaşları gibi, bölge dışı güçler tarafın dan elbirliği ile geliştirilen senaryoları, takip etmekle beraber, gerçeğin ta kendisi imiş gibi değerlendirmekten kaçınmalıyız. Çünkü bu tür senaryolar, olacağı vermekten çok, zihinleri şartlandırmaya yönelik komplo teorilerdir. Savaş kışkırtmalarını engelleyecek tezler, Türkiye’nin elinden çıkmalıdır. Her şeye rağmen Ortadoğu’da suyu savaş sebebi olarak gören ve suların yokuşa doğru akmasını isteyen ülkelerin savaşla alınan suyun barış içinde kullanılamayacağını bilmeleri gerekmektedir. Normal zamanda içm ek ve toprak sulamak için kullanılan suyun, savaş zamanında öldürücü bir silah olabileceği unutulmamalıdır.